Orhun Yazıtlarında şu ifade yer almaktadır, 'Türk Oğuz Beyleri, Kavmi, işitin.. yukarıda gök basmasa (çökmedikce), aşağıda yer delinmese (delinmedikce) Türk Milleti ülkeni, töreni kim bozar'.

Türk demek ne demek ?

Türk olmak Hocalı'da Anadolu'da ve Balkanlarda soykırıma uğrayıp, yapmadığın sorkırım ile suçlanmaktır. Türk olmak faşist olmaktır vatanına milletine sahip çıktığında, Türk olmak demokrat olmaktır çağdaş olmaktır vatanına milletine tarihine sövdüğünde, Avrupa'da horgörülmek Türk olmaktır, ataları yüz yıllar önce Viyana'yı kuşattığı için hoşgörülmemektir, tabiki sadece kuşatıp Napolyon gibi tüm Viyana'yı yakmadığı için. Türk olmak Yunanistan'da Pontus Anıtı'nın Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta'da papazın üzerine bastığı Türk Bayrağı'nın önünden geçmektir, Türk olmak zordur çetindir üç kıtadan dönüp küçük yarım adada misafir muamelesi görmektir.

Türk sözcüğü Çin kaynaklarında M.Ö. 3. yüzyılda geçmektedir. Çin yıllıklarında Ting-ling şeklinde değişik biçimlerle ifade edilmiştir. Türk adının bilim çevrelerince kabul edilen Avrupa'da ilk kullanımı ise MS 1. yüzyılda Pomponius Mela ve Plinius adlı Romalı tarihçilerce kaydedilmiştir. Azak'ın doğusunda yaşayan insanlar Turcae/Tyrcae adı ile kayda geçmiştir. Türk adı 6. yüzyılda da resmi olarak Göktürk Kağanlığı'nda kullanılmıştır. Orhun Abideleri'ndeki edebi dil ve Türk adının yoğun kullanımı da Türk sözcüğünün sözlü ve yazılı olarak daha önceden kullanıldığını gösterir. Türk sözcüğü Orhun Yazıtlarında olarak geçer. 10. yüzyıla ait Uygur Türkçesi metinlerde Türk, "güç, kuvvet" anlamında kullanılmıştır.

Göktürklerden önce
Çinliler, ülkelerini kuzeyden ve batıdan saldıranlara karşı koruyabilmek için Çin Seddi'ni inşa ettiler.

Orta Asya'nın "Bozkır İmparatorlukları" içinde Türk halkları daima belirleyici bir rol oynadılar; çoğu zaman bu imparatorlukların kurucu ve yönetici zümresini oluşturdular. İnsan eliyle yapılmış en büyük yapı olan Çin Seddi, Çin'in yerleşik uygarlık alanlarını Türklerden korumak için MÖ 2. yüzyılda inşa edildi.

Orta Asya'da kurulan Türk uygarlıklarının tarihi en azından Orta Taş Çağına kadar dayanmaktadır. Bilinen bu uygarlıklardan en eskisi olan Anav Uygarlığı MÖ 10.000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Anav kültür bölgesindeki insanlar yerleşik olup, dokumacılık, toprak ve bakır işlemeciliği ile uğraşmış; koyun, keçi, sığır ve deve beslemişler ayrıca tarım da yapmışlardır. Diğer Orta Asya Türk Uygarlıkları ortaya çıkışlarına göre sırasıyla Afanesevo, Kelteminar, Andronovo, Karasuk ve Tagar kültür bölgeleridir.

MÖ 1050'de Türkistan'dan Çin'e göç eden Türkler bu bölgede Çu Devleti'ni kurmuşlardır. Bu devlet oldukça uzun ömürlü olmuş, Çin'i uzun süre yönetmiştir. Çu Devleti Çin'e yeni bir yönetim sistemi ve yeni inançlar getirmiştir. Çu Devleti'nin ardından 4. yüzyılda Çin'de yeni bir Türk devleti olarak Vey kurulmuştur. Fakat bu devlet Çu'nun aksine uzun ömürlü olmamıştır.

Orta Asya ve Karadeniz civarında devlet kuran Türkler arasında en köklüleri İskitler veya diğer adıyla Sakalar ve Kimmerler olmuştur. Daha çok Doğu Karadeniz ve Kırım civarlarında hüküm süren Kimmerler, MÖ 20. Yüzyılda Kırım, Kafkaslar ve Doğu Karadeniz coğrafyasında ortaya çıkmış, MÖ 800’lerde yine kendileri gibi bir Türk Kavmi olan İskitlerin Kafkaslardan gelmeye başlamasıyla bölgedeki hâkimiyetlerini kaybederek Doğu Anadolu ve Güney Karadeniz hattına çekilmek zorunda kalmış, bu bölgede yaşayan Lidyalılar, Asurlar ve Urartular arasında sıkışarak zayıflamış ve MÖ 700’lerde bölgedeki üstünlüğünü kaybederek iki kol halinde Balkanlar ve Hazar Denizi bölgelerine göç ederek bölge halklarının içerisine karışmışlardır. Kimmerleri göçe zorlayan İskitler ise Orta Asya merkezli büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. Savaşçı bir topluluk olan ve Kafkasya üzerinden Anadolu'ya seferler yapan İskitler Urartu Devleti'ni yıkmışlar, Suriye'yi ele geçirerek Mısır'a kadar ilerlemişlerdir. İskit-Pers ve İskit-Makedon savaşları birçok destana konu olmuştur. Genelde konargöçer yaşayan ve hayvancılıkla meşgul olan İskitler çadır şekline getirilmiş arabalar içinde yaşamışlardır. At üzerinde ok salmakla ünlenmişlerdir. İskit kurganlarında çıkan eserler onların uygarlıkta ileri olduklarını göstermiştir. Bozkırın Kuyumcuları olarak nam salan İskitler altın ve gümüş işçiliğinde ustaydılar. İskitlerin uzun ömürlü imparatorluğunu yıkan yine Orta Asya kökenli bir Türk topluluğu olan Sarmatlardır. Bunların haricinde bu dönemde Balkanlar'da Traklar ve Dakyalılar, Orta Asya-Karadeniz'de Tauriler, Arimasplar ve Massagetler bilinen Türk toplulukları arasındadır.

Ardından Orta Asya'da İskitlerin devamı olan Asya Hun İmparatorluğu Teoman tarafından kurulmuştur. Bu imparatorluğu Türk boyları kurmuş, yönetmiş; Türk kültürü devlete şeklini vermiştir. Asya Hunlarının en önemli hükümdarı olan Mete Han, Turanlı uluslardan olan Tunguzları ve Türk olan Yüeçileri tamamen itaat altına almış ve Çin'i baskı altına alan bir politika izlemiştir. Çin seddi bu dönemde Türklerden korunabilmek amacıyla yapılmıştır. Chicago Üniversitesi bünyesinde 2003'te yapılan bir araştırmada, Moğolistan'da Egyin Gol'de bulunan Asya Hunları dönemine ait insan kalıntılarıyla Anadolu'da türklerden alınan genetik verilerin birbiriyle uyuştuğu tespit edilmiştir.

Asya Hun İmparatorluğu'nun yıkılmasından birkaç yüzyıl sonra Hunların bir bölümü daha batıya göç etmiş burada Avrupa merkezli bir devlet kurmuşlardır. Kama Tarkan, bölgedeki Hun topluluklarını yönetimi altında toplayarak 352 yılında Avrupa Hun İmparatorluğunu resmen kurmuş ve yönetimi 370 yılına kadar elinde bulundurarak Hazar ve çevresinde önemli bir güç haline gelerek hakimiyet alanını batıya doğru ilerletmiştir. Geçen 18 yıl, Hazar bölgesinde yaşayan Hun Türklerinin teşkilatlanmasını ve Devlet düzeninde ilerlemesini sağlamıştır. Kama Tarkan'ın ölümüyle yönetime geçen Balamir batıya doğru ilerlemeye başlamış ve Hunlar gibi batıya yönelen Türk halklarından biri olan Alanların ülkesini ele geçirmiştir. Balamir, İdil nehrini geçerek bu bölgede bulunan Gotlara baskı kurmaya başlamıştır. Gotlarla İlk savaş 375 yılında gerçekleşmiştir. Savaşı kazanan Balamir, Gotları Avrupa'nın içlerine, Roma'ya doğru ilerlemelerini sağlamıştır. Kavimler Göçü olarak tarihe geçen süreç bu savaşla başlamıştır. Balamir döneminde Hunlar, hakimiyet alanlarını genişleterek Avrupa içlerine doğru ilerlemişlerdir. Alipbi’nin ölümüyle tahta geçen Uldız ise Karpat dağlarını aşarak bugünkü Macaristan'a kadar ulaşmıştır. Roma'nın ikiye bölünmesiyle Uldız, Trakya ve Balkanlar üzerine yürümüş ve aynı dönemde, bir diğer koldan da bugünkü Urfa ve Lübnan'a kadar hızla ilerleyip Akdeniz'e ulaşmıştır. Batı Roma ile iyi ilişkiler içerisinde olan Uldız, Doğu Roma'yla mücadele halinde olmuştur. Uldız, Doğu Romanın gönderdiği elçiye “Güneşin Battığı Yere Kadar Her Yeri Zaptedebilirim” diyerek meydan okuduğu tarih kaynaklarında geçmektedir. 434 yılında, Rua’nın ölümüyle yönetim, Rua’nın kardeşi Muncuk’un iki oğluna kalmıştır. Bleda ve kardeşi Attila, bu dönemde imparatorluğun yönetimine geçmiştir. Bu dönem boyunca genelde savaşları yöneten kişi olan Attila 445 yılında Bleda'nın ölmesiyle yönetimi tek başına eline almıştır. Attila’nın amacı, hem Doğu hem Batı Roma'yı egemenliği altına almaktı. Daha önce Doğu Roma üzerine yürünmüş ve baskı altına alınmıştı. Doğu Roma halen Hunlara vergi ödüyordu. Ancak Doğu Roma’nın Hunlar üzerindeki oyunları halen devam ediyordu. Rua'nın ölümünden hemen sonra Attila, Doğu Roma'nın üzerine yürüyüp savaşı kazanmış ve Margos antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla vergi iki katına çıkarılmıştır. Doğu Roma, antlaşmayı imzalasa da antlaşmanın şartlarına uymamıştır. Bunun üzerine Attila, 441 yılında tekrar Doğu Roma’nın üzerine yürümüştür. Trakya'ya kadar ilerlemiş ve vergi üç katına çıkarılmıştır. Doğu Roma, yine antlaşmaya aykırı hareket ederek Hunlara bağlı kavimleri isyana teşvik etmiştir. Ticaret kurallarını çiğneyerek tüccarlarını Hun topraklarına göndermiştir. Attila, bu kez Doğu Roma'nın üzerine iki koldan saldırıya geçmiştir. Bir koldan Yunanistan'dan girerek Tselya’ya kadar ilerlemiştir. Diğer koldan Sofya, Lüleburgaz, Flibe şehirlerini ele geçirmiştir. Bugünkü Büyük Çekmece yakınlarına kadar ulaşmıştır. Bu ilerleyişten sonra Doğu Roma tekrar barış istemiştir. Anatolyos antlaşması imzalanmış ve vergi üç katına çıkarılmıştır, savaş tazminatı ödetilmiş ve Tuna'nın güneyindeki bölge Doğu Roma askerlerinden arındırılmıştır. Attila, 451 yılında Batı Roma imparatorunun kızıyla evlenmiştir. Karısının çeyizi olarak Batı Roma topraklarının yarısını istemiştir. Bunun üzerine Batı Roma ve Hun İmparatorluğu büyük bir savaşa girmiştir. Attila ordularını, Batı Romanın asker deposu olarak görülen Galya’ya göndermiştir. Savaş daha sonuçlanmadan Batı Roma askerlerini geri çekip yenilgisini kabul etmiştir. Attila'nın amacı Doğu Roma'yı tamamen kendisine bağlamaktır. Kesin sonuç almak için 452 yılında bir sefer daha düzenlemiştir. Roma'nın artık karşı koyacak gücü yoktur. Attila, ordusuyla Alpleri aşarak Po ovasına inmiş ve İtalya'nın kuzey kentlerini ele geçirerek Roma önüne kadar ilerlemiştir. Papa II. Leo, Attila'nın huzuruna çıkarak Attila'nın Roma'ya zaten hakim olduğunu söyleyerek Hristiyanlığın merkezi olarak kabul edilen Roma’nın yıkılmamasını talep etmiştir. Bu dönemde bölgede Veba salgını sorunu vardır. Attila bu seferle Batı Roma'yı egemenliği altına almıştır. Bölgedeki Veba salgını nedeniyle daha fazla ilerlememiş ve vergiyi arttırarak geri dönmüştür. Attila, 453 yılında şüpheli bir şekilde öldürülmüştür. Bazı tarih kaynaklar Attila'nın karısı tarafından zehirlendiğini ifade ederken bazıları da hançerlenerek öldürüldüğünü belirtir.

Göktürklerden sonra
Göktürk Kağanlığı'nu kuran Türk halkının köken efsanesine 8. yüzyıla ait olan Orhun Yazıtları'nda ve daha sonraki birçok kaynakta yer verilmiştir. Buna göre Türk halklarının anayurdu Altay dağları yakınında, Selenga ve Orhun ırmakları arasında bulunan Ötüken Ormanı idi. Bu yer Baykal Gölü'nin güney ucunun 250 km kadar güneyinde olup, günümüzde Moğolistan sınırları içinde bulunmaktadır.

Dilsel verilerden hareket eden bazı araştırmacılar Türk dillerinin nihai kökeninin daha kuzeyde, belki Baykal Gölü'nün kuzeyinde veya doğu Sibirya'da olabileceğini ileri sürmüşlerdir. (Türk dillerinde ılıman ve soğuk iklim ormanlarına ilişkin kelimeler bozkır kuşağına ilişkin kelimelerden daha eski ve daha zengindir.)

Göktürk Kağanlığı'nın 8. yüzyılda yıkılmasından sonra Uygurlar, bugünkü Moğolistan ve Batı Çin'i kapsayan güçlü bir imparatorluk kurdular. 10. yüzyılda Orta Asya'nın Batısında bir imparatorluk kuran Karahanlılar, Müslümanlığı benimseyen ilk Türk hanedanıydı. Yine 10. yüzyılda, Türk asıllı bir mamlûk olan Gazneli Mahmut, Afganistan'ın Gazne kentinde bir imparatorluk kurarak Hindistan'ın büyük bir bölümüne egemen oldu. Orta Doğu'nun İslam ülkelerinde Türk halkları 8. yüzyıldan itibaren profesyonel paralı asker olarak önemli bir yer edinmişlerdi. 9. yüzyıl sonunda Abbasi İmparatorluğu'nun zayıflamasıyla mamlûkler Mısır, Bağdat ve İran'da bağımsız veya yarı bağımsız devletler kurdular.

1040 yılı dolayında, Oğuz boyuna mensup olan Selçuklular İran'ı ele geçirerek Büyük Selçukluları kurdular. 1071 yılında Selçuklular Bizans İmparatorluğu'nu ağır bir yenilgiye uğratarak, Anadolu, Suriye ve Kafkaslar'da çok sayıda Anadolu Beyliklerinin ortaya çıkmasına zemin hazırladılar. Ancak Türk halklarının kitle halinde Anadolu'ya yerleşmesi daha çok 13. yüzyılda, Moğol istilasından batıya kaçmalarıyla gerçekleşti.

13. yüzyıl sonunda Anadolu'da kurulan Türk devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti, İslam dünyasının en güçlü imparatorluğu haline geldi. Balkan Yarımadası'nı fethetti; 16. yüzyılda bir yandan Viyana'ya dayandı ve diğer yandan Cezayir'i himaye altına aldı.

Sibir Hanlığı, parçalanmaya başlamış olan Altın Ordu'dan daha kuzeye göç eden Tatar Türkleri tarafından 15. yüzyılın ikinci yarısında kurulmuş bir devletti. Turan Hanlığı olarak da bilinen Sibir Hanlığı, İslam'ı resmi din olarak kullanarak hüküm sürdüğü bölgedeki yerli Türklerin ve Ural halklarının da Müslümanlaşmasını sağlamıştı. Sibir Hanlığı, tarihten bu yana en kuzeydeki Müslüman devlettir ve 1598'de Rusya Çarlığı tarafından ortadan kaldırılmasına kadar varlığını sürdürmüştür.

Timurlu İmparatorluğu, 14. yüzyılın ikinci yarısında Timur tarafından kurulan, Özbekistan merkezli bir Türk devletiydi. Timurlu İmparatorluğu, Timur döneminde en güçlü zamanlarını yaşarken etrafındaki Türk-İslam devletlerini kendi bünyesine katarak Müslüman Türkleri büyük ölçüde birleştirmiş oldu. Timur Orta Asya'da büyük bir rönesans yapmış, zaten bilim dünyasının merkezi olan Özbekistan'da bilimin daha da ilerlemesini sağlamış ve bilim adamlarını bu bölgede toplamıştı. Ayrıca Timur Türkçeyi yüksek bir kültür dili haline getirerek dönemin en saygın dili haline gelmesini sağlamıştı.

Safevi Devleti, Azeri Türkü kökenliydi. Safeviler Türkçe konuşuyordