• Genel

Kalbimiz nükleer enerji ile çalışıyor

Yrd. Doç. Dr. Yavuz Örnek, kalbin diğer organlardan farklı çalıştığını belirterek, 'Kalbimiz nükleer enerji ile çalışıyor. Kalp hariç bütün organlarımız kimyasal enerji ile çalışmaktadır. Kalpteki olay nükleer enerjiden oluşan elektrikle kalbin çalışmasıdır. Bu esnada vücudumuz çok az bir miktarda gama radyasyonu yayıyor' dedi.
İSTANBUL / İHA - Yrd. Doç. Dr. Yavuz Örnek, inovizyon.org adlı internet sitesinde yayınlanan yazıda kalple ilgili şunları söyledi:
“Vücudumuzda teorik olarak tek atomun patlamasından oluşan atom patlamaları (atom bombası) mümkündür. Çünkü bedenimizde uranyum-235 bulunmaktadır ve nötronlar çevremizde mevcuttur. Tek hücreli canlıların sıfıra yakın radyasyonlu ortamda biyolojik aktiviteleri düşüyor. Büyük yapılı canlılarda da bu mümkün olabilir. Vücudumuzun az bir miktar radyasyona ihtiyacı olması doğaldır. Belki vücudumuzun ihtiyacı olan radyasyonu yine vücudumuzda oluşan radyoaktif bozulmadan yani nükleer enerjiden sağlıyoruz. Kalbimizin nükleer enerji ile çalıştığı tabii ki bilim dünyasında uzun zamandan beri bilinmektedir. Burada vurgulamak istediğim konu bu nükleer enerjinin mahiyetini okuyucularımla paylaşmak. Vücudumuzdaki muhteşem fiziksel, biyolojik ve kimyasal olayların arkasındaki sebepleri araştırmacılar çözmeye çalışmaktadırlar. Tabi çözüme ulaşıldıkça hastalıklara da çareler bulunmaktadır. Kalbi çalıştıran nükleer enerji elbette atom bombasının patlaması veya nükleer reaktörlerin çalışması gibi değildir. Atom bombasından farkı şudur ki atom bombasında kararsız çekirdekler yani atomlar nötronlarla parçalanmakta ve başka atomlara dönüşmektedir. Gama ile birlikte nötronlar da yayılmaktadır. En önemlisi bu parçalanmadan büyük bir enerji açığa çıkmaktadır.

Nükleer reaktörlerde de nötronlar kullanılır. Parçalanan atomlardan yüksek miktarlarda ısı açığa çıkar. Bu ısı elektriğe dönüştürülür. Nükleer reaktörler milyarlarca dolara kurulur ve yıllar sonra yaklaşık aynı miktar paraya sökülür. Kalbimizin çalışmasına sebep olan nükleer sistemde atom bombasında ve reaktörlerde olduğu gibi nötronlara ihtiyaç yoktur. Yani parçalanma kabiliyeti olan çekirdekleri nötronlarla bombardımana ihtiyaç yoktur. Hatta potasyum-40 izotopu (K-40) hariç hiç bir şeye ihtiyaç yoktur. Potasyum-40 izotopunun yavaşça bozulmasından oluşan elektronlarla kalbimiz çalışmaktadır. Yani mevcut bir elektrik motoruna elektrik vererek çalıştırmaya benzer. Açığa çıkan ısıdan değil. Kalbimizi çalıştırmak için bir kaç mg K-40 yeterli olmaktadır.

