TİC Holding Header
  • USD 32.407
  • EUR 35.53
  • Altın 2322.291
  • BIST 100 8880.09
  • Genel

Nükleer atıkların Boğazlardan geçmesi, hukuk politikasıyla çelişiyor

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Dr. Dolunay Özbek’in hazırladığı rapora göre, nükleer atıkların deniz yoluyla taşınacak olması, Türkiye’nin Boğazlardan geçişi düzenleyen hukuk politikasıyla çelişiyor. Greenpeace, Boğazlardan atık geçişi tehdidine dikkat çekmek için İstanbul Boğazı’nda pankart açtı.
Nükleer atıkların Boğazlardan geçmesi, hukuk politikasıyla çelişiyor
23 Temmuz 2014, İstanbul Akkuyu’da kurulması planlanan nükleer santralin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na üçüncü kez sunulan ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporunun değerlendirilmesine 1 gün kala, raporun eksiklikleriyle ve nükleer atıkların transferinin oluşturacağı tehditle ilgili bir rapor daha yayımlandı.

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Dr. Dolunay Özbek’in, Greenpeace’in talebiyle hazırladığı rapor, nükleer atıkların deniz yoluyla taşınmasının, Türkiye’nin Boğazlardan geçişi düzenleyen hukuk politikasıyla çeliştiğine dikkat çekiyor.

Boğaz’da pankart: Nükleer tehdide dur de!
Greenpeace eylemcileri de bugün, konuya dikkat çekmek için İstanbul Boğazı’nda, üzerinde ‘nükleer atık geçemez’ ve ‘Nükleer tehdide dur de’ yazılı pankartlar açtı. Greenpeace dün de, Akkuyu nükleer ÇED raporunun eksikleriyle ilgili, Viyana Doğal Viyana Doğal Kaynaklar Üniversitesi’nin hazırladığı raporu yayımlamıştı.

Konu ÇED raporunda yer almıyor
Bugün yayımlanan, ‘Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi Bağlamında, Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması’ adlı raporla ilgili olarak, raporun yazarı Dr. Dolunay Özbek “Hazırlanan ÇED Raporu’nda, Nükleer atıkların akıbeti ve dolayısıyla da ne şekilde taşınarak nereye götürüleceği hakkında bir belirsizlik olmakla birlikte, yapılan anlaşmanın koşulları itibariyle, atıkların Boğazlar dahil olmak üzere Türkiye’nin deniz alanlarından gerçekleşeceği kesinlikle söylenebilir. Böylesi ciddi bir konunun ÇED raporunda yer almaması başlı başına bir zaaftır. Konunun hukuki boyutu bir yana, deniz yolu ile yapılacak nükleer yakıt veya atık taşımasının da deniz çevresine ve trafiğine etkisi de değerlendirilmemiş durumda. Üstelik aşırı tehlikeli nükleer yüklerin geçişini Türkiye’nin kendi eliyle sıradanlaştırması, seyir emniyetini ve çevre güvenliğini sağlamak amacıyla 1994’ten beri itinayla uyguladığı deniz trafik düzenlemelerinin varlık sebebine zıt olacaktır. Bu da, Boğaz’da büyük kazaları azaltmayı başarmış olan bu düzenlemelerin şimdiye kadar başarıyla savunulmuş olan meşruiyetinin bir kere daha sorgulanmasına yol açabilecektir” dedi.

Raporda öne çıkarılan başlıca konular şu şekilde:
* Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, nükleer maddelerin tehlikeye zaaflarının en yüksek olduğu zamanın, taşınmaları sırasında olduğu görüşündedir.

* Türkiye, Boğazlardan geçerek diğer ülkelere giden, doğalgaz ve petrol gibi tehlikeli yük taşıyan tankerlerin geçişini, bu tankerlerin gecikmesi pahasına düzenleyip sıraya koyar. Oysa Türkiye’nin daha da tehlikeli bir yük olan nükleer atık taşıyan gemileri Boğazlardan geçirmesi riskli olduğu kadar, hukuk politikası açısından da tutarsızdır.

* Nükleer atıkların taşınması yüksek riskli bir faaliyettir ve nükleer maddelerin dışarıdan gelecek bir saldırıya veya sabotaj riskine karşı en açık kaldıkları zaman taşınmaları sırasıdır.

* Dünyada bir çok devlet, nükleer atıkları kıyılarının 200 deniz miline kadar dahi yaklaştırmamaktadır. Örneğin Dışişleri Bakanlığı’nın 2010 yılı verilerine göre tehlikeli madde taşıyan 9274 tankerin geçtiği, yer yer yarım deniz miline kadar daralan İstanbul Boğazı’ndan, milyonların yaşadığı, UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan İstanbul’un ortasından geçirmeyi istemek –hele de bunu Karadeniz ülkelerine gelip giden trafiği, uzun beklemelere, gecikmelere sebep olsa bile düzenlerken yapmak– bir çelişkidir.

* Kıyı devletleri, çevre koruma haklarını ileri sürerek, klasik seyir haklarını reddetmekte ve nükleer atık taşıyan gemilerin kendi deniz alanlarından geçişlerine şiddetle karşı çıkmaktadır.

* Her şey bir yana, nükleer atık veya yakıt şeklinde radyoaktif yük taşınmasının risklerinin, deniz çevresi ve kıyılardaki hayat üzerindeki etkilerini, geniş katılımlı bir tartışmaya açacak bir ÇED ile etraflıca değerlendirilmemiş olması esaslı bir eksikliktir.

Greenpeace’in Akkuyu’nun ÇED raporunun onaylanmaması için yürüttüğü kampanyaya bugüne dek 250 binin üzerinde kişi imza verdi. Kampanya nukleer.greenpeace.org adresi üzerinden devam ediyor.
Yorum Yazın