TİC Holding Header
  • USD 32.369
  • EUR 34.977
  • Altın 2324.132
  • BIST 100 8880.09
Halil İbrahim Erdoğan

Halil İbrahim Erdoğan

Yalnızlara yapılmış bir 'Aşk' filmi

Malick, sıradışı sinema anlayışı ile büyüleyici bir film yapmış. Buradaki ‘büyüleyici’, laf olsun diye seçilmiş bir sözcük değil, zira, filmi izlerken sıradan bir izleme eylemi içinde olmuyorsunuz. Harika görüntülerin olduğu filmde, öyle bir anlatım var ki, her şeyi siz nasıl anlamak isterseniz, öyle anlıyorsunuz. Kiminin başı kiminin sonu olmayan, neredeyse hepsi ortaya söylenmiş yarım cümlelerden oluşuyor filmin diyalogları. Görüntüler söz konusu olduğunda görsel anlamda insanı kendinden geçirecek güzellikte ama zihinlerde beliren “Neler oluyor?” sorusunu cevaplayabilmek zorlayıcı oluyor. Haliyle, böylesine dolaylı ve bulanık anlatılıp, bununla birlikte çerçevede yaşatılan bir görsel ziyafet söz konusu olunca, filmi izledikten sonra “büyülenmiş” hissine kapılıyorsunuz. Yoksa film sizi iyi yönde mi etkiler kötü yönde mi, orası sizin zevkinize kalmış.

Yönetmen, felsefik bir yaklaşımla “Aşk” kavramını ele almış. Malick, "To The Wonder"daki tavrı ile, aşk bahçelerine girmiş yaşlı ve bilge bir bahçıvan gibi, bir yandan bahçenin bakımını yaparken diğer yandan öğütlerde bulunuyor bizlere. Hem ilahi aşkı hem de beşeri aşkı anlatmaya çalışıyor. Bir din adamını filmin içine koymasının sebebi de bu. Nasıl ki bir anlatıcı rolü olabiliyorsa, bu filmdeki rahip de "öğütçü" olarak karşımıza çıkıyor. Terrence Malick, bir din adamının ağzından biz insanlara, aşka dair vaazlar ve öğütler veriyor. Karakterlerin iç sesleriyle de birleşince bu öğütlerin hepsi bir anlam kazanıyor. Bu yüzden, belki de filmin en önemli rolünde, Javier Bardem tercihi ile doğru bir karar vermiş. Gerçi Olga Kurylenko ve Rachel McAdams’ın çerçevedeki duruşları düşünülünce, geriye bir tek "Ben Affleck’in yerine kimi koysak daha iyi olurdu?" diye düşünmek kalıyor.

Aşka dair bu kadar çok soru sorduran çok az film vardır. Bu, güçlü bir öyküye sahip olmasından kaynaklanmıyor. Bunun sebebi filmin anlatım şekli, ki özellikle diyalogdan bu kadar yoksun bir filmde Javier Bardem'in ağzından duyduğumuz öğütler üzerine kafa yormak için fazlasıyla vaktimiz kalıyor. O kadar çok metafor var ki arka arkaya. Kalp atışları ve çan sesleri; güneşin sıcaklığını aşkın sıcaklığına benzetmek, bunun üzerinden güneş kullanılarak anlatılan onlarca durum; karakterlerin ruh haline, aşka bakış açısına ve aşka dair tecrübelerine göre değişen çevre; aşkın çeşitli zamanlarının ‘med cezir’ gibi büyük doğa olayları ile anlatılması ve daha birçokları. Neil (Ben Affleck) ve Marina (Olga Kurylenko) çiftinin oturdukları evde eşyaların hiçbir zaman tam olarak yerleşmemesi, etrafta her daim kolilerin duruyor olması; onların sadece evlerine değil aynı zamanda yaşadıkları ilişkiye de tam olarak yerleşemediklerini ve benimseyemediklerini gizliden gizliye anlatıyor bize. Malick’in sinemaya dair başarısı diyebiliriz sadece.

“Aşkın İzleri”ni salonda tek başıma izledim diye söylemiyorum; ama gerçekten, kendinizi sıradan bir romantik filme hazırlarsanız, pek ilginizi çekmeyebilir. Diyalogları ve öyküyü birçok yerde izleyici tamamlıyor, çünkü; net, açık ve doğrudan anlatılan hemen hiçbir şey yok. Filmin bana düşündürdüklerinin hepsini burada yazmaya kalksam durmak zor olurdu. Özellikle de Malick filmlerine aşina iseniz bu film kesinlikle gidilip yerinde, yani sinemada, görülmesi gerekir; ama sinemaya sadece "biraz kafamız rahatlasın" diye gidiyorsanız, sonunu getirmeniz zor olabilir.

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın