TİC Holding Header
  • USD 32.51
  • EUR 34.783
  • Altın 2498.932
  • BIST 100 9479.78
  • Genel

Vefalı Türk geldi yine... Selam Türk'ün bayrağına

Türk halkı insani yardımlar konusunda tarihinden ve kültüründen kaynaklanan güçlü bir geleneğe sahiptir.
Vefalı Türk geldi yine... Selam Türk'ün bayrağına
Ozan Koltuk - Bu düşünceden hareketle ırk, din, dil, cinsiyet farkı gözetmeksizin ihtiyaç duyulan yerlere, süratle ve imkanların elverdiği ölçüde insani yardım ulaştırmaya gayret etmekte olan Türkiye, bu doğrultudaki uluslararası çabaları her zaman desteklemekte ve katkıda bulunmaktadır.

1980’li yılların ortalarından itibaren bazı ülkelere gıda yardımı şeklinde başlayan insani yardımlarımız, son on yılda kayda değer bir ivme kazanarak dünyanın birçok bölgesine yayılmış, ayrıca nicelik ve nitelik bakımından da çeşitlenerek, gıda dışında birçok alanı da kapsar hale gelmiştir.

Başta Türk Kızılayı olmak üzere pek çok sivil toplum örgütümüz de insani yardımlar alanında oldukça aktif bir tavır sergilemektedir.

Osmanlı Padişahı Abdülmecid'in İrlanda'ya yardımı
Adadaki İngiliz ablukası sonucu yayılan kıtlık için dönemin Osmanlı Padişahı Abdülmecid 1847 yılında yardımda bulunmaya karar vermiştir. Padişahın İrlanda halkı için 5.000£ yardımda bulunmak istediği İngiliz hükûmetine bildirilmiş fakat bu yardım isteği Kraliçe Victoria'nın dahi kendi vatandaşlarına ancak 2.000£ yardımda bulunduğu gerekçesiyle geri çevrilmiştir. Yapılmak istenen yardımın 1.000£'e düşürülmesini rica eden İngilizlerin bu isteğini kabul eden padişah 4.000£ değerinde buğdayı da gemilerle İrlanda'ya göndermiştir.

İlk olarak Dublin Limanı'na yanaşan gemilerin yüklerinin buraya boşaltılmasına Kraliçe Victoria izin vermemiştir ama Osmanlılar 50 km kuzeyde bulunan Drogheda Limanı'na demirlemiştir. Kraliçe ve İngiliz hükûmeti bu yardımları nedeniyle padişaha 25 Mayıs 1847 tarihli bir mektupla yazılı olarak teşekkür etmiştir. İrlanda halkı da aynı şekilde padişaha teşekkür maksadıyla bir teşekkür mektubu yollamışlardır.

Drogheda kentinin ve Drogheda United'ın amblemlerinde bulunan ay-yıldızın bu yardımlar anısına koyulduğu iddia edilse de bu bilgi yanlıştır. Amblemlerde yer alan ay-yıldız Drogheda kentine haklarını bağışlayan Aslan Yürekli Richard'dan gelmektedir

600.000 Suriyeliye kucak
2011-2012 Suriye çatışmaları sırasında halk gıda, yakıt, işsizlik ve barınak sıkıntısı yaşamıştır. Çatışmaların şiddetinden kaçan Suriye halkı Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Irak gibi komşu ülkelere sığınmıştır.

Çatışmalar uzadıkça ve şiddetlendikce, sivil insanlar 700-1000 kişilik büyük topluluklar halinde komşu ülkelere, günümüzde de devam eden bir göç dalgası başlatmıştır. Mülteci sayısı her gün artmaktadır.

Türkiye, Ürdün, Lübnan, Irak, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Ermenistan dahil toplamda 4 milyonun üzerinde sivil komşu ülkelere sığınmıştır, ayrıca Suriye içinde 3 milyonun üzerinde sivil de mülteci durumuna düşmüştür.

Recep Tayyip Erdoğan, Ağustos 2013'te yaptığı açıklamada, Türkiye'nin mültecileri barındırmak için iki milyar dolardan fazla harcama yaptığını açıklamıştır. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı'nın (AFAD) verilerine göre, Türkiye'de yaşayan Suriyeli mültecilerin sayısı 600.000'i geçmiş bulunmakta ve bunların 400.000'den fazlası mülteci kampları dışında yaşamaktadır.

Suriye İç Savaşı'ndan kaçan mülteciler, çeşitli yollarla Avrupa ülkelerine gitmek istemektedir. Almanya'nın mültecileri kabul etmeye başlamasının ardından, bir yıl içerisinde yüzbinlerce mülteci, bu yasa dışı yollardan bu ülkeye gitmiştir. Sadece 2015 ekim ayında Almanya'ya gelen mültecilerin sayısı 180 bin olarak açıklanmıştır. Mültecilerin kaçak Avrupa yolculuğu, güvenlik şartlarının sağlanamaması ve korsanların daha fazla para kazanma hırsı nedeniyle zaman zaman facialarla sonuçlanmaktadır. Her hafta onlarca mülteci, bu yolculuk esnasında hayatını kaybetmektedir. Avrupa Birliği,Avrupa'ya gelen mülteci akınlarının azaltılması karşılığında Türkiye'ye mülteciler için harcanmak üzere 3 milyar euroluk maddi yardım sağladı.

Gazze filosu saldırısı
Gazze filosu saldırısı, Mavi Marmara katliamı veya Deniz Meltemi Harekâtı, İHH İnsani Yardım Vakfı ve Özgür Gazze Hareketi'nin organize ettiği ve Gazze'ye insani yardım taşıyan 6 gemiye; Akdeniz'de, İsrail'den 70-80 mil (130-150 kilometre) açıktaki uluslararası sularda 31 Mayıs 2010'da İsrail Savunma Kuvvetleri'nin yaptığı müdahale. Olay; gemilerde bulunan aktivistlerden bir kısmının öldürülmesi, bir kısmının yaralanması ve gemilerin yolcularıyla birlikte rehin alınması ile sonuçlanmıştır.

İsrail savaş gemileri, uluslararası sularda seyretmekte olan yardım gemilerinden, rotalarını Aşdod'a çevirmesini istedi fakat yardım gemileri bu talebi reddetti. İsrailli kuvvetler bu cevaptan sonra gemilere denizden ve havadan komando çıkarttı.

Altı gemiden beşi, büyük bir olay olmadan İsrail tarafından ele geçirildi. 9 yolcu Komorlar bandıralı ve 800 yolcusu bulunan  MV Mavi Marmara'ya çıkan İsrailli komandolar tarafından öldürüldü. Saldırıda 10 İsrail Savunma Kuvvetleri komandosu ve yaklaşık 60 aktivist yaralandı.

Türkiye, bu olay üzerine İsrail ilişkilerini sona erdirmiş ve ilişkilerin tekrar normalleşebilmesi için 3 şart koymuştur; İsrail'in yaşanan olay üzerine özür dilemesi, Saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine tazminat ödenmesi ve İsrail'in Gazze ablukasını sona erdirmesi.

İsrail, olaydan 3 yıl sonra Türkiye'den resmi özür dilemiş ve saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine tazminat ödemeyi kabul etmiştir.

Fırat Kalkanı Operasyonu Suriyelilere umut ışığı oldu
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Müşterek Özel Görev Kuvveti ve Koalisyon Hava Kuvvetlerince Suriye'nin Türkiye sınırındaki Cerablus bölgesinde terör tehditlerine karşı yürütülen Fırat Kalkanı Harekatı, Cerablus'taki halkın yanı sıra kanaat önderlerine de umut vadediyor.

Ülkelerindeki iç savaş nedeniyle Türkiye'ye sığınan Suriyeliler, Cerablus'un DAEŞ'ten alınmasının domino etkisi oluşturarak, diğer bölgelerdeki terör örgütlerinin de temizlenmesini arzu ediyor.

DAEŞ, PYD ve YPG unsurlarının tek merkezden yönetildiğini düşünen Suriyeli kanaat önderleri, son gelişmelerin Suriye'nin geleceği açısından umut verici olduğunu belirtiyor.

VEFALI TÜRK GELDİ YİNE...


TİKA ile dünyaya uzanan yardım eli
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı ya da kısaca TİKA Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı'na bağlı olan kurum Türkiye'nin dış yardımlarını organize eder. Ayrıca yurt dışında Türkçe öğretimini destekler. TİKA Türkoloji Projesi buna örnektir.

TİKA 1992 yılında Dışişleri Bakanlığı'na bağlı olarak kuruldu. 28 Mayıs 1999 'da Başbakanlık'a bağlandı.

TİKA, Orta Asya ülkeleri başta olmak üzere, yaklaşık 100 ülkede görev yapan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tek Teknik Yardım Kuruluşudur. TİKA Merkez Teşkilatına ilave olarak, 48 ülkede bulunan 50 Program Koordinasyon Ofisi ile çok geniş bir coğrafyada ve bütün sektörlerde çalışmalarını sürdürmektedir.

TİKA, gelişme yolundaki ülkelerin kalkınmalarına yardımcı olmak ve bu ülkelerle ekonomik, ticari, sosyal, kültürel iş birliği için kurulmuştur.

Türk Kızılayı
Kızılhaç’ın kuruluşu ve Osmanlı Devleti

22 Ağustos 1864’te Cenevre’de 12 hükümetin katılımı ile düzenlenen uluslararası toplantıda I. Cenevre Konvansiyonunun imzalaması ile Uluslararası Kızılhaç Örgütü'nün kurulmasının önü açılmıştı. Osmanlı hükümeti bu anlaşmayı 5 Temmuz 1865'te onayladı. Ancak derneğin durumu ilk 40 yıl belirsiz kaldı.

Başlangıçta Osmanlı Devleti yöneticileri arasında bu cemiyetin fayda sağlamayacağı düşüncesi vardı. Yine de 1867 yılında Mekteb-i Tıbbiye hocası Dr. Abdullah Bey, Paris'te toplanan ilk Kızılhaç kongresine delege olarak gönderildi. Kongrede Milletlerarası Sıhhi Yardım Komitesi’ne Türkiye delegesi seçilen Abdullah Bey, Osmanlı Devleti içinde yaralılara yardım derneği kurmak için Milletlerarası Yardım Komitesi Başkanlığı’ndan bir vekâletname aldı.

Abdullah Bey’in Paris dönüşünde bu konuda yaptığı girişimler oldu fakat ortada teşkilatın sembolü olan haç işareti'nin Hristiyanların sembolü olması ve ordu çevrelerinden gelen güvensizlik gibi sorunlar vardı. Abdullah Bey, ısrarlı çabaları sonucu Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa'nın desteğini almayı başardı. Kırımlı Dr. Aziz Bey'in de katkılarıyla Mekteb-i Tıbbiye Nazırı Marko Paşa başkanlığında “Mecruhin ve Marza-yı Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyeti” kuruldu. Kurulan bu dernek herhangi bir işaret ve sembol kullanmıyacakdı. Bu derneğin kurulduğu 11 Haziran 1868 tarihi Türkiye’de Kızılaycılığın resmen kuruluş tarihi kabul edilir.

Geçici bir yönetim kurulu oluşturan cemiyet, tüzük hazırlamak üzere de bir komisyon kurdu. Cemiyetin başkanı Marko Paşa, Genel sekreteri Abdullah Bey idi. Hazırlanan tüzük incelenip onaylanmak üzere hükümete sunuldu. Ne var ki girişim askeri yetkililer tarafından “sivillerin askerlik işlerine karışması” olarak değerlendirilmişti. Yakınlarda bir savaş tehditi görülmediğinden cemiyet önemli görülmüyordu ve tüzük onaylanmadı. 1874 yılında Abdullah Bey’in ölümünden sonra cemiyet faaliyetlerini tatil etti.

Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti
1876’da Sırbistan ve Karadağ ile Osmanlı Devleti arasında yaşanan çatışmalar, Türkiye’de Kızılhaç’a bağlı bir askerlere yardım cemiyeti kurulması gerekliliğini yeniden gündeme getirdi.

Çatışmalar sırasında Slav askerleri “Salib-i Ahmer (Kızılhaç) Cemiyetleri”nden yardım alırken Osmanlı askerleri çaresizlik içinde kalmışlardı. Kızılhaç ekipleri Osmanlılara yardım edemiyorlardı çünkü Cenevre Sözleşmesi’ni imzalamayan ya da imzalayıp da gereklerini yerine getirmeyen hükümetlerin askerlerine yardım edilmemesi kuralı vardı.

Avrupa genelinde faaliyet gösteren Salib-i Ahmer cemiyetlerinin yetkilileri, Osmanlı Devleti'nin de yardımlardan yararlanabileceğini, bunun için İstanbul'da bir merkez oluşturup bunu Cenevre’deki merkez yoluyla diğer devletlere duyurmaları gerektiğini ilgililere gönderdikleri mektuplarla hatırlattılar. Bu gelişmeler üzerine İstanbul’da “Mecrûhîn ve Zuafây-ı Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyeti” nin resmen kurulması için çalışmalar başladı.

13 Ağustos 1876’da çeşitli hükümet ve cemiyet temsilcileri Mekteb- Tıbbiye Nazırı Marko Paşa başkanlığında toplandılar. Toplantıda cemiyetin, Cenevre Konvansiyonu'nda kabul edilen sembolü kullanmasının mümkün olmadığı için yeni bir sembol bulunması ve bir an önce cemiyetin tüzüğünün hazırlanması karara bağlandı. Kırımlı Aziz Bey’in konu üzerindeki çalışmaları sonucu Türkler'in sembol olarak Salib-i Ahmer (Kızılhaç) yerine Hilal-i Ahmer (Kızılay) kullanması kabul edildi. Hilâl işaretinin tescili için Cenevre'deki hükümet aracılığıyla bütün devletlere başvuru yapıldı; devletlerin çoğu amblemi kabul ettiğini bildirdi. Derneğin tüzüğü hazırlanıp hükümete teslim edildi. Haç yerine hilal kullanılması kararı üzerine hükümet tüzüğü onayladı.

Cemiyet, 14 Nisan 1877’de resmen kuruldu. Meclis-i Umum-u Sıhhiye İkinci Reisi Hacı Arif Bey cemiyet başkanı olarak görevlendirildi. 19 Nisan 1877’de yapılan ikinci toplantıda cemiyetin adı “Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti olarak belirlendi.

93 Harbi
Kuruluşunu henüz yeni tamamlayan cemiyet, 93 Harbi sırasında, özellikle Plevne Savunması’nda kendini gösterdi. Savunma sırasında 4 bine yakın yaralıya baktı. Savaştan sonra Osmanlı Devleti’nde anayasa askıya alınmış birçok kurum ve kuruluşun çalışmalarına kısıtlama getirilmişti. Hilal-i Ahmet Cemiyeti de çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı.

Yunan Harbi
1897’de 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nın patlak vermesi üzerine Hilal-i Ahmer Cemiyeti yeniden gündeme geldi. 24 Mayıs 1897 tarihli bir sadrazamlık emri ile cemiyet yeniden göreve davet edildi. Heyetin ikinci başkanı Nuriyan Efendi önderliğinde bağış toplandı. Toplanan para ile kiralanan iki vapur savaşta yaralanan askerleri İstanbul’a getirilip, orduya ilaç alımı yapıldı. Savaştan sonra cemiyetin faaliyetlerine yine ara verildi.

Meşrutiyet’in İlanı
Meşrutiyet’in ilanı ile ülkedeki birçok kurum gibi Hilal-i Ahmer Cemiyeti de bir yeniden yapılanma içine girdi, faaliyetlerine bir daha ara vermemek üzere yeniden kuruldu. Rejim değişikliğinden sonra devlet yönetiminde cemiyetin yararına inanan devlet adamları görev almıştı. 1911 yılında İstanbul’da çıkan büyük Aksaray yangını sırasındaki faaliyetleri devletten daha fazla yardım görmesinde etkili oldu. Eski Hariciye nazırı ve Paris Sefiri Mehmed Rifat Paşa'nın eşi Madam Rıfat Paşa'nın kısa zamanda cemiyet için 5 bin altın toplaması, başkalarını da harekete geçirdi. Yeni bir tüzük hazırlanıp Devlet Şurası tarafından onaylandı.

Cemiyete üye kaydedilen yüz kişi 20 Nisan 1911’de yapılan toplantıda 30 kişilik idare heyetini seçti ve başkanlığa Hakkı Paşa’yı getirdi. Veliaht Yusuf İzzettin Efendi cemiyetin fahri başkanlığını üstlendi. Tophane’deki üç katlı bir bina veliaht tarafından döşendi ve cemiyetin ilk genel merkezi oldu. Genel merkez daha sonra II. Mahmut Türbesi etrafındaki dört katlı bir binaya taşındı.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra devletin üst kademelerindeki devlet adamlarının çoğu cemiyete eşleriyle birlikte üye olmuşlardı. 20 Mart 1912’de Dr. Besim Ömer Paşa’nın girişimiyle Hilal-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Heyet-i Merkeziyesi adı ile bir birim oluştu. Başkanlığını Harbiye Nazırı Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın eşi Prenses Nimet Muhtar Hanım üstlendi. Hanımlar, devletin peşpeşe girdiği savaşlarda cephedeki askerler kadar cephe gerisindeki sivil halkın ihtiyaçlarının karşılanması için de faaliyetlerde bulundular. Hastabakıcı kursları düzenlediler. Balkan göçmeni kadınlar için Darüs-sınaa isimli sanat evleri kurdular.

Milli Mücadele Dönemi

I. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan Milli Mücadele döneminde Hilal-i Ahmer, işgal kuvvetlerinin ve İstanbul hükümetinin baskılarına maruz kaldı. 16 Mart 1920’de dernek merkezi basıldı. Derneğin genel sekreteri Dr. Adnan Bey Ankara’ya geçerek kurulan milli hükümette görev aldı; eşi Halide Hanım Hilal-i Ahmer hemşiresi olarak savaşa katıldı.

Ekim 1920’de İsmail Besim Paşa, Adnan Bey, Ömer Lütfü Bey ve Esat Paşa’dan oluşan Ankara temsilciliği kuruldu ve Anadolu’daki Hilal-i Ahmer merkez ve şubeleri ile temsilcilikleri buraya bağlandı. İstanbul’daki genel merkez Ankara'daki temsilciliğin yetkilerini arttırdı. İstanbul'dan Anadolu'ya acil ihtiyaç malzemeleri gönderildi ve pek çok sağlık personelinin Anadolu’ya geçmesi, cephe gerisinde çalışması sağlandı.
Yorum Yazın
deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bahis siteleri