HAARP, Pentagon'un kontrolünde ve ABD ordusunun hizmetinde olan önemli bir projedir.

17 Ağustos depremi doğal afet değil mi ?

Yüksek Frekanslı Etkin Güneşsel Araştırma Programı veya kısaca HAARP; Amerika Birleşik Devletleri Silahlı Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri ve Alaska Üniversitesi tarafından ortak yürütülen iyonosferin özelliklerini ve davranışlarını araştırmak üzere Alaska'da sürdürülen çalışma. Bu fikir, ilk kez Sırp asıllı ABD'li bilim adamı Nikola Tesla tarafından ortaya atılmıştır.

Bu projenin hayata geçirilmemesi için birçok ülkede kampanyalar olmuştur. Çünkü HAARP projesi iklim kontrol ve yapay deprem silahı olarak kullanılabilme iddialarından dolayı çok tartışmalı bir konu halini almıştır.

Alaska'daki HAARP antenleri
Alaska'daki merkezde şu anda, yüksek frekansta radyo sinyali yayınlayabilen toplam 180 adet anten bulunmaktadır. Bunların yanı sıra, çok yüksek frekanstaki sinyallerle ilgili çalışmalarda kullanılacak olan bir radarın yapılması da planlanmaktadır.

HAARP projesi kapsamında, iyonosferin ısıtılması yoluyla VLF (çok düşük frekans) dalgaları da üretilmektedir.

Elektromanyetik dalgalar üzerine birçok deneyin yapıldığı bu alan uçaklar için çok tehlikelidir. Bu yüzden HAARP tesislerinde, uçak kontrol sistemi kurulmuştur. Herhangi bir uçağın yaklaşması durumunda antenlerin faaliyetleri otomatik olarak durdurulmaktadır.

NİKOLA TESLA
Tesla 6 tane dil bilen, 800 tane patentli icadı olan, muhteşem bir hafızaya sahip dehaydı. Yaptıklarından birkaç tanesini sıralayalım. Mesela sanılanın aksine radyoyu Guglielmo Marconi değil Tesla bulmuştur. Edison'dan daha az tanınmış olması çok şaşırtıcıdır. Çünkü Edison Tesla'nın muhteşem fikirlerini çalmıştır desem yanılmış sayılmam. Alternatif akım, flüoresan, X-ışınları, uzaktan kumanda, kablosuz iletişim... vs. gibi bir çok icatta da Tesla'nın ismi geçer. Bunların yanı sıra çok çılgın fikirleri de vardır. Hatta bazıları bu gün bile anlaşılamamıştır. İşte o fikirlerden birkaçı;

Savaşlara son verecek süper savunma kalkanı, elektriğin kablosuz iletimi ( iyonosfer tabakasını kullanarak tüm dünyayı aydınlatmayı amaçlıyordu ve bu da demek oluyor ki bütün dünya için bedava elektrik ), meteorolojik koşulların kontrolü, insan bedeninin enerjisiyle çalışabilen araçlar ve deprem makinaları gibi bir çok fikir. Şu hikayeyi belki duymuşsunuzdur ama ben yine de aktarayım.

"1910'ların başında bir gün cebinde ufak bir cihaz olan orta yaşlı bir adam New York'um Wall Street'inde tamamlanmamış bir inşaata girdi. Cihazını çelik kirişlerden birine bağladı. Bir süre bir takım ayarlar yaptı. Cihaz çalıştıktan sonra çelik yapı gıcırdamaya ve sallanmaya başladı. Sallanma öyle bir hal almıştı ki inşaat işçileri panik içinde en alt kata koşturdular. Az sonra polis de gelince adam cihazı cebine koydu ve binadan ayrıldı. Görgü tanıkları sallantının 10 dakika daha sürmüş olması halinde binanın yıkılacağını söylemişlerdir."

Ve aynı adamın 15 yıl önce yanlışlıkla New York'taki birçok bloğu içine alan bir mahalleyi de salladığı rivayet edilir. Hatta o zaman polisin laboratuvarına baskın yaptığında bir nevi osilatör olarak adlandırabilecek cihazın bu kişi tarafından balyozla kırıldığı ve polise teslim edilmediği iddia edilir."

İşte hikayede geçen bu adam da anlaşılacağı üzere Nikola Tesla'dır.

Tesla I. Dünya Savaşı sırasında Alman denizaltılarının yerini saptamak için radar dalgalarını bulmuştur fakat o zamanlarda Amerikan Deniz Kuvvetleri'ne bu öneri saçma geldiği için radar cihazı 25 sene gecikmeli olarak bulunmuş oldu.

1930'larda 200 km ötedeki bir uçağı düşürebilecek elektromanyetik şua gönderen bir top icat ettiği söylenir ama bununla ilgili herhangi bir belge yok Fakat 1943'te Tesla ölünce evini basan FBI'ın Tesla'nın bütün evraklarına el koymuştur. Bugüne kadar bu belgelerin hangi aşamada değerlendirildiği nasıl kullanıldığı birer muamma. ABD'de "çok gizli döküman" adı altında saklanan bu belgelerin çok az bir kısmı ailesine teslim edilmiştir. Bu da muammaları derinleştiriyor sanırım.

Ayrıca Philadelphia deneyi de Tesla'nın bir ürünü. Bilmeyenler için kısa bir özet geçecek olursak. Deneyde bir gemi 600-700 km yol almış 5 dakika içerisinde dünyanın çeşitli yerlerindeki limanlarda aynı anda görülmüş. Gözlemcilerin raporlarına göre mürettebat geminin duvarları içerisinden geçebiliyor hatta birçoğu da gemiyle bütünleşmiş bir vaziyette duruyorlarmış. Gemi ise sonradan bulunamıyor. Hatta bazı teorisyenler günümüzde görülen ışıklı gök cisimlerinin UFO değil de bu deneyin bir parçası olduğunu düşünmekte.

HAARP Projesine geri dönecek olursak bu projede de Nikola Tesla'nın parmağı vardı. Tesla'nın fikirleri doğrultusunda geliştirilen bu çalışma şunlara neden oluyor;

-2.000 km öteden insanları etkileyebiliyor. Mide bulantısı , kusmaya yol açabiliyor ve insanları yön tayini duyularını etkileyebiliyor.

-Yaydıkları elektro manyetik dalgalarla kitle imha silahları kullanmadan düşman elektronik sistemlerini felç edebiliyor.

-İyonosfer tabakası kendi haberleşme sistemi bozulmadan karşısındakinin haberleşmesini hatta küresel haberleşmeyi bozacak şekilde etkilenebiliyor.

-MR cihazı kullanır gibi yerkürenin kilometrelerce altının röntgenini çekebiliyor ve yeraltı askeri tesisler ile doğal kaynakları saptanabiliyor.

-Küresel meteorolojik değişiklikler yaratmak mümkün olabiliyor.

-Haberleşme ve casus uyduların imhası mümkün olabiliyor.

-Dünyanın çok uzak köşelerindeki TV, radyo ve haberleşme sistemlerini etkilemek mümkün olabiliyor.

-Canlıların temel DNA kopyalanmasının etkilenmesi mümkün olabiliyor.


Nikola Tesla'nın bundan 100 yıl öncesinde bulmuş olduğu prensiplerle çalışan bu silah sistemleri birçok ilginç alana uyarlanabiliyor. Bundan 100 yıl önce bir mahalleyi sallayabilecek derecede bir araç geliştiren bu adamın fikirleri bugün eğer sadece tek bir gücün altında ise ve bu fikirlerin daha da geliştirilip çoğaltıldığını düşünürsek şayet insanı ürkütüyor doğrusu.

Yukarıda saymış olduğum bu maddelerde insanlar üzerindeki fiziksel ve ruhsal  etkilerini sağlamada önemli olabilecek bir araç var ki bu insanı daha da bir korkutuyor. O da artık büyük küçük herkesin elinde bulunan cep telefonları. Cep telefonlarının anten vericileri sayesinde Tesla'nın fikirlerini kötü yönde kullanırlarsa eğer insanlığın hangi boyutlara taşınacağını az çok hayal edebilirsiniz.

Nikola Tesla'nın insanlığın yararına olacak bir projesi daha vardı. O da yazımın başında değindiğim deprem makinaları. Tesla önceden kontrollü olarak deprem yaratarak daha büyük olası depremlerin enerjisini boşaltmayı amaçlıyordu bu icadıyla. İşte bu noktada aklımıza gelen soru da şu dünyada olmaması gereken yerlerde meydana gelmiş depremlerde bu çalışmanın bir ilgisi var mı acaba ?

Deprem kuşağında olamayan Almanya, Hollanda, Belçika üçgeninde 13 Nisan'da meydana gelen depremler acaba HAARP'ın bir projesi miydi ?

Çin'in Taşgan bölgesinde ABD'nin bağımsızlık ilanından tam 200 yıl sonra aynı anda meydana gelen depremde 250.000 kişi öldü.

2001 Haziranında G-8 toplantısı yapılan İtalya'da toplantıyla aynı anda Etna Yanardağı faaliyete geçti.

1995'te Tokyo metrosundaki sarin gazı terörünü yaratan Aum tarikatının kainatın sonunu getirecek felaket silahları üzerine çalıştığı ve Tesla'nın silahlarıyla da ilgilendikleri iddia edilmişti. Aum lideri 17 Ocak 1995'te meydana gelen Kobe depremini 9 gün önceden tahmin ettiği iddia edilmektedir. Bu depremde şehrin kobay gibi kullanılıp dünyanın içindeki enerjinin Tesla'nın elektro manyetik dalgalarla açığa çıkarıldığı da bu tarikat üyeleri tarafından söylenmektedir.

28 Mayıs 1943'te Batı Avusturalya'nın hiç deprem olmayan Leonora-Laverton bölgesinde 3.7 ölçeğinde deprem oldu. Önce bunun bir meteoroid çarpması olduğu düşünüldü fakat bu bulgu kanıtlanamadı. Görgü tanıkları depremden biraz sonra gökte iki saat kadar süren portakal ve gümüş rengi bir aydınlanmanın oluştuğunu söylediler. Sonra aniden bu ışık kayboldu. Depremin merkez üssünün hemen yanında bir süre evvel bir kısım Aum tarikatı mensubunun bir çiftlik satın almaları ve bazı nükleer fizikçileri buraya getirmeleri acaba bir rastlantı mıydı sorusu akıllara geliyor ?

HAARP'ın internet sitesi de mevcut indüksiyon manyetometresi bilgilerine ulaşabilirsiniz. İstediğiniz bir tarihi giriyorsunuz ve o tarihin grafiğini size sunuyor.

(7 Mayıs 2011) grafiği şöyle;


17 Ağustos depreminin iki gün öncesinin grafiği şu şekilde;


Depremden bir gün öncesinin grafiği de şöyle yani 16 Ağustos 1999.Grafikteki artışı fark etmişsinizdir ve 20:00'dan sonraki siyahlığı.


Fakat asıl önemli olan 17 Ağustos tarihinin grafiklerini açmak istediğinizde ise garip bir sayfayla karşılaşıyorsunuz.

17 Ağustosla ilgili veri bulamıyor sayfa nedense. Depremden bir gün sonrasının kayıtlarında ise öğle saatlerine kadar bir şey göremiyorsunuz ve sonrasında da giderek azalmaya başlayan bir grafik var.


ABD’nin üçüncü uzay teleskobu Chandra’yı yörüngeye taşıyan Columbia uzay mekiği 23 Temmuz 1999 tarihinde Kennedy üssünden Türkiye saatiyle 07:31’de fırlatıldı.NASA tarihinde ilk kez kadın pilot Eileen Collins’in komutasında uzay görevine başlayan Columbia fırlatıldıktan birkaç saat sonra Chandra X-ray teleskobunu yörüngeye bıraktı. Bu teleskop kara delikleri, çarpışan galaksileri ve supernovaların kalıntılarını incelemek için kullanılacak. Kasım 1998′den beri ertelenen görev, sadece bu hafta iki kere ertelenmişti)

ABD dünyanın ve kendi insanlarının tepkisini almamak için bu projeyi barışçı “deprem indirgeme” sistemi diyerek, bir yandan tepkileri azaltıp diğer yandan fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenlerle proje önce Avustralya’nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra değişik zamanlarda Kafkaslar’da, Okyanus tabanında ve Güney Amerika’daki Ant dağlarında denendi ve büyük aşama kaydetti.

Bu arada Türkiye, Japonya ve benzeri deprem kuşağındaki ülkelere sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Üniversitelerle ortak projeler geliştirildi, yüzlerce bilimadamına Amerika’da deprem konusunda araştırma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliliği esastı. Bu nedenle tüm ilişkiler paravan araştırma kurumlarında yürütülüyordu. Ancak zaman zaman bilgi sızıntısına olanak verilerek halkın bu konu hakkında bilgi sahibi olması istendi. Kobe’de ve başka yerlerde meydana gelen depremlerin arkasındaki gariplikler çıkar gruplarınca terör ve mafya örgütlerinin işi gibi gösterilmek istendi ve bunda da başarılı olundu.

Ve gün geldi bu sistem Türkiye’de denenmek istendi. Zaten bölge bu amaçla yıllardır sismik espiyonaj altındaydı. Nitekim gelişmeleri takip edenler, depremden hemen sonra, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın girişimleriyle Türk Telekom’un Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletişimini nasıl kestiğini hatırlayacaklardır.

ABD’nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları,Kaliforniya San Andreas fay hattına uygulamaktı. Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsrail’li uzmanlara verilmişti. Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük Üssüne getirilerek oradaki, yeraltı-denizaltı korunaklarına kuruldu. Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değillerdi. Bunu İsraillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünüyorlardı. (Zaten İsraillilerle yapılan askeri tatbikat bu operasyon doğrultusunda önceden planlanmıştır. Çünkü dünyanın ve Türk Milletinin dikkatlerini çekmemek için tatbikat adı altında HAARP-TESLA Deprem Makinesini getirip rahatça kurdular.) Böyle bir makinenin deneneceğini zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Genel Kurmay Başkanı biliyordu, fakat ABD (Siyonistler tarafından yönetiliyor) ve İsrail’liler (Siyonistler) bizimkileri makinenin denenmesi için şu şekilde ikna ettiler : olası İstanbul merkezli bir depremde 100.000 kişinin ölümü, yüz milyar doları aşan maddi kayıp ve Türkiye’nin en az 25-30 yıl geri gitmesi demektir, diyerek bizimkileri ikna ediyorlar.

İsrailliler Amerikalı’larla gece şartlarında elektro-sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı. Deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu farketmeyecekti. Bu amaçla Gece Şahini Tatbikatı’nın (Operation Night Hawk) saat 03:00’te başlaması planlandı. Gece saat tam 03:00’te düğmeye basılacak ve Gece Şahini devreye girecekti. O an uzay filmini andırır devasa cihazlar çalışmaya başlayacak ve 1-2 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara’nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı. Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı. Ama o gece sabaha karşı birşeyler yanlış gitti. Ve beklenen gerçekleşmedi. Herşey bir anda olup bitmişti. Cenab-ı Hakk’ın Doğası kendini yönetmeye kalkanlardan bir kez daha intikam almıştı. 45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Her yeri bir anda yerle bir etmişti. Zayıflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiğinde, gece saat 03:05’i gösteriyordu. Daha birkaç dakika öncesine kadar korunağın içinde ŞAMPANYA patlatmayı bekleyenler, şimdi korkudan buz gibi donmuş, hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce insan, çoluk çocuk, o an enkaz altında can çekişiyor veya cansız yatıyordu. Bu düşünce ile hepsi ürperdi. Bu asrın en büyük felaketiydi; hem de insan eliyle yapılan bir felaket…

Sessizliği İsrailli komutanın buz gibi emri bozdu: “Lets pack! We’re moving out! Call operation-Q! Right now! Immediately! Stop whinning! Move, move, move!” (Toplanın! Kaçıyoruz! Q planına geçiyoruz. Şimdi..Hemen! Hadi, hadi!!!)

İşte o andan sonra çantalardan çıkan “Q planı” çalışmaya başladı. İlk önce bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik enerjisi felç edildi. 4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve ABD Başkanı Clinton ile irtibat kuruldu. O anda İsrail’de Ben Gurion’un Lod askeri havaalanından 4 adet savaş uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanlığı’na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6’ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagon’dan emir aldılar.

Bu arada ilginç bir şey daha olmuştu. Depremle ilgili haberler birbiri ardına gelirken, bir haber önce görünüp sonra kayboldu. 20 Ağustos Cuma akşamı televizyonlar bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğünü duyurdu. (bu bize Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu ki, bu olayları kimin yaptığını anlamamız için işaretler gönderiyor) Ancak bir süre sonra haber kesildi ve uçağın akıbeti ile ilgili bir daha haber alınamadı.

Olaydan bir gün sonra Deniz Kuvvetleri’nden bir dostum beni aradı ve bu olayda birtakım soru işaretleri bulunduğunu, bu konunun perde arkasını araştırmamı rica etti. Kısa süre sonra ulaştığım bilgiler, gerçekten ilginçti. Uçak, düştükten kısa süre sonra teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah KAPLAN tarafından kurtarılmıştı. Abdullah Kaplan olayı şu şekilde anlatmıştı : “Uçağın düştüğünü görünce derhal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu limanına çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık.”

Bu konu o gece o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4. Botunun sorumluluk alanındaydı. Araştırmalar Sahil Güvenlik’in bu konuyla ilgilenmediğini ortaya çıkardı. Olay yerine gelen televizyon ekipleri ise şaşırtıcı bir şekilde çekim yapmaktan vazgeçmişlerdi. [patronlarından (İsrail-Siyonistler) aldığı emir gereği] Daha sonra uçağı Zeytinburnu’na yanaştıran balıkçı Abdullah Kaplan, olayı Kumkapı’daki Gümrük Muhafaza’ya iletti.

Kısa süre sonra tutanak tutuldu. Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuğuna pişman oldu.Uçağın sahibi İsrail asıllı biriydi. O gece ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı.

Deprem için 1900’lerin başından beri Nicola TESLA adındaki Sırp asıllı bir bilimadamının buluşu olan “elektromanyetik endüksiyon tekniği” (TESLA Makinesi) kullanıldı. Makinenin ABD Kaliforniya San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanılması düşünüldü. (ABD’lilerin asgari zarar ve ölümlerinin azaltılması için bazı denekler gerekiyordu, onların gözünde bir hayvandan bile daha değersiz olan bizim gibi insanlar üzerinde denenmesi normaldi.) Neden Türkiye diye soracak olanlar için ise; – Türkiye de ne yaparsan yap kimsenin umurunda olmaz, birkaç tane yetkiliyi ikna ettikten sonra her türlü deneyi yapabilirsiniz, bilinçli insan sayısı azdır, genelde okumamış cahildir, araştırmazlar kadercidirler, Kaliforniya San Andreas fay hattının dünyada tek eşi benzeri özelliklere sahip olan ikiz kardeşi Kuzey Anadolu fay hattıdır, karakterleri aynıdır.

Ancak ABD-İsrail’in bölge ile ilgili bu hareketliliği ne kadar gizli olursa olsun bazı kaynaklara sızmasını engelleyemedi. Kanadalı bir bilimadamı her nasılsa bu gizli verilere ulaşarak, bölgede bir deprem olacağını ve bunun için bölgenin takip altına alındığını anladı. Ve bunu kendi amaçları doğrultusunda yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı. Ancak ne bu bilimadamına, ne de yayınına daha sonra nedense kimse dikkat etmedi.

Gölcük Donanma Komutanlığı’nda görevli asker, astsubay ve subaylar, Donanma karargahında garip birşeyler olduğunu farketmişlerdi. Bu konuyla ilgili bilgiler de nasıl olduysa yukarıda ismini zikrettiğimiz dergide yer almıştı. Peki İsrail askerlerinin bu projedeki yeri neydi? İsrailli askerler ve üst düzey subaylar o gece Gölcük’te ne arıyorlardı? Bu devir teslim töreni her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi. Uluslar arası bir kimliği yoktu. Ama İsrailli subaylar ve üst düzey yetkilileri oradaydı! Peki ne arıyorlardı Gölcük’te?

Bunun nedenini şimdi daha iyi kavrayabiliyoruz. Çünkü bu proje İsraile ihale edilmişti. Bizimkilerin ise bir şeyden haberi yoktu (Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genel Kurmay Başkanı hariç). Bize güvenen de yoktu zaten. Ancak o gece nedense hiç kimse İsraillilere, bugüne kadar hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını sormadı. Ya şaşkınlıktan ya da telaştan, enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardım için geldikleri şeklindeydi. Hemen bir hastane kurdular. Yaralarımızı sarmaya yardımcı olmak için daha sonra o bölgede bir yerleşim merkezi kuracaklarını açıkladılar. (İsrailliler bizim kara kaşımıza kara gözümüze mi hayranlar, bizi çok mu seviyorlar, bizi çok sevdikleri için mi Türkiye’nin doğusunu kendi toprakları olarak gösteriyorlar. Arz-ı Mev-ud, Vaad edilmiş topraklar Büyük İsrail Devleti). Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri malzemeleri çıkararak götürmekti. Gerisi paravan operasyondu. Bizde “Bak şu İsrail’e, helal olsun, hemen yardımımıza koştu” diyerek sevindik.

Bu operasyon neden gündüz değil de gece olmuştu? Çünkü olacakları kimsenin görmemesi ve gözlemci riski ise en az düzeyde olduğu için gece oldu. Gece saat 03:00’te operasyonun başlaması için yeşil ışık yakıldı. TESLA Cehennem makinesi yer altındaki sığınakta ve deniz altında çalışmaya başlamıştı. En geç 1-2 dakika içerisinde gücü en üst düzeye ulaşmış olacaktı. Aynen de öyle oldu. Makine gürültüyle enerji toplamaya başlamıştı. Bu sırada, Avustralya’da ve Okyanusta bu tür suni depremler öncesinde görülen elektrik boşalması, hava yarılmasından oluşan ışıklar ve patlamalar oluştu atmosferde. Ve arkasından da makinenin boşalması ile birlikte yer yarıldı ve oluşturulan enerji doğaya aktarıldı.

Ancak hesapta doğanın (Cenab-ı Allah’ın) oyunu yoktu. Oluşan deprem hem beklenenden çok uzun süreli, hem de çok daha güçlü çıktı. Şiddeti 7.4’e ulaştığında Amerika’da aletler 7.8’i gösteriyordu. Ve büyük bir patlamayla her şey kontrolden çıktı. TESLA deprem makinesi, depremin enerji gerilimine dayanamayıp parçalandı ve ortaya çıkan güç yeraltında muazzam bir patlamaya neden oldu. Ve bu yer altı labaratuvarının tam üstündeki, herşeyden habersiz uyuyan yüzlerce askeri barındıran ve 8 şiddetindeki depreme dahi dayanıklı olması gereken askeri tesisler un-ufak olarak dağıldı. (demek ki deprem 8’den daha şiddetli oldu) (ABD’li ve İsrailli Siyonistler bir insan olarak Cenab-ı Allah’ın doğa olaylarına karışamayacaklarını anlayamamışlardı,)

Bir tedbir olarak tüm bölge ve hatta bütün İstanbul 4 saat süreyle bir haberleşme ablukası altına alındı. Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi. Kimsenin birbiri ile haberleşmesi istenmiyordu. Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin “benim de telefonlarım kesikti” (Türkiye’de bütün her yerin telefonları dahi kesilse önemli kurumların kesilmez çünkü uydu telefonları vardır. Ama uydu iletişimini dahi kestiler) şeklinde garip bir açıklama yapacak ve biz de buna bir anlam veremeyecektik. Demirel tam bir şaşkınlık içindeydi. (Cumhurbaşkanı’nın şaşkınlığı normaldir çünkü o na böyle bir şeyin olacağı ihtimali söylenmemişti. Bu olay duyulur ise Türk halkına nasıl izah edeceğini bilmediği için şaşkınlık içinde idi.) (Hoş bu olay ortaya çıksa bile bu olayı terör örgütü veya mafyanın yaptığı açıklaması yapılacaktı.)

Ne yapacaklarını bilmedikleri için ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan saatlerce bir şey diyemedi, demeç veremediler. “Üzgünüz” dahi diyemediler. Ancak sabah saat 09:00 sularında televizyon ekranlarının karşısına geçip halka üstün körü bir açıklama yapabildiler. Durum vahimdi. Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakıf olan yardımcılarından ve olağanüstü Milli Güvenlik konseyinden görüş alıyor ve Türkiye’ye nasıl yardım edileceğini hesaplıyordu. Hemen gerekli sıhhi yardım ekipleri organize ediliyor ve bölgedeki tüm Amerikan askeri birlik ve filolarına Türkiye’ye doğru hareket emri veriliyordu. Amerika diyetini Türkiye’ye tam destek vererek ödemeye çalışıyordu adeta.

Bu arada devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu. Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket halindeydi, panik yoktu. Herşey kontrol ve koordinasyon altındaydı; bir tek Türkiye dışında. Bizde ise sanki bu emrivaki felakete karşı nasıl tavır almaları gerektiğine bir türlü karar verilemiyor; kararsızlık içinde bocalayarak büyük bir gizlilik içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batı’da bu hareketlilik yaşanırken bölgede de çok hızlı ve çok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes kendi derdine düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu. Böylece bu işi planlayanlar, gecenin karanlığından da yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran TESLA makinesinin kalıntılarını toplayıp, yer altı ve yerüstündeki tüm delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki de insanları canlı canlı gömerek tüm izleri yok etmeye çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla Rus araştırma gemisi dahi sabah saat 06:30’da bölgeye vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı. Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu.

Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel’in bölgeye gitmelerine izin veriliyordu. Onların dahi ne bölgeye uçuşlarına, ne de telefon irtibatı kurmalarına izin vardı. Sanki koskoca İstanbul ve Kocaeli bölgesi uzaydan gelen yaratıklar tarafından abluka altına alınmışçasına tam bir haberleşme karanlığına sokulmuştu. Tek bir telefon dahi çalışmıyor, elektrikler verilmiyordu.

Ancak Ecevit ve Demirel, belki de olan biteni içlerine sindiremediklerinden (olmayan vicdanlarının azabı çektikleri için, yıllardır bu milletin sırtından geçindikleri için) olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce insanımızın da acısıyla bir türlü rahat hareket edip halkla bütünleşemiyorlardı.

(Eğer olay ortaya çıkmış olsa idi bu olay PKK terör örgütünün üzerine atılmak sureti ile geçiştirilecekti. Bu doğrultuda CNN haber spikeri Patronları olan ABD-İsrailli Siyonistlerden aldığı emir doğrultusunda Ecevit’e şu soruyu yöneltiyordu.) CNN haber spikerinin “depremin ardında PKK mı var?” sorusuna, Ecevit ona “siz ne saçmalıyorsunuz, deprem ile PKK’nın ne alakası var? Bu deprem Cenab-ı Allah tarafından gönderilen bir doğa olayıdır!!” demesi gerekir iken, diyemiyordu. Sadece spikerle göz göze gelmemeye dikkat ederek “sanmıyorum” gibi o günlerde bizi epeyce şaşırtan bir ifade kullanıyordu.

Peki, Amerika ne yaptı sonra? Hemen tüm imkanlarını Türkiye için seferber etmedi mi? Clinton Amerikan halkından Türkiye’ye yardım etmelerini istemedi mi? Kasım’da Türkiye’ye geleceğini ilan edip, Ecevit’in de bu arada Amerika’ya kendini ziyarete geleceğini haber vermedi mi? Ecevit belki de Amerika’ya bu felaketin ve binlerce şehidin diyetini konuşmaya gidecekti. Nitekim gitti de. Ardından Clinton Türkiye’ye gelerek deprem bölgesini ziyaret etti, insanlarla konuştu, bizleri çok sevdiği imajı verdi, bebekleri kucağına alıp sevdi, onlara hediyeler ve yardımlar verdirdi. (bizlerde; ABD-İsrailli Siyonistler bizi ne kadar çok seviyorlar mış dedik) ABD’nin bu aşırı ilgisi sadece bir müttefik olmasıyla açıklanamazdı.

Bu arada, acaba hükümet içinden sızan bilgiler, bazı bakanların özellikle MHP kanadının yabancılara karşı saldırgan tavır takınmalarına neden olmuş olamaz mı? İlk anda çok yadırgadığımız Sağlık Bakanı Osman DURMUŞ’un “yabancılara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam” demesini şimdi yadırgayabiliyor musunuz? ABD’nin saygın gazetelerinden New York Post’un haberine bir de bu gözle bakın:

“Türk hükümeti, ABD’nin Deniz Hastanelerini kullanmıyor…
Türkiye’deki şiddetli depremde 27.200’den fazla kişi yaralandı. Ancak yetkililer tarafından dün yapılan açıklamada, depremin meydana geldiği tarihten itibaren geçen iki haftalık süre içinde ABD tarafından gönderilen Deniz Kuvvetleri’ne ait üç adet yüzer hastanede henüz tek bir hastanın bile tedavi edilmediği bildirildi.

Türkiye’ye gönderilmiş olan uluslar arası yardımın çoğunun kullanılmaması Ankara’daki hükümetin eleştirilmesine neden oldu.

Türkiye’de yayınlanan Radikal gazetesi dünkü sayısında, 750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin üç gün süreyle gümrükte tutulduğunu yazdı.

ABD gemilerinin İzmit’e varışından önce Türkiye Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un, bu gemilere ihtiyaç olmadığına ilişkin sözlerine geniş bir şekilde yer verildi.

Ancak ABD Büyükelçiliği, aralarında 600’den fazla yatak taşıyan Kearsarge adlı geminin de bulunduğu üç adet yüzer hastaneyle ilgili olarak bir uyuşmazlık yaşanmadığını bildirdi.”
OGÜNhaber