TİC Holding Header
  • USD 32.501
  • EUR 34.828
  • Altın 2490.553
  • BIST 100 9586.02
Halil İbrahim Erdoğan

Halil İbrahim Erdoğan

Körlüklerimizi gösteren kitap!

"... adet olduğu üzere, körlüklerin değil, körlerin var olduğu söyleniyordu, oysa son zamanlardaki deneyimlerimiz bizi, körlerin değil, çeşitli körlüklerin var olduğunu söylemeye itiyordu."

José Saramago - Körlük

Nobel Ödülü kazanmış bir kitap için, "şöyle güzel, böyle müthiş, acayip sürükleyici, kopamıyorsunuz, i-na-nıl-maz" gibi ifadeler kullanmamı beklemeyin, baştan bunu söylemek lazım. Kitap zaten başarılı ve bence okumayı hayatının bir parçası yapmış olanlar adına, okunmamış olması bir kayıp. O yüzden, bu yazıyı yazarken tek derdim var; eleştirmence(!) bir yazı kaleme almak ya da kitabı değerlendirmek değil, bu kitabı birkaç kişiye daha okutabilmek.

Sahip olduğumuz ve gündelik hayatta yokluğunu hiç aklımıza getirmediğimiz, nimet ya da mucize olarak algılanmaktan çıkmış, varlığı alışkanlık haline gelmiş onlarca şey sayabiliriz. Buna özellikle sağlığımızla ilgili her konuyu dahil edebiliriz. Genellikle kaybetmeden kıymetini bilmeyiz. Bu sefer konumuz görme yetisinin kaybı. Bunu tek başına bir birey üzerinden değil de topluma yayılmış bir salgın olarak düşünmek haliyle devamındaki sorunları da bir hayli büyütüyor. Bir dostum kitabı önerdiğinde ilk aklıma gelen, “duyularımızdan birisi hiç olmasa ne yapardık” varsayımı üstüne kurulu sıradan bir roman okuyacağım olmuştu. Oysa bambaşka bir hikaye var kitapta, arka kapak yazısını okuyunca ana temayı anlıyorsunuz. Okumaya başladıktan sonra, hikaye ilerledikçe bir metafor olarak kullanılan körlüğü kavramaya başlıyor, zihninizi buna alıştırıyor ve o eğilimle okumaya devam ediyorsunuz. Bilindiği üzere körlerin karanlığa gömülmesine rağmen, kitapta anlatılan körlüğün "Beyaz körlük" olması, bu metaforu açıklayan ipuçlarından birisi. Eğer, sadece herkesin kör olduğu bir masal okursanız alt metni tamamen gözden kaçırmışsınız demektir ki, bu durum kitabı hiç okumamakla bir tutulabilir.

Trafikte kırmızı ışıkta arabasıyla beklerken kör olan bir adamla başlıyor olaylar. Kör olan adamın muayene olmak için gittiği göz doktoruna ve muayenehanesindeki hastalara da körlüğün "bulaşmasıyla", salgın halinde herkesin kör olduğu bir süreç gelişiyor. Karantina ile önlem almaya çalışan devletin çabaları fayda etmiyor, sadece bir grup insanı kendi sorunlarıyla birlikte bir binaya hapsetmiş oluyor. Karantinaya terk edilen bireyler, önce kendi çaresizlikleri ve yalnızlıkları ile yüzleşiyorlar. Hiç tanımadıkları bir binada kör insanlar olarak yaşamayı keşfediyorlar. Görev paylaşımı ve ortak ihtiyaçların eşit şekilde karşılanması sorunu; yemek dağıtma işiyle başlıyor ve başka sorunların baş göstermesi ile birlikte gruplaşmalar oluşuyor. Bu gruplaşmalar sayesinde zamanla bizlere toplumdaki sınıf farklarını, beraberinde ekonomik dengeleri, hatta yer yer toplum içinde sevgi ve şefkat gibi duygusal ihtiyaçlarından yoksun bırakılmış bireylerin sorunlarını gösteriyor yazar. Nihayetinde salgın o kadar büyüyor ki, karantinadakileri karantinaya alanlar da kör olunca, işler çok daha kötüye gidiyor. Ortaya çıkan kaosun hudutları tahmin edilemeyecek boyutta. Öyle ki, Saramago, bir salgınla çıkarttığı bu kaosla "devlet"i ortadan kaldırıyor.

"Saramago, ... kurgunun evrenselleşebilmesi açısından kişilere ad vermeksizin liberal demokrasinin insanları sürüklediği sağlıksız ortamı olağanüstü bir ustalıkla yaratmıştır." (Arka Kapak)

Teknoloji sayesinde her an gözlenmekte olan "İnsan"ın, herkesin kör olduğu bir ortamda, bir başka deyişle; insanoğlundan görebilme yetisinin alındığı bir dünyada, "Kimse beni göremez ki" kabulüyle ahlaki algılarını da görme duyusuyla birlikte yitirişi, daha da acısı bunu kolayca yitirmeye müsait yapısı, rulosunu iteklediğiniz bir halı gibi seriliyor ortaya. Çağımız insanının yaşamakta olduğu ahlaki çöküntüyü "gözlerimizi kapatarak" nasıl daha katlanılır, çekilir kıldığını; bir korku filmi izler gibi gözümüzü kapattığımızda, yaşadığımız korkular, vurdum duymazlıklar ve -kitaptaki anlatımıyla- günahlarımızla yüzleşmekten kaçtığımızı fark ettiriyor. Toplumsal biçimde, ahlaki, duygusal ve zihinsel çöküşümüzü ancak "kör olduğumuz" zaman görebiliyoruz/fark edebiliyoruz.

İnsanın, körlük durumunda, bir duyusunu kaybetmenin oluşturduğu algı eksikliğini kapatabilmek için, yaşadığı boşluğu diğer duyularına nasıl pay ettiğini; bu esnada diğer duyularını nasıl -yeniden- keşfettiğine dair tecrübeler biriktiriyoruz. Hatta, medeniyet olgusu kimi zaman öylesine ortadan kalkıyor ki, farkında olmadan ilk insanların duyularını nasıl keşfettiğinin merakına düşüyoruz. Hikayenin kahramanları ile birlikte, sonsuza kadar kör kalma olasılığının getirdiği umutsuzluğa kapıldığımızda, yeni bir medeniyetin –üstelik görmeyen insanlar tarafından- nasıl sıfırdan inşa edilebileceğini, bunun ne kadar zaman alacağını düşünüyor, sanata ve bilime dair bütün bir tarihi film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçiriyorsunuz. Bununla da kalmıyor, birkaç noktada; hiç kör olmasak bile, mevcut duyu organlarımızın yetmediği boyutlarda, algılayamadığımız daha neler neler olduğuna kayıyor aklınız. Körleşme ile yaşanılanları okurken kimi zaman toplumumuzun bugününe kimi zaman ise insanlığın ilk zamanlarına savuruyor bizleri kitap.

İçinde yaşamakta olduğumuz toplumun ahlaki değerlerinin ne kadar hassas ve aslında bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu, başa çıkmakta zorlandığımız toplumsal olaylarda verdiğimiz tepkilerin ahlaktan yoksunluğunu, çeşitli örneklerle, daha ziyade alt metinde tartıştırıyor kitap. Bazı romanlarda hikaye sizi etkileyebilir, hatta kendinizi karakterlerin yerine koyup yaşayabilirsiniz ama empati kurmak başka bir "uğraş"tır ve belli kitaplar insana empati kurmak dediğimiz işi yaptırabilir. Bu kitapta birçok sayfada "Ben olsam ne yapardım?" demekten kendinizi alamıyorsunuz. Üstelik birçok kez, tek yapabileceğinizin o satırlarda yazılanlar olduğunu bile bile, içten içe bir karşı çıkma hissi doğuyor içinizde. Zaten yazar da bunu amaçlıyor. Kurguladığı her olayın toplumsal yaşamda bir karşılığı var ve okurken bunların her birinin gerçek yaşamdaki karşılıklarını bir bir düşünüyor, her biri için "yaklaşım"ınızı -o zamana kadar öyle bir "yaklaşım" oluşturmadıysanız, umursamazlığınızı- gözden geçiriyorsunuz.

Saramago, hikayeyi öyle güzel örüyor ki, anlattıklarından hangisinin sadece bir tartışma başlatmak ve kendisinin sosyal yapıya dair analizleri olduğunu, hangisinin sadece öykünün bir parçası olduğunu anlıyorsunuz. Belki bunu sağlayabilmek adına, belki de sadece bu hikaye bunu gerektirdiği için; gereksiz bütün tasvirlerden, anlatımlardan ve ayrıntılardan kaçınmış. Tasvirler ve betimlemeler karakterlerin görebilme yetileriyle paralel  olarak ayrıntı içeriyor ya da ayrıntıya girmiyor. Gören bir bireyin çevresinde olup bitenleri anlatırken birçok ayrıntı veren yazar, kör insanlardan bahsederken aynı beyaz felaketi size de bulaştırıyor. Yazarın nokta ve virgülden başka noktalama işareti kullanmaması başlarda biraz yavan gelse de sonraları işinizi kolaylaştırmaya başlıyor.

Velhasıl, "çok şey düşündüren kitapların yavaş okunduğu" teorisini kökten çürüten bir kitap okumak isterseniz, buyurun biraz da siz kör olun. Bu kitabı okuduktan sonra bir aydınlanma yaşar mısınız bilmem ama yaşadığınız toplumu şöyle bir gözden geçireceğiniz muhakkak, lakin bu sefer, "Körlük" perdesinin arkasından bakacaksınız.

Körlük - Jose Saramago
Can Yayınları
Çeviren: Aykut Derman
Basım Yılı: 2008
Orjinal Adı: Ensaio sobre a cegueira
360 sayfa
12,5x19,5 cm

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın
deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bahis siteleri