Türkiye Cumhuriyeti Devleti...

Merhaba Sevgili Ogün gazetesi ve Ogünhaber okurlarım, bu Bir Portre'de sizlere son zamanlarda çok tartışılan bir konuyu, olması gerekeni 'Türkiye Cumhuriyeti Devletini' kendimce değerlendirerek Portre
Umarım herkes iyi okur ve alması gereken dersi çıkartır, umarım sizlere de yeterince bilgi vermiş olurum.

“Mevzubahis vatan ise, gerisi teferruattır”. 
Atatürk bu sözü 1919 da Milli Kurtuluş Savaşı ortamında Anadolu’nun bağımsızlığını kazanması için yapılması gerekenleri anlatırken dillendirmişti. Bu sözün akabinde Anadolu büyük bir mücadeleye girişti. Kurtuluş Savaşı kazanılarak bağımsız Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi.

Daha sonra Kemal Atatürk 1927 de Gençliğe Hitabe’sini söyleme ihtiyacı hissetti ve dedi ki; “Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların(kötü niyetliler) olacaktır.”

Ve devam ediyor Ulu önder: "İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Ancak hiç fark etmez; sen ki; savaşlardan çıkıp gelerek, yedi düvele karşı savaşarak bağımsızlığını ilan etmiş bir Türkiye Cumhuriyeti’sin."

Ve şöyle bitiriyor bu derin ve anlamlı hitabını: "Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"

Yukarıda Kemal Atatürk’ün söylevinden örnekleri özellikle paylaştım. Çünkü Atatürk’ün dikkat çektiği durum, bugün de içinde bulunduğumuz tehlike ve düşmanlarla çok büyük benzerlikler arz etmektedir.

Çok kritik günlerden geçiyoruz. Birinci Cihan harbinde ve sonrasında Kurtuluş Savaşında top-tüfekle saldıran düşmanlar, şimdi ellerinde nitelik değiştirmiş enstrümanlarla hücum etmekteler. Türkiye Cumhuriyetinin güçlenmesi adeta onlara batarcasına rahatsız etmeye başlamış ve bu yürüyüşü durdurmak için; son yüzyılın bilişsel ve teknolojik imkanlarıyla, çok daha farklı yol ve yöntemlerle saldırıya geçmişlerdir. Yıllardır PKK Terörüyle huzursuzluk verip kalkınmasına mani oldukları Türkiye’yi, şimdi de ateş çemberine dönüşmüş coğrafyada, ateş kapanına sokmak gayreti içinde ve mahvetme çabasındalar.

Kurtuluş savaşında İngilizlerle, Fransızlarla, yunanlılarla beraber hareket eden dâhildeki, yani içimizdeki “mütareke basını”nın Ali Kemal’leri, Emin Süreyya’ları, Mehmet Refet’leri isim değiştirmiş ve yeniden hortlamış şekilde, çalakalem ülkeye ihanette sınır tanımazlığı, hayasızca ifa etmeye başlamış haldeler.

“Mütareke basını” nedir?
Mütareke Basını: “1918-1922 yılları arasında İngiliz elçiliğinin, işgalcilerin ve zararlı cemiyetlerin destekleri ile halkı Milli Mücadeleden soğutmak ve Milli Mücadele’ye katılımın ve yardımların engellenmesi amacıyla sapkın yazılar ve haberler kaleme alan bir dizi şerefsizi içinde barındıran medya güruhu…” 

Bunların en meşhurları, herkesin malumu, Peyam-ı Sabah gazetesi başyazarı Ali Kemal‘dir. Şimdi sizlerle,  hain ve alçak Ali Kemal’in o dönemdeki söylem ve yazılarının günümüzdekilere ne kadar çok benzediğini göstermek için birkaçını paylaşmak istiyorum. Okuduğunuzda tüyleriniz ürpererek, günümüzde bazı kalem sahibi, yazar, çizer ve medya sahiplerinin isimleri aynıyla aklınızdan ibretle geçecektir.

Ali Kemal 18 Mayıs 1919 Peyam-İ Sabah: “Müdafa-İ Milliye Mensupları Tutuklanmalıdır…”

Ali Kemal 22 Mayıs 1919 Peyam-İ Sabah; “İzmir’de Sukunet Var, İşgal Geçicidir…”(işgalin faziletini anlatıyor güya…)

Ali Kemal 25 Nisan 1920 Peyam-İ Sabah; “İdam, İdam, İdam… Mustafa Kemal Cezasını Bulacak…”

Ali Kemal 6 Mayıs 1920 Peyam-İ Sabah; “Kemal’in Maskaralıkları…”

Ali Kemal 3 Kasım 1920 Peyam-İ Sabah; “Böyle Kahramanlardan Bizi Allah Korusun…”

Ali Kemal 1 Ocak 1922 Peyam-İ Sabah; “Mukadderatımızı Ankara’ya Bırakmamalıyız…”

Ali Kemal 2 Ağustos 1922 Peyam-İ Sabah;(Büyük Taarruzdan 24 gün önce) “Bu Zavallı Vatanı Mustafa Kemal’in Muzaffer Olma İhtirasından Kurtarmalıyız…”

Ali Kemal 28 Ağustos 1922 Peyam-İ Sabah;(Büyük Taarruz esnasında) “Ankara efendileri akıllarınca bütün Türkiye’nin, dostlarımız (dostları da işgalci İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar)  tarafından boşaltılmasını istiyorlar…”

Ey millet, Ey Türkiye Cumhuriyeti’nin çatısı altında yaşayan, aklıselim ve vatanperver güzelinsanlar; yukarıdaki “mütareke basını” yazarı olan baş hainin cümlelerini lütfen okuyun ve yakın geçmişte söylenen sözlere bir bakın.  Ve bir de bugün aynı nitelikte kalemşörlük edenlerin söylemlerine bakın.

Türkiye’nin teröre destek verdiğini söyleyenlerin, 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın DEAŞ’a müsamaha gösterdiğini söyleyenlerin,
Yabancı basınla beraber kendi ülke yöneticilerine ağıza alınmayacak yazılar yazanların, 
Kurtuluş Savaşı’na köstek olmaya ve mücadeleyi akamete uğratmaya çalışan Ali Kemal’lerden ne farkı var… Ali Kemal’in ihanetinden ne farkı var, Onların Atatürk’le ve Kurtuluş mücadelesiyle alakalı söyledikleri hezeyan ve kahpeliklerden ne farkı var…

Bu “mütareke basını”nın, aradan 90 yıl geçmesine rağmen hiç değişmediğini ve ihanette asla sınır tanımayıp, aynı kalleşlikle ve Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığıyla  hareket ettiğini dikkatle okuyun, düşünün, görün, anlayın ve lütfen gözlerinizi açın.

Ha! Dipnot nevinden de söylemeliyim ki; hain iflah olmaz derler ya, bu hainlikte sınır tanımayan Ali Kemal de iflah olmadı; “9 Eylül günü bir Yunan gemisine sığınarak kaçmaya çalışmış, lakin Yunanlılar tarafından “seninle işimiz bitti” denilerek gemiden atılmış, daha sonra da Konak meydanında linç edilmiştir.”  Sanıyorum ki, bu alçakça ölüm, kendinde Ali Kemal’lik niteliği olanlar için bir ibret vesikasıdır.

Geldiğimiz nokta artık bir nevi Kurtuluş Mücadelesi dönemi niteliği arz etmektedir. Böylesi olağanüstü dönemlerde konu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir ve gerisi evet  Ata’nın dediği gibi, -kimse kusura bakmasın- teferruattır.

Çünkü parlamentomuzda temsil edilen bir partinin eş başkanı İstiklal Marşımızla ilgili, ileri geri konuşabiliyor ve onu küçümseyici hezeyanlar zırvalayabiliyor. Bir diğer eş başkanı “nasılsa bu ülkede Mehmetler bitmez” şeklindeki küstahca cümleleriyle, askerimizi, şehitlerimizi, TSK’yı hakaret dolu söylemlerle “kanlı” ağzına alabiliyor.

Yukarıda da örneklerini dile getirdiğim gibi Kurtuluş Savaşı’mızın “mütareke basını” yeniden güncel ve çağdaş silahları olan yazılı-görsel basın ve sosyal medyayla hortlamış ve alçakça bir şekilde içlerindeki kin ve garezlerini kusabilmektedirler.

Muhalefet, iktidarı indirmek için, nerdeyse ülkede kaos çıksa, kargaşa olsa, ekonomik ve sosyal kriz oluşsa diyecek noktaya gelmiş haldedir.

Etrafımız ateş çemberine dönmüş halde; 800 km’lik Suriye sınırımız gün be gün ateşlenmekte… Irak desen  farkı yok, İran’ın ülkemize bakışı hep aynı sinsilikte, ABD,Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler ise hegemonik sömürgeci zihniyetleriyle “ülkemizdeki işbirlikçilerini” yücelterek, yönetime getirme gayretindeler. Yine bu ülkeler DEAŞ’ı da, PYD’yi de, PKK’yı da ve hatta Esed yönetimini de; hem döverek hem söverek hem de destekleyerek, “tavşana kaç tazıya tut” misali oyunlarında piyon olarak kullanmaktadırlar. Bu harici emperyalist devletlerin  tek ve en önemli amaçları; Ortadoğu’yu ve özellikle de Türkiye Cumhuriyeti’ni zapt u rapt altında tutmak çabasında  ve emelindeler.

Tüm bu kritik süreçler ve  gelişmeler yaşanırken görülmesi ve yapılması gerekenlerle ilgili olarak, aşağıdaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum

Suriye’deki durum yeniden değerlendirilmeli ve özellikle Kuzey Suriye’de yapılmak istenenler incelenerek, burada Türkiye Cumhuriyeti’nin istemeyeceği bir oldu bittiye asla izin verilmemelidir. Bunun için özellikle de bu bölgedeki Türkmen soydaşlarımızın ve devletimizin güney sınır güvenliği için, Türkmenler her şekilde desteklenmeli ve elzem bir durum oluşursa -ki maalesef öyle gibi görünüyor- askeri müdahale bile içerebilecek  “güvenli bölge oluşturmak ve Türkiye’ye rağmen bir oldu bittiye izin vermemek için”  gereken her türlü önlemler alınmalı, gerekenler yapılmalıdır. Bu konuda özellikle Ulusal Güvenlik duyarlılığı içinde olan herkesin bir ve bütünlük içinde davranması, vatanseverliğin en temel gereğidir.

Böylesi bir durum ve şart altında iken, içinden geçmekte olduğumuz bu kritik süreçte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çok ciddi, acil ve olağanüstü önlemler alması kaçınılmazdır.

Öncelikle, bu günümüz “mütareke basını”na ve özellikle de, “paralel çete”ye ait her türlü basın, yayın organlarına ivedilikle müdahale edilmelidir. 

Yazılı ve görsel basının haber ve yorumlarında ülke menfaatlerine aykırı ve ülkemizi uluslar arası arenada zor duruma düşürecek art niyetli ve alçakça yazılanlara önlemler alınmalı ve aksini yapanlara cezai müeyyideler başlatılmalıdır. Çünkü sözüm ona “hür basın” söylemiyle, “özgür basın” sloganlarıyla hiç kimse nihayetsiz bir özgürlük içinde kendi  ülkesine ihanet edemez ve edememelidir.

Evet, basın hür, basın özgür… Ama senin özgürlüğün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölünmez bütünlüğü ve birliğine halel getiriyorsa, kimse kusura bakmasın ama öncelik devletimiz, onun bağımsızlığı ve yüceliğidir.

Bilinmelidir ki; “kontrolsüz güç, güç değildir” ve bu ülkede hiç kimse özgürlüğünü kullanırken hadsiz ve sınırsız bir güç kullanımı şeklinde hareket etmemelidir. 