Burada hemen şunu ifade edeyim ki her ne kadar kalbimizi çalıştıran sistem atom bombasından farklı olsa da vücudumuzda atom bombası benzeri patlamaların olması teorik olarak mümkündür. Ama vücutta aynı anda patlayan atom sayısı biri geçmez ve bu insanda nadir olarak gözlenebilir. İstatistik hesaplarla bir insan vücudunda ne kadar bir zamanda böyle bir olayın olabileceğini hesaplamak mümkündür. Tabii ki yaşadığımız, çalıştığımız mekan, kullandığımız el aletleri, yediklerimiz, içtiklerimiz ilaçlarımız pek çok şey bu istatistiğe etki eder. Vücudumuzda tabiatta bulunan bütün atomlar bulunabilir. Bunların bir kısmı radyoaktiftir. En az zararlısı teknesyum-99’dur. Yarılanma ömrü de vücuttan atılması da kısa sürede gerçekleşir. Bir günde atılır. En fazla zararlısı stronsiyum-90’dır. Hem yarılanma ömrü uzun hem de vücuttan atılması yıllar almaktadır. Kemiklerde kalsiyumun yerine geçerek zarar vermektedir.

Uranyum-235 izotopu atom bombası yapımında en çok kullanılandır. Vücudumuzda bu izotop da bulunabilmektedir. Bünyemize hem dışarıdan nötron gelmekte hem de yine bedenimizde bulunan radyoaktif maddeler nötron neşretmektedirler. İşte bu nötronlardan biri hızı yeterli ise ve bu vücudumuzda bulunan uranyum-235 atomuna çarparsa uranyum derhal nükleer parçalanmaya uğrar yani tek atomluk bir atom bombası patlar. Yani vücutta tek atomluk atom bombalarının patlaması ihtimal dahilindedir. Aynı şekilde vücudumuzda bulunan radyoaktif toryum uranyum-233 e dönüşebilir. Bu da nötronla parçalanır yani tek atomdan oluşan bir atom bombası patlaması olur. Bunun vereceği acı ya hissedilmez veya kısa süren bir acı şeklinde olabilir. Çünkü atom çok küçüktür. Vereceği ısı da çok azdır. Yani tehlike yoktur. Eksi 40 tabiattaki potasyumun yüzde 0.012 (120 ppm) kadarını oluşturmaktadır. Vücudumuzda yaklaşık (70 kg için) 140 gram kadar potasyum bulunmaktadır. Bu miktar kadınlarda daha azdır. Ayrıca beslenmeye, yaşa, boy ve kiloya göre de değişmektedir. Bu 140 gram potasyumun sadece 16.38 miligramı K-40’dır, yani vücudumuzdaki miktarıdır. İnsan hayatta kaldığı sürece yaklaşık bu kadar miktar potasyum izotopuna ihtiyacı vardır. Çünkü kalp bununla çalışır. Kalbi olan bütün canlı varlıkların da bu izotopa ihtiyacı vardır. K-40 radyoaktif olduğundan yüzde 89.28’lik bir kısmı bir elektron vererek kalsiyum atomuna dönüşür. Yani vücudumuzda saniyede 4400 potasyum atomu kalsiyum atomuna dönüşür ve bu esnada 4400 elektron açığa çıkar.

Günde ise 380 milyon potasyum atomu kalsiyuma dönüşürken yine 380 milyon elektron meydana gelir. Bu elektronların küçük bir kısmı kalp içinde oluşur ve kalbi çalıştırır. Kalbin giriş kısmında bir sinir bölümü vardır. Potasyumun attığı elektronlarla bu kısım kalbi motor gibi çalıştırmaktadır. Yani kalp bir elektrik motoru gibi çalışmaktadır. Pervanenin attığımız taşlarla dönmesine benzemektedir. Elektronların kalbin giriş kısmındaki sinire isabet etmesi ile kalp çalışmaktadır.
Vücudumuzda bulunan K-40’ın yüzde 10.42’lik kısmı da elektron yakalayarak argona dönüşür. Bu esnada gama ışını yayınlanır. Yani vücudumuz radyoaktif yolla hem kalsiyum oluşturur hem de argon gazı oluşturur. Ancak bunların gram bazında miktarları çok çok küçüktür.

70 kilogram ağırlığındaki bir erkeğin vücudunda K-40’ın parçalanmasından dakikada 30 bin gama ışını yayınlanır. Bu miktar kadınlarda 20.000 kadardır. Erkeklerin vücudu kadınların vücudundan daha radyoktiftir. Erkeklerin kadınlara göre daha kısa ömürlü olmasının sebebi midir. Bu dozdaki gama ışını, bünyeye zarar verecek seviyede değildir. Çok düşüktür. Gama ışınları kimyasal olaylara sebep olurlar. Vücutta istenmeyen reaksiyonlar vukubulur. DNA’nın yapısında değişikliğe sebep olurlar. Bu reaksiyonların çok küçük bir kısmı kansere ve diğer hastalıklara yol açabilir. Demek ki biz ne kadar organik yesek de başka hiç bir sebep olmasa da vücudumuzun yaydığı bu gama ışınlarından dolayı yine her an herhangi bir hastalığa yakalanma ihtimalimiz vardır.

Peki vücudumuzu bu radyasyondan koruyan nedir; savunma sistemidir. Kalbimizi çalıştıran bu radyoaktivitenin yayınladığı gama ışınlarına vücudumuzun ihtiyacı var mıdır. Olabilir. Bu konuda yapılmış bir çalışmaya bakalım. Geniş miktarda yapılmış bilimsel araştırma ve deneyler radyasyonun çok düşük olduğu ortamlarda hayvanlarda gelişme, büyüme, yumurta verimi, daha yüksek doğurganlık, sağlıklı ve uzun ömürlü olmaya engel olduğu tespit edilmiştir. Bunun yanında radyasyonun beyin fonksiyonlarının gelişmesine, büyüme hızına, genç kalmaya, yaraların iyileşmesine, savunma sisteminin güçlenmesine, enfeksiyon kapmaya karşı direnç göstermesine, radyasyona karşı savunmaya, tümör oluşumu ve gelişmesini önlemeye yönelik pozitif etkileri de gözlenmiştir. Kısaca bu çalışma çok az bir miktar radyasyonun hayvanlarda daha uzun ve sağlıklı ömre sebep olduğunu göstermiştir. Az bir miktar radyasyonun sağlık için vazgeçilmez olabileceği vurgulanmıştır.

Tek hücreli canlılardan olan protozoalar düşük radyasyon ortamda muhafaza edildiğinde üreme oranlarında azalma olduğunu gözlenmiştir. Bu yeterli derecede radyasyonun alınmaması demektir. Protozoalar tek hücreli olmalarına rağmen çok hücrelilerde görülen biyolojik aktivitelerin birçoğunu yapabilmektedirler. Yüksek yapılı hayvan ve insanlarda da bir miktar radyasyonun üreme, büyüme, gelişme, sağlık ve uzun ömür için gerekli olup olmadığını belirlemek için pek çok bilimsel çalışmalara ihtiyaç vardır. Her ne kadar vücudumuz çevreden belirli bir miktar radyasyon alıyorsa da belki vücudumuzda yukarıda bahsedilen biyolojik fonksiyonları potasyum-40 izotopunun yaydığı radyasyon sağlıyor. Bu gama ışınlarının, sırrını henüz çözemediğimiz faydalı bazı biyolojik fonksiyonları da olabilir. Muhtemel ki bütün canlıların hayatlarını idame etmeleri için çok az bir miktar radyasyona ihtiyaçlarının olabileceği yukarıdaki araştırmadan anlaşılıyor. Çoğu ne kadar çok tehlikeli ise olmayışı da veya eksikliği de bünyelere zarar verebilmektedir.

Gerek vücudumuzda oluşan gerekse dışarıdan gelen radyasyonun zararından korunmak için bağışıklık sistemimizin kuvvetli olması gerekmektedir. Bir rahatsızlıktan dolayı doktor tavsiyesi hariç, sabah aç karnına su içmek bedenin savunmasını azaltır. Zararı yok ise az da olsa bal ile karıştırıp içmekte fayda vardır."
Yorum Yazın
deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bahis siteleri