TİC Holding Header
  • USD 32.375
  • EUR 34.958
  • Altın 2324.222
  • BIST 100 9129.19
  • Genel

'28 Şubat Darbesiyle Nasıl Hesaplaşılmalı' paneli yapıldı

Prof. Dr. Yayla, '28 Şubat, din, ifade, tercih yapma, teşebbüs özgürlüğü, eğitim, meslek seçme ve icra etme, siyasi eşitlik, hukuki güvence, adil yargılanma hakkı gibi alanlarda ciddi ihlaller yaptı.' dedi.
'28 Şubat Darbesiyle Nasıl Hesaplaşılmalı' paneli yapıldı
AA - Yayla, Kadın ve Demokrasi Vakfı (KADEM) Genel Başkanı Doç. Dr. Sare Aydın Yılmaz moderatörlüğünde KADEM, Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV) ve Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) iş birliği ile SETA Genel Merkezi'nde düzenlenen "28 Şubat Darbesiyle Nasıl Hesaplaşılmalı?" panelinde, 28 Şubat'ın unutulmaması ve nesilden nesle aktarılması gerektiğini vurguladı.

Sağlıklı bir toplum olabilmek ve istikrarlı bir demokrasiye sahip olabilmek için 28 Şubat sürecinin özümsenmesi gerektiğini ifade eden Yayla, "Zaman akıp gidiyor. 28 Şubat'ın üzerinden 21 yıl geçmiş. Türkiye'nin siyasi geleneğinde, siyasete bürokratik müdahaleler olduğunu biliyoruz. 28 Şubat bu müdahalelerden birisidir. Ama sonuncusu olmamıştır. 28 Şubat'tan sonra da 2 müdahale var, birisi 27 Nisan müdahalesi, diğeri de 15 Temmuz darbe kalkışması. Böyle bakıldığında Türkiye, darbekolik bir ülke." diye konuştu.

Yayla, darbelerde, askeri bürokratların sözlü, yazılı muhtıralarla, açık veya örtülü şiddet kullanma tehdidi, sınırlı şiddet kullanılması ve tam teşekküllü bir darbe olarak siyasete müdahale edildiğini, görünüşte hükümete müdahale edildiğini ancak demokratik siyasetin alaşağı edildiğini anlattı.

28 Şubat'ta komplike bir darbe uygulandığına dikkati çeken Yayla, şunları kaydetti:
"Hükümetin sözlü olarak azarlandığını, merhum Necmettin Erbakan'ın askerler tarafından azarlandığını biliyoruz. Askerlerin de katıldığı heyetten çıkan 18 maddelik metin bir çeşit yazılı muhtıra sayılabilir. Şiddet tehdidi de kullanılıyor, Sincan'da tankların yürütüldüğünü biliyorsunuz, bu şu demektir; 'Biz gerekirse silah da kullanarak amacımıza ulaşacağız.' Zaman zaman 28 Şubat'ın bir askeri darbe olup olmadığı tartışılıyor. Şüphesiz, genel anlamda bir askeri müdahaledir ama askeri bir darbe olarak adlandırılması da çok yanlış olmaz. Bu darbede bulunan askerlerden biri Erol Özkasnak, bir adlandırma yaptı ve 'postmodern darbe' olduğu söyledi, çok da yanlış değil. 28 Şubat sürecinde demokratik usullerle iş başına gelmiş hükümet askerlerin şiddet tehdidi, sınırlı şiddet gösterisi ve askerlerle iş birliği içinde bulunan sivillerin kumpasları sonucunda alaşağı edildi."

Yayla, 28 Şubat'ın tipik bir askeri müdahale olduğunu vurgulayarak, müdahalecilerin tavırları ve müdahalenin genel sonuçları açısından bazı farklılıklar olduğuna dikkati çekti.

28 Şubat müdahalecilerin sadece siyasilere değil, onların dayandığı toplumsal tabanı da hedef haline getirdiğini vurgulayan Yayla, şöyle devam etti:
"Bu tavır son derece yaygın insan hakları ihlallerine yol açtı. Bu ihlaller bize daha ziyade başörtülü kız öğrencilerin üniversiteye alınmaması ve başı örtülü kadınların kamu kurumlarında çalışmasına izin verilmemesi şeklinde yansıdı. Birçok alanda yoğun hak ihlali gerçekleştiğini görüyoruz. 28 Şubat, din, ifade, tercih yapma, mülk edinme, teşebbüs özgürlüğü, eğitim, meslek seçme ve icra etme, siyasi eşitlik, hukuki güvence, adil yargılanma hakkı gibi alanlarda ciddi ihlaller yaptı. Şüphesiz çok büyük mağduriyetler yarattı. Ne yazık ki bu mağduriyetlerin bir kısmının giderilmesi imkanı olsa bile bir kısmının giderilmesinin imkanı yok. Bunlar mağdurların şahsiyetleri üzerinde tarihe gömüldü ve orada kaldı. Terk edilen okullar nedeniyle kazanılamayan diplomalar, dolayısıyla edinilemeyen ve icra edilemeyen meslekler, psikolojik ve psikiyatrik buhranlar, yıkılan yuvalar, ayaklar atına alınan insanoğulları, sayılabilir."

"28 Şubat topyekün derbedir"

SETA Toplum ve Medeniyet Araştırmaları Direktörü Dr. İsmail Çağlar ise Türkiye'nin geniş, uzun askeri müdahale geçmişi olduğunu hatırlattı.

Çağlar, darbeler geçmişinde şekil, yöntem farklılaşsa da içeriğin aynı olduğunu, hepsinde de hazırlık süreci bulunduğunu anımsatarak 28 Şubat'a giden süreci şu şekilde anlattı:
"28 Şubat'ı topyekün bir darbe olarak isimlendirebileceğimizi düşünüyorum. Bir yandan toplumsal boyutu, ekonomik boyutu, siyasi, askeri boyutu... Medya, siyaset, ordu, sermaye, iç içe geçmiş. Hepsi ana unsuru oluşturuyor, bu darbeyi yapmak konusunda ayrım yok. Öncesinde ciddi bir medya kampanyası var. Bunlar, bugün çok acı detaylar. 28 Şubat'a giden süreçte 1996 yılının son aylarında yeni göreve gelen Necmettin Erbakan başkanlığında kurulan hükümetin katıldığı toplantılarda, akademik yıl açılışlarında hep şeriat tehdidi ile ilgili konuşmalar yapılıyor. Sivil zihniyete sahip olmayan sivil toplum örgütlerinin de uygulayıcılığını yaptığı toplumsal mobilizasyonla karşı karşıyayız. Hanımların giydiği örtü olan çarşafların yakıldığı gösteriler yapılıyor, 'şeriata hayır' yürüyüşleri düzenleniyor."

TÜRGEV Başkanı Dr. Fatmanur Altun da 1996 yılında 16 yaşında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'ne kayıt olduğunu anlatarak, süreçte yaşadıkları hakkında şunları söyledi:
"Okula başladıktan kısa bir süre sonra 'Rektör değişti, Kemal Alemdaroğlu, rektör oldu. 'O, başörtüsü yasağı getirecekmiş, okula giremeyecekmişiz' gibi dedikodular duymaya başladık. Buna inanamadım. Olaylar çok hızlı gelişti. 28 Şubat kararlarının hemen akabinde hızlı bir şekilde adeta heyecanla, tutkuyla hocalarımızın, rektör başta olmak üzere idarecilerin coşkulu bir şekilde birtakım uygulamalara giriştiklerini gördükçe yaşadığım şaşkınlığı unutamam. Hayal kırıklığı bile değil, bir şok duygusu yaşıyorsunuz. Üniversiteye gelmişsiniz, ortak bütün işiniz okumak, yazmak. Hocalardan da bütün beklentiniz bu konuda önünüzü açmaları, sorularını cevaplamaları ve size yol göstermesini bekliyorsunuz. Fakat birden bire o size yol göstermesini, önünüzü açmasını beklediğini, size o hocalık kutsal mertebesi çerçevesinde size rehberlik etmesini beklediğiniz insanların bir anda karşınıza ceberrut bir surat ifadesiyle dikildiklerini ve kendilerine hiç yakıştıramadığınız tarzlarla sizlerle muhatap olmaya başladıklarını o yaşlarda görmeye başladığınızda yaşadığınız şeyi anlamlandırmakta çok zorlanıyorsunuz. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi olayların merkezindeydi. Bir şey başlıyorsa önce bizim okulumuzda yapılıyordu. Hayallerimiz varken kendimizi sudan çıkmış balık gibi bulduk. Yaşadığımız ülke, yaşadığımız toplumla yüzleşmek durumunda kaldık."
Yorum Yazın