Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) tarafından düzenlenen Adalar Denizi ve Yunanistan ile Komşuluk İlişkileri Sorunları Sempozyumu’na video kayıt ile katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve sempozyumda konuşan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Yunanistan ve Kıbrıs’a ilişkin net mesajlar verdi.

Erdoğan, Tatar ve Akar’dan Yunanistan’a net mesajlar

Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından düzenlenen Adalar Denizi ve Yunanistan ile Komşuluk İlişkileri Sorunları Sempozyumu, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, İzmir Valisi Yavuz Selim Köşger ve DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar’ın katılımıyla gerçekleşti. Sempozyuma KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın yanı sıra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Musa Avsever, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Adnan Özbal ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Küçükakyüz de katıldı. Sempozyuma video kayıt ile katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve sempozyumda konuşan KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Yunanistan ve Kıbrıs’a ilişkin net mesajlar verdi.

“TÜRKİYE, MÜCADELEDE TEK BAŞINA BIRAKILMIŞTIR”
Sempozyuma video kaydı ile katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Atalarımızın Adalar Denizi olarak adlandırdığı Ege Denizi tarih boyunca şarkılar söylenen bu güzel deniz iş birliği ve barışın sembolü olması gerekirken maalesef son yıllarda insani trajedilerle gündeme gelmektedir. Suriye’de yaklaşık 11 yıldır süren iç savaş ve katliamlardan kaçan binlerce göçmen Ege Denizi’nde hayatını kaybetmiştir. Bundan 6 yıl önce minik bedeni sahile vuran Aylan bebek modern dünyanın utanç vesikası olarak hafızalara kazınmıştır. Başta Avrupa olmak üzere batılı ülkeler Aylan bebeğin dramından gerekli dersleri çıkarmamıştır. Mültecileri kendi topraklarından güven ve huzur içinde yaşatacak adımların hiçbirisi atılmamıştır. Türkiye, Suriye kaynaklı düzensiz göçü engellemesine yönelik verdiği olağanüstü mücadelede tek başına bırakılmıştır. Suriyeli mazlumlara kapanan kapıların ülkemizde darbe girişiminde bulunmuş, 251 vatandaşımızın kanını dökmüş FETÖ’cü canilere sonuna kadar açılması ise insanlık adına hicap kaynağıdır” ifadelerine yer verdi.

“SUHULETLE DAVRANIYORUZ”
Bu tablo karşısında Yunanistan’ın, Türkiye’nin iyi niyetli çabalarına anlamlı katkı sunmak yerine maksimalist politikalarına hız verdiğini söyleyen Erdoğan, şöyle konuştu:
“Mülteci krizi iki ülke arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesine vesile olabilecekken bu tarihi fırsat Yunanistan’ın uzlaşmaz tavrı sebebiyle heba edilmiştir. Türkiye olarak tarihte olduğu gibi bugün de Ege Denizi’ni gerilim ve çekişmeden ziyade barış ve dostlukla anılmasını arzu ediyoruz. Bu anlayışla şimdiye kadar gerilimi artıracak taraf olmamaya özen gösterdik. Deniz yetki alanları, Adalar’ı gayri askeri statüsünün ihlali ve Navtex ilanları başta olmak üzere komşumuz Yunanistan’ın tansiyonu yükselten adımları karşısında daima suhuletle davranıyoruz. Meselelerimizi müzakere ile çözülmesine öncelik verdik. Tarihten ve uluslararası hukuktan meşru haklarımızı sonuna kadar savunurken, diplomasiye alan açmayı asla ihmal etmedik. Bugün de bu müspet tavrımızı koruyoruz. Komşumuz Yunanistan’ın hak ve menfaatlerimize saygı göstermesini, oldu bittilere ve tek taraflı eylemlerden kaçınmasını bekliyoruz. Evlatlarımıza sorunlar yumağı yerine daha istikrarlı daha huzurlu daha güvenli bir gelecek bırakmak istiyoruz. Kendi alanlarında uzman kişilerin katılımıyla gerçekleştirilen bu sempozyumu bizlere bu arayışımızda yol göstereceğini düşünüyorum.”

“KIBRIS’I GASP ETTİLER”
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar da sempozyumda önemli açıklamalarda bulundu. Tatar, “Bir Lozan Anlaşması var, o Lozan Anlaşması’nda zaten bir takım bize göre o zamanın şartlarında gönlümüzde olmayan şeyler verilmiştir ama zaman içerisinde hadsizlik ve gerçekten insanlık dışı hareketlerle onun üstüne koymaya devam edilmiştir. Bunları Türkiye’mizin kabul etmesi mümkün değildir. Bu açık ve nettir zaten ama Kıbrıs’a baktığımızda gerçekten orada da bunların ötesinde oyunlar oynanmaktadır. Ada bizim. 80 bin şehit vererek aldığımız Kıbrıs Adası’nın elimizden nasıl sinsice alınmaya çalışıldığını hepimiz biliyoruz. 1878’de o zaman Osmanlı Devleti’nin sıkıntılarıyla İngiltere’ye kiralanması; ama o anlaşma itibariyle geçici bir dönem olarak kiralanıyor. ‘Eğer İngiltere Kıbrıs’tan çıkacaksa Kıbrıs tekrar Osmanlı Devleti’ne veya onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’ne iade edilecektir’ şeklinde orada hükümler vardır. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin veya Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’nda Almanya ile beraber hareket etmesini fırsat bilerek Kıbrıs’ı gasp ediyorlar 1914’lerde” ifadelerini kullandı.

“TÜRKİYE HER ZAMAN TARAFTIR”
Kıbrıs’ın gasp edilmesinin hukuken doğru olmasa da yapıldığını dile getiren Tatar, “1923 Lozan Anlaşması’na göre Türkiye her zaman taraftır. Yani şimdilerde Kıbrıs meselesi müzakere masalarında görüşülürken Türkiye sadece bir garantörcü olduğu değerlendirilmektedir. Türkiye, Kıbrıs kuruluş anlaşmalarında elbette garantördür ama aynı zamanda Lozan Anlaşması’nın 16. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı Devleti’nin devamı olduğu için mutlaka her masada taraftır. Zaten öyledir. On yıllarca federal temelli bir anlaşmayla üniter bir devlet, esas itibariyle tek egemenlik ve çoğunluğun azınlığı yöneteceği, Avrupa Birliği oyunu ile-çünkü hukuk dışı tek taraflı olarak Avrupa Birliğine alınması ve o günden bugüne meselenin daha da düğümlü hale gelmesidir-bir düğüm daha atıldı. Oynanan oyun; bir federal çatı, o federal çatı Avrupa’nın içerisinde tek egemenlik-ve zaman içerisinde Türkiye’den kopartılmasıdır. Türkiye’den kopartılmasıyla orada Kıbrıs’ın nasıl bir hal alacağını tabii ki çok kolay değerlendiririz” dedi.

“MÜSAADE ETMEYECEĞİZ”
“Artık yeni siyaset, yeni anlayış, benim cumhurbaşkanı seçilmemden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin de tam desteği ile egemen eşitliğe dayalı, yan yana yaşayan iki ayrı devletin işbirliği ile ancak Kıbrıs’ta bir anlaşma olabileceğini var gücümüzle bütün dünyaya haykırmaya çalışıyoruz” diyen Tatar, “Bu, bazı sıkıntıları yanında getiriyor. Birleşmiş Milletler, 50 yıldır hala eski parametrelerle, yani iki bölgeli ve iki toplumlu bir federasyonla Kıbrıs Türklerinin Türkiye ile bağlarını koparılmasına kadar gidecek bir yoldur. Bizim bunu kabul etmemiz mümkün değildir. O federasyon çatısı altında eşitlik temelinde bir anlaşmayı Kıbrıslı Rumlar hiçbir zaman kabul etmemiştir. Oralarda oynanan oyun; zaman içerisinde serbest dolaşım, serbest yerleşim, serbest sermaye hareketleri ve dolayısıyla Kıbrıs’ın kuzeyini ele geçirmeleri ve Kıbrıs’ın kuzeyinde kuracakları hakimiyetle Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki, Mavi Vatan’daki hem kıta sahanlığı hem kara suları hem ekonomik bölge hem hava etkinliği, yani her boyutu ile Türkiye’yi kuşatmak. Buna zaten müsaade etmeyeceğiz” dedi.

“ARKAMIZDA 85 MİLYON GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE CUMHURİYETİ VAR”
Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için çok oyunlar oynandığını ifade eden Tatar, “Hep bu hayalle yaşadılar. Bizler bütün bunlara direndik, direnmeye devam edeceğiz. Çünkü bizim arkamızda 85 milyon güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti var. Bizim ana vatanımız ve bu bölgenin en büyük, en güçlü ülkesi olan Türkiye Cumhuriyeti, hamdolsun güçlenerek devam ediyor. Bütün bu denizlerde, büyük Akdeniz’in mavi sularında bizim Kıbrıs Türk halkı olarak bunları yapabilmemiz mümkün değildir. Biz Türkiye Cumhuriyeti ile beraber, tarihten gelen haklarımızın korunmasında işbirliği halinde politikamızı sürdüreceğiz. Bizi Türkiye’den kopartmak, Avrupa Birliği içerisinde güya federal bir çatı altında böyle bir yolun yol olmadığını, böyle bir yolun hem Kıbrıs Türk halkının ortadan yok olması, aynı zamanda da Türkiye Cumhuriyeti’nin Akdeniz’de hakimiyetini ve varlığını tehlikeye atabilecek bir sürece bizlerin onay vermesi mümkün değildir. Bu siyaseti derinlemesine incelemek, karşı tarafı her ayrıntısıyla takip etmek ve izlemek bizlerin de görevidir. Bizim yolumuz doğru yoldur, bizim yolumuz milletin yoludur. Bizim yolumuz Anadolu’nun yolu, bizim yolumuz Türkiye ile birlikte tarihten gelen kopmaz bağlarımızı muhafaza etmek, onurlu siyaset, var olma mücadelesidir” diye konuştu.

“YAĞMA YOK”
Kıbrıs’ta iki ayrı halk olduğunu vurgulayan Tatar, şöyle devam etti:
“Osmanlı döneminde bizler adanın sahibiydik. Rumlar hiçbir zaman adanın sahibi olmadı. Hiçbir zaman Rumlar Türkleri yönetmedi ama bizlerin ataları 300 yıldan fazla Kıbrıs’ı yönetti. İngiltere Kıbrıs’ı terk ettikten sonra anlaşmalara göre Kıbrıs’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne ilave edilmesi lazımdı ama edilmedi. Avrupa Birliğine alınması da siyasiydi. Nasıl oldu da Kıbrıs’ı hiç kimseye sormadan aldılar? ‘Siyasi kararlar.’ İşlerine geldiğinde ‘hukuk’, işlerine geldiğinde ‘hukuk değil siyasi.’ Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu bir dünya düzenini temenni etmek zorundayız. 5 tane Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi, ‘Öyle buyururlar, öyle olacak. Kıbrıs Türk halkı da yok olacak, gidecek.’ Yağma yok. Biz mücadelemize devam ediyoruz. Güçlü Türkiye de arkamızdadır. Sonuna kadar hakkımızı korumaya devam edeceğiz. Doğu Akdeniz’de bir Türk devleti vardır, adı da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir. Bu devlet; egemenliğini, varlığını, Kıbrıs Türk halkının haklı mücadelesine borçludur.”

“ULUSAL MESELE”
Kıbrıs meselesinin sadece Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumları arasındaki bir mesele olmadığını sözlerine ekleyen Tatar, “Aynı zamanda belli ki Türkiye ve Yunanistan arasındaki dengelerin oluşmasında da bir ulusal meseledir. Dolayısıyla Türkiye, Kıbrıs’ta taraftır. Aksi takdirde Ege’de oynanan oyunlar Doğu Akdeniz’de oynanacaktır. Zaten niyetleri de bellidir. Kendi ulusal menfaatlerimiz gereği bu konularda ortaya koyduğumuz tavrın devam etmesi, herkesin temennisidir” şeklinde konuştu.

“SORUNLAR YAŞIYORUZ”
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da sempozyumda net açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin terörle mücadelesi, Libyalı ve Azerbaycanlı kardeşlerine haklı davalarında destekleri devam ederken, komşusu ve NATO müttefik Yunanistan ile bazı sorunlar yaşadığına dikkati çeken Akar, “Yunanistan ile kıta sahanlığı, karasularının genişliği, hava sahası, FIR hattı, arama kurtarma sahasına yönelik ihtilaflar, Gayri Askeri Statüdeki Adaların (GASA) silahsızlık statüsünün ihlali, Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar (EGAYDAAK) Doğu Akdeniz’de ülkemizin ve KKTC’nin hak ve menfaatlerini göz ardı eden iddialar, provokatif silahlanma girişimleri ve diğer provokatif faaliyetler, Batı Trakya Türklerinin haklarını kısıtlayıcı uygulamalar ve terör örgütlerine verdikleri destek konularında sorunlar yaşıyoruz. Bu sorunlara düzensiz göçten kaynaklı anlaşmazlıklar ve FRONTEX meselesi de eklenmiş durumda” dedi.

“YUNANİSTAN HAKSIZ İDDİALARDA BULUNMAKTADIR”
Akar, Türkiye’nin tüm bu sorunlara uluslararası hukuka, akla, mantığa uygun ve iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde çözüm bulmak için büyük çaba harcadığını belirterek, “Maalesef Yunan muhataplarımız adeta bu çabalarımızı boşa çıkarmak için çoğu zaman gerginliği tırmandıran her türlü saldırgan eylem ve söylemde bulunmayı ısrarla sürdürüyor” dedi. Kıta sahanlığı, karasuları, hava sahası ve FIR hattı sorunlarını hem ayrı ayrı hem de birbirleriyle bağlantılı sorunlar olarak nitelendiren Akar, “Yunanistan Kıta Sahanlığı sınırının Doğu Akdeniz’deki adalar ile Türkiye anakarası arasından geçtiğini ileri sürerek Ege Denizi’nin neredeyse tamamı üzerinde haksız iddialarda bulunmaktadır. Biz Ege’de kıta sahanlığı sınırları belirlenirken, Ege’nin bütün olarak göz önüne alınması ve sınırların uluslararası hukuk kurallarına uygun hakkaniyet ilkeleri uyarınca bir anlaşma ile çizilmesi gerektiğini düşünüyoruz” ifadelerini kullandı.

12 MİL KONUSUNA NET CEVAP
Yunanistan tek taraflı olarak karasularını 12 mile çıkarma isteğine vurgu yapan Akar, “Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkartması durumunda Ege’nin yalnızca 5’te 1’i açık denizalanı olarak kalacak, yaklaşık 3’te 2’si Yunan karasuları haline gelecektir. Yani, ‘12 mil’ demek, neredeyse Ege Denizi’nin tamamının Yunanistan’ın hakimiyetine geçmesi, Ege’nin Yunan gölü haline gelmesi demektir. Böyle bir durumda Deniz Kuvvetlerimizin uluslararası sulardan geçerek Akdeniz’e ulaşması neredeyse imkansız hale gelecektir. Türkiye gemicilik, güvenlik ve Ege’deki kaynaklar açısından önemli zararlara uğrayacaktır. Aynı zamanda üçüncü ülkeler de Ege’den geçerken Yunanistan’dan izin almak durumunda kalacaktır. Türkiye’nin bunu kabul etmesi asla mümkün değildir” açıklamasında bulundu.

“AKIL, MANTIK VE HUKUK DIŞI”
Türkiye ve Yunanistan arasında önemli gerilimlerin oluşmasına yol açan sorunlardan bir diğerini ise Ege Denizi üzerindeki hava sahası ve FIR hattına ilişkin sorunlar olarak tanımlayan Akar, şunları söyledi:
“Hava sahasının sınırı karasuları sınırlarını aşamaz. Ancak Yunanistan, karasuları genişliği 6 mil olmasına karşın 10 mil hava sahası olduğunu iddia etmektedir. Yani, uluslararası sularda bulunan bir gemimiz, karasuyu sınırlarını ihlal etmezken, bu gemiden bir helikopter havalandığı anda hava sahası ihlali yapmış oluyor. Bu akıl, mantık ve hukuk dışı garip iddiayı sadece Yunanistan ileri sürmektedir. Ne tarihte ne günümüzde dünyada böyle bir uygulama yok. Biz uluslararası hukuk kurallarını, akıl ve mantık ilkelerini hiçe sayan bu iddiayı kabul etmezken Yunanistan, karasularını 12 mile çıkarma hayalleri ile hava sahasını daha da genişletme peşindedir. Bunların boş hayaller olduğu görülmeli, bilinmelidir. Yunanistan ayrıca, teknik bir sorumluluk olan Uçuş Malumat Bölgesi [FIR] hattını da kendi egemenlik sahası olarak göstermektedir. 1944 ICAO Şikago Sözleşmesi hilafına Atina FIR’ına giren askeri uçakların uçuş planı vermesini talep etmekte, aksini hava sahası ihlali kabul etmektedir. Ayrıca, FIR hattı sınırını aynı zamanda ‘Arama Kurtarma Sahası’ sınırı olarak kabul ederek Türkiye’nin sahasında da arama kurtarma yapmak istemektedir. Dünyada, uluslararası hukukta böyle bir uygulama söz konusu değildir.”

“YUNANİSTAN HUKUK TANIMAZ TAVRINI SÜRDÜRÜYOR”
Yunanistan’ın Ege’deki Gayri Askeri Statüdeki Adaların uluslararası anlaşmalara aykırı olarak silahlandırmasına da değinen Akar, “Yunanistan, askeri birlik, silah bulundurarak 23 Gayri Askeri Statüdeki Ada’nın en az 16’sının statüsünü ihlal etmekte, her fırsatta başta Lozan Antlaşması olmak üzere uluslararası anlaşmaları aşındırmaya çalışmaktadır” diye konuştu. Yunanistan’ın bu adaları çeşitli tatbikatlara dahil etmeye çalışarak NATO ve üçüncü taraf ülkelerini de kendi iddialarına alet etmeye çalıştığını aktaran Akar, “Yunanistan provokatif tutumunu gereksiz NAVTEX/NOTMAR/NOTAM ilan ederek sürdürmektedir. Bu faaliyetleriyle 1988 Tarihli Türk-Yunan Atina Mutabakat Muhtırası’nda belirtilen ‘Moratoryum Periyodu’nu ve 1976 Bern Mutabakatı’nı ihlal etmektedir. Türkiye’nin diplomatik girişimlerine rağmen bu hukuk tanımaz tavrını sürdürmektedir” dedi.

“KABUL EDİLMESİ MÜMKÜN DEĞİL”
Ege’de bir diğer sorun başlığını ise Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklarla ilgili yaşanan sıkıntılar olarak tanımlayan Akar, “Yunanistan bunlar üzerinde egemenlik hakkı iddia etmekte, hatta bunlardan bazılarını satışa çıkarmaktadır. AB çevre ve enerji programları, arkeoloji ve kadastro çalışmaları gibi uluslararası girişimleri de bu anlamda istismar etmektedir. Bunun gibi tek taraflı fiili adımların kabul edilmesi mümkün değildir. Somut tarihi, coğrafi ve ilmi gerçekler göz önünde bulundurulduğunda tüm bu çabalar, 1832’de 47 bin 517 kilometrekarelik yüzölçümü ile Mora Yarımadası ve çevresinde resmen kurulan ve günümüze kadar 7 aşamada yaklaşık 3 kat büyüklüğe ulaşan Yunanistan’ın yayılmacı anlayışını en açık şekilde ortaya koymaktadır” diye konuştu.

“FAALİYETLERİMİZ SÜRECEK”
“Doğu Akdeniz’de ise Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, yayılmacı iddialarını dayatmaya, yaklaşık 1900 kilometre ile Akdeniz’in en uzun kıyı uzunluğuna sahip Türkiye’yi, Antalya körfezine hapsetmeye çalışmaktadır” diyen Akar, Yunanistan’ın Türkiye’ye 1950 metre Yunanistan’a ise 600 kilometre mesafedeki 10 kilometrekarelik Meis Adası için 40 bin 000 kilometrekarelik deniz yetki alanı talep ettiğine dikkate çekti. Akar, konuşmasını şu şekilde dürdürdü:
“Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları konusunun geçmişine baktığımızda, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin gayrı hukuki eylemlerinin temelini, KKTC ve Türkiye’nin haklarını yok sayarak ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adına ilan ettiği sözde münhasır ekonomik bölge iddiaları oluşturmaktadır. KKTC’nin Kıbrıs adasının etrafındaki doğal zenginliklerin paydaşı ve hak sahibi olduğunu herkesin çok iyi anlaması ve buna göre davranması gereklidir. Yunanistan, uluslararası hukuka aykırı olarak, diğer kıyıdaş devletler ile ikili sınırlandırma anlaşmaları yapmak ve fiili uygulamalarda bulunmak suretiyle, Türkiye’nin doğal gaz ve balıkçılık gibi kaynaklardan yararlanmasını engellemek ve Türkiye’yi uluslararası kamuoyu nezdinde emrivakilerle karşı karşıya bırakmak istemektedir. Buna karşılık olarak bizler de ısrarla Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta, deniz yetki alanlarında, eşit egemen hakların korunması ve kaynakların adil paylaşımının mutabakatla belirlenmesi gerektiğini savunmaktayız. Bu kapsamda KKTC’nin ruhsat verdiği ve kendi deniz yetki alanlarımızda bulunan bölgelerdeki faaliyetlerimiz sürecektir.”

“PES DOĞRUSU”
Rum kesiminde Atatürk’ün anlatıldığı kitabın sayfasının yırtılması kararını da değerlendiren Akar, “Bu çarpık ve düşmanca zihniyetin yeni bir örneğidir. Bu olay kimlerle ve nelerle uğraştığımızı açıkça göstermektedir. Şiddetle reddediyor, şiddetle kınıyoruz. Gerçekten pes doğrusu” ifadesini kullandı.

“HÜSRANLA SONUÇLANACAK YENİ MACERALAR PEŞİNDE KOŞULMAMALI”
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, 9 Eylül’e ilişkin de, "Bugün, yani 9 Eylül, Yunan macerasının bittiği günün yıl dönümüdür. Bu vesileyle bir asır önce girişilen maceranın bedelinin ne kadar ağır olduğu unutulmamalı; hüsranla sonuçlanacak yeni maceralar peşinde koşulmamalıdır" dedi.

“YUNAN VE RUM TARAFINA HİÇBİR FAYDA SAĞLAMAYACAKTIR”
Akar, Adalar Denizi ve Yunanistan ile Komşuluk İlişkileri Sorunları Sempozyumu’nda, Türkiye’nin yıllar boyu sayısız acılara ve haksızlıklara maruz kalan Kıbrıs Türküne karşı darbe sonrasında olası bir katliamı da önlemek üzere 47 yıl önce Kıbrıs Barış Harekatı’nı icra ettiğini belirtti. Bu harekatla adaya barış ve huzurun geldiğini, soydaşların, masum insanların katledilmesinin engellendiğini, adada Türklerin uğradığı zulüm ortadan kaldırıldığını, akan kan ve gözyaşının durdurulduğunu belirten Akar, “Bugüne kadar adada süren barış ve huzurun bu harekatın sonucu olduğu açıktır. Halen de adada barış ve istikrarın teminatı Türk Silahlı Kuvvetleridir. Garantör devlet olan Türkiye’nin adadaki askeri varlığını olduğundan farklı göstermeye çalışmak, Yunan ve Rum tarafına hiçbir fayda sağlamayacaktır” diye konuştu.

“SAHADAKİ GERÇEKLERİ GÖRMELERİNİ İSTİYORUZ”
Adadaki esas sorunu Kıbrıs Türklerinin hakları konusunda Rum-Yunan ikilisinin, 50 yıldır uzlaşmaz tavrını sürdürmesi, Kıbrıs Türkünün hakkını hukukunu hiçe sayması ve eşit varlığı kabul etmemesi olarak tanımlayan Akar, şunları söyledi:
“Türkiye ve KKTC bugüne kadar, barış ve istikrardan yana olduğunu her fırsatta gösterdi. Barış adına, huzur adına üzerine düşeni yaptı, yapmaya da devam ediyor. Türkiye ve KKTC, çözüm için iyi niyetli yaklaşımlarının son örneğini 27-29 Nisan’da Cenevre’de yapılan gayri resmi görüşmelerde bir kez daha ortaya koymuştur. Ancak bu görüşmelerde de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin uzlaşmaz, inatçı, bencil tavrı nedeniyle ilerleme kaydedilememiştir. Burada bir hususun altını çizmek istiyorum; AB kendi ilkelerini çiğneyerek sınır anlaşmazlığı problemi olmasına rağmen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni üye yapmış ve barışa hizmet etmek yerine çözümsüzlüğü desteklemiştir. Bunun şu ana kadar izahı yapılamamış, cevabı verilememiştir. Biz Kıbrıs konusunda üçüncü tarafların objektif olmalarını, sorunların uluslararası hukuk, akıl ve mantık çerçevesinde değerlendirmelerini, AB’nin ve uluslararası aktörlerin de stratejik körlüğü bir kenara bırakmalarını, sahadaki gerçekleri görmelerini istiyoruz, bekliyoruz.”

“KIBRIS BİZİM MİLLİ MESELEMİZDİR”
Denenmiş ve başarısız olduğu görülmüş çözüm önerilerinin tekrar tekrar görüşülmesinden hiçbir sonuç alınamayacağını dile getiren Akar, şöyle konuştu: “Kıbrıs’ta iki devletli, egemen eşitliğe dayalı, yan yana yaşayan ve iş birliği içinde olan bağımsız iki devletin artık tek çözüm olduğuna inanıyoruz. Yani bağımsız, egemen, eşit iki devlet. Bir kez daha vurgulamak isterim ki, Kıbrıs bizim milli meselemizdir. Garanti ve İttifak antlaşmaları doğrultusunda geçmişte olduğu gibi bugün de bütün imkanlarımızla Kıbrıslı kardeşlerimizin yanındayız. Bir oldu bitti ile haklarının gasp edilmesine asla göz yummayacağız. Bu azim ve kararlılığımızın iyi anlaşılması gerekir. Sonuç olarak, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ve Kıbrıs Türkünün yer almadığı hiçbir projenin yaşama şansı yoktur. Ege’de, Doğu Akdeniz’de ve Kıbrıs’ta hak, alaka ve menfaatlerimizi korumakta azimliyiz, kararlıyız ve buna muktediriz.”

“KUZU POSTUNA BÜRÜNEREK”
Türkiye’nin kimseye tehdit olmadığını, Türkiye’nin güvenilir, güçlü ve etkin bir müttefik olduğuna vurgu yapan Akar, “Bizim tek amacımız vatanımızın, milletimizin güvenliğini sağlamaktır” dedi. Türkiye’nin etrafımızdaki sorunlarla ilgilenirken asla “yayılmacı, müdahaleci” bir anlayış içinde olmadığını belirten Akar, “Yunanistan kendi uluslararası hukuka aykırı eylemlerine rağmen Türkiye’yi suçlayıcı açıklamalarda bulunmaya devam ediyor. Özellikle bazı Yunan siyasiler, adeta kuzu postuna bürünerek ve her gün başka bir yerde ortaya çıkarak gerçeklikten uzak iddialarla sürekli sahte gündemler oluşturmaya çalışmaktadırlar. Yunanistan suni bir tehdit algısı oluşturarak bir silahlanma sevdasına kapılmış bulunmaktadır. Yunan siyasiler, kifayetsiz ve hayalci bir yaklaşımla zaten ekonomik sıkıntılar yaşayan Yunan halkının kaynaklarını boş yere tüketmekte, refah seviyesini daha da aşağılara çekmektedir. Yunanistan’ın bu yaklaşımının beyhude bir çaba olduğunu kendi akademisyenleri, bazı diplomatları ve emekli komutanları da ifade etmektedirler” şeklinde konuştu.

“BASKICI UYGULAMALARINA DEVAM EDİYOR”
AB üyesi olmasına rağmen Yunanistan’ın AB değerlerini, insan haklarını ve uluslararası anlaşmaları hiçe sayarak Batı Trakya, Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türk azınlığa yönelik baskıcı uygulamalarına devam ettiğini aktaran Akar, “Yunanistan, bu politikaların bir parçası olarak, uluslararası anlaşmalar ile Batı Trakya Türklerine tanınmış olan temel hakları, türlü yollarla ortadan kaldırmaya devam etmektedir. Son olarak Rodop ilinde 8, İskeçe’de 4 olmak üzere 12 azınlık okulunun faaliyetlerini durdurması yürüttüğü baskı ve yıldırma politikalarının en çarpıcı örneklerinden birisidir” diye konuştu. Yunan makamlarının bu uygulamaları sonucu Batı Trakya’daki Türk azınlık ilkokullarının sayısı son 25 yılda 231’den 103’e düştüğüne dikkati çeken Akar, şunları kaydetti:
“Yunanistan, Türk kimliğinin inkarı başta olmak üzere Türklerin eğitim, dernek kurma, kendi dini liderlerini seçme, vakıflar, ifade ve basın özgürlüğü gibi konularda kısıtlayıcı ve baskıcı uygulamalarını sürdürmektedir. Aynı şekilde Yunanistan, 1913 Atina Anlaşması ve 1920 tarihli 2345 sayılı kanun gereği, Batı Trakya Türklerinin kendi müftülerini seçme haklarını 1985’ten itibaren ihlal etmeye ve müftü atamalarını kendisi yapmaya başlamıştır. Yunanistan bu hukuksuz uygulaması nedeniyle 1999 ve 2006’da iki defa AİHM tarafından mahkum edilmesine rağmen hala anlaşmalara aykırı bu tavrını sürdürmektedir. Batı Trakya Türklerinin kurduğu dernekleri sadece adında Türk kelimesi geçtiği gerekçesiyle kapatan Yunanistan’ın bu eylemleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla da mahkum edilerek tescillenmiştir. Ancak Yunanistan hala AİHM kararlarını uygulamaktan imtina etmektedir. ‘Türk yoktur’ demek, Türklere ait okul ve dernekleri kapatmak, cami açılışlarını engellemek tüm demokratik ve çağdaş değerler ile tarihi gerçekleri inkar etmektir. AB ve üçüncü taraflar bunları ısrarla görmezden gelmektedir. Türkiye, dünyanın neresinde olursa olsun tüm soydaşlarımızın ve mazlumların haklarının takipçisi olmaya devam edecektir.”

“YUNANİSTAN’IN TERÖR ÖRGÜTLERİNE DESTEĞİ VAR”
Yunanistan’ın terör örgütlerine verdiği desteği de hatırlatan Akar, “Yunanistan’ın yıllarca PKK’lı, DHKP-C’li teröristlere topraklarında, Lavrion Kampında eğitim verdiği, onları barındırdığı, şimdi bunlara ilave olarak FETÖ’ye de ev sahipliği yaptığı herkesin malumudur. NATO müttefiki ve komşumuz Yunanistan, bu örgütlere hamilik yaparken terörizmin ve dini fanatikliğin yayılmasından şikayet etmesi çelişkidir, riyakarlıktır” diye konuştu. Tüm dünyayı etkileyen düzensiz göç ve mülteci akınının büyük bölümünün Akdeniz ve Ege havzaları yoluyla gerçekleştiğini dile getiren Akar, “BM verilerine göre dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke Türkiye’dir. Doğal olarak Türkiye göç konusunda ağır bir yük taşımaktadır. Buna karşın bir yandan Yunanistan teröristlerin hamiliğini yaparken diğer taraftan mülteciler konusunda uluslararası hukuka, AB’nin savunduğunu iddia ettiği ortak değerlere ve evrensel ilkelere aykırı ve insanlık dışı uygulamalar sergilemektedir. Ege Denizi’nde kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere göçmenleri acımasız bir şekilde geri itmeye devam etmektedir” ifadelerini kullandı.

“GİZLEMEYE ÇALIŞIYORLAR”
Yunanistan’ın 7 Ağustos’ta Kaş’ın güneyinde üzerinde yaşam olmayan Başak adasına göçmenleri askeri bot ile bırakarak, ölüme terk etmesinin İHA ile saniye saniye görüntülendiğini hatırlatan Akar, şunları söyledi:
“Uluslararası bağımsız örgütlerce de Yunan makamlarının göçmenleri ve mültecileri işkence ve kötü muamele uygulayarak Türkiye’ye yasa dışı yollarla geri ittiği şahitleri ve delilleri ile ortaya konulmuştur. Fakat Yunanistan, geri ittiği göçmenlerin görüntülerini sildirmekten, delilleri yok etmekten dahi çekinmemekte yaptığı hukuksuzluğu gizlemeye çalışmaktadır. Yunanistan, bir AB kuruluşu olan FRONTEX’i hukuk tanımazlığına ve insanlık onuruna aykırı uygulamalarına alet etmekte, çıkarları doğrultusunda bir araç olarak kullanmakta ve açıkça istismar etmeye çalışmaktadır. FRONTEX, AB üyesi ülkelerin komşularıyla olan sınırlarının korunmasını ve güvenliğini sağlamak amacıyla 2004 yılında oluşturulmuş bir AB kurumudur. Yunanistan’ın FRONTEX’i davetinin arkasında, çok kapsamlı ve çok boyutlu Ege uyuşmazlıkları konusuna AB’ni de ortak etme gayreti olduğu görülmelidir. FRONTEX’e bağlı Acil Sınır Müdahale Ekiplerinin ağır askeri ekipmanlarla müdahale ederek sınırı geçmeye çalışan göçmen ve sığınmacı gruplarını geri itmesi, Avrupa’da sivil toplum örgütlerinin de tepkisine yol açmıştır. Batılı tüm dost ve müttefiklerimizin şunu düşünmesi lazım, Türkiye mültecilere ev sahipliği yapmasa, Yunanistan ve onun güdümünde olan FRONTEX gibi insanlık dışı davranışlar sergilese ve 9 Milyon göçmen de AB sınırlarına dayansa idi sonuçları ne olurdu?”

“TÜRKİYE’YE DOĞRU ZORLA GERİ İTMESİ KABUL EDİLEMEZ”
Mülteci sorununu sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda AB başta olmak üzere tüm ülkelerin ortak sorunu olarak nitelendiren Akar, “Yunanistan’ın mülteci konusunda takındığı tavır, NATO’nun da işini zorlaştırmaktadır. Yunanistan’ın sığınmacılara yönelik temel hak ihlalleri, insanlık dışı ve onur kırıcı gözaltı şartları, sığınma hakkı ihlalleri, Yunan sahil güvenliği tarafından alıkoyma ve Türkiye’ye doğru zorla geri itmesi kabul edilemez. Masum insanların Ege’nin soğuk sularında can vermesine neden olan uygulamaları insanlık suçudur” dedi.

“YUNAN MACERASININ BİTTİĞİ GÜNÜN YIL DÖNÜMÜ”
Türkiye’nin bütün iyi niyetli yaklaşımlarına rağmen, Yunanistan’ın hukuk tanımaz, saldırgan, gerginliği tırmandırıcı söylem ve eylemlerine devam ettiğini dile getiren Akar, şu açıklamalarda bulundu:
“Yunanistan, Türkiye’ye karşı temelsiz suçlamalarda bulunarak ve her türlü yalanını, yanlışını ve noksanını AB üyeliğine sığınarak örtbas etme telaşı içindedir. Yunan yöneticilerin kendi halkının refahına mal olacak silahlanma yarışından, gerginliği tırmandırmaktan, uzlaşmaz tavırlardan kaçınması ve bizimle samimi iş birliğine dönmesi en doğru ve gerçekçi bir çözüm yolu olacaktır. Yunan siyasiler kendi halkına kulak verir bizi, bir tehdit unsuru ve rekabet etmesi gereken bir ülke değil de gerçek bir komşu ve müttefik olarak görmeyi başarabilirse, bundan her iki ülke ve bölgemiz kazançlı çıkacaktır. Türkiye, Yunanistan ile samimi ve güçlü ilişkiler geliştirmek istemekte, yaşanan sorunları, güvene dayalı ikili ilişkiler temelinde çözmeyi tercih etmektedir. Üçüncü taraflardan beklentimiz ise Türkiye’nin haklı, hukuka uygun, makul ve mantıklı yaklaşımlarını görmeleri, Yunanistan’ın uygulama ve iddialarını akıl, bilim ve objektif kriterler ışığında değerlendirmeleri, duruma sadece AB dayanışması penceresinden bakmamalarıdır. Biz, Türk ve Yunan halkı arasındaki benzerliklerin farklılıklarımızdan çok daha fazla olduğunun bilinmesi lazım. Aramızdaki sorunların uluslararası hukuka uygun olarak, barışçıl yöntemlerle, iyi komşuluk ilişkileri içerisinde ve karşılıklı diyalog ile çözülebileceğine samimi olarak inanmaktayız.”
Türkiye’nin bununla ilgili büyük çaba gösterdiğini de yineleyen Akar, “Ancak, yine de bir hususu hatırlamakta yarar var. Bugün, yani 9 Eylül, Yunan macerasının bittiği günün yıl dönümüdür. Bu vesileyle bir asır önce girişilen maceranın bedelinin ne kadar ağır olduğu unutulmamalı, hüsranla sonuçlanacak yeni maceralar peşinde koşulmamalıdır. İçten temennimiz, Türk ve Yunan halklarının bölge zenginliklerinden de istifade ederek barış, güven, istikrar ve refah içinde yaşamasıdır“ ifadelerini kullandı.
(Ceren Atmaca - Sinan Yeniçeri /İHA)
OGÜNhaber