Demokratik Siyaset, diyerek birilerinin kalkıp da bu ülkenin kuruluş felsefesinin çimentosu olmuş İstiklal Marşına ve genetiğimize dek işlemiş olan kutsalımız olmuş Mehmetçiğimiz hakkında, müstehzi bir dil kullanamaz.Bu kişilerin devlet nezdinde “Mehmetçiği ölüme kolayca gönderebilen, sıradan biri” gibi telaffuz etmeyehaddi ve hakkı haddi ve hakkı yoktur. Bu konudaTürkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mutlak bir önlem alması ve içinden geçmekte olduğumuz şu kritik süreçte söz konusu kişilerin acilen dikkatlerinin çekilmesi ve olması gereken noktada devlet terbiyesi ve adabına uygun bir muaşeret içinde davrandırılmaları gerekmektedir. Bu konuda ve bu ülke aidiyeti içindeki hiç kimse, ağzından zehir akıtamamalıdır. Hangi etnisite’ye ait olursa olsun herkesin haddini bilmesi,  bilmiyorsa bildirilmesi gerekmektedir.

Ülkemizi terörle, ve terörün desteklenmesiyle alakalı olarak karalayıcı ve mesnetsiz şekilde yan yana getirmeye çalışan her kim olursa olsun, ciddi bir müeyyideye tabi tutulması ve bedel ödetilmesi gerekmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli güvenliğiyle doğrudan alakalı kurumlarımızın manevi şahsiyeti, iş ve işlemleri ve onların ülke menfaati için yaptığı eylemlerle alakalı karalama kampanyası yapanlara, engel olmaya çalışanlara ve spekülatif yazı ve haberlerle yıpratıcı eylem ve söylemde bulunanlara önleyici tedbirlerin alınması elzemdir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yabancı dillerde yaptıkları yayınlarla, 
Sosyal medya üzerinden yönettikleri algı faaliyetleriyle, 
Güya oluşturdukları “eğitim kurumları” eliyle yaptıkları zehirlemeleriyle
Ekonomik şirket ve varlıklarıyla, 
Devletin nerdeyse tüm kurumlarına yerleştirdikleri “kamikaze” niteliğindeki haşhaşi’leriyle;
Devleti ve hükumeti karalayan, kötüleyen, tasmalarını tutan, “üst akıl” olan  “sahibinin” istediği şekilde yıpratmaya çalışan bu ihanet şebekesine karşı yürütülen “milli güvenliğe” dair mücadelenin, daha güçlü ve daha şiddetli şekilde sürdürülmesinde ivedilik gösterilmelidir.   

Sureti haktan görünüp de suret-i şeytan olan bu “haşhaşin”lerin,  ihanetlerinin, hainliklerinin ve işledikleri cürümlerin bedellerinin çok daha hızlı ve ivedi şekilde teşhis vetespit edilmesi,  muhakeme edilerek cezalandırılması artık kaçınılmaz olmuştur.
Çünkü bu “Paralel İhanet” çetesi kangren olmuş parmak misalidir. Artık ele sirayet etmeye başlamış durumdadır. Bir an evvel parmağın kesilip atılması gereklidir. Ki;  tüm bünyeyi zehirlemeye doğru büyüyen kanserli bir hücre gibi cerahatlerini akıtmasın.

Şimdi tüm bu yazdıklarımı okuyan ve bu yazıdan gocunanlar (yarası olan gocunur derler ya, gerçi ben de yarası olan gocunsun diye yazdım zaten) şunu diyebilirler;

Acaba yeniden İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûnkanunu dönemi mi başladı?

Valla adına ne derseniz deyin,  ben daha ilk cümlemde söylemiştim; “Mevzubahis Vatan ise, gerisi teferruattır” diye..

Evet  gerekirse günümüz şartlarına uyarlayarak içinde bulunduğumuz kritik sürecin ve durumun hassasiyet ve lüzumuna binaen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yönelmiş olan ve “kanserli, habis bir ur” gibi oldukça büyümüş bireysel ve kurumsal nitelik arz eden tehlikeleri bertaraf etmek için, benzeri düzenlemeler yapılmalıdır,  gereklidir ve olmalıdır da…

Bir daha ki Bir Portrede buluşmak üzere sağlıcakla kalın sevgili okurlarım.

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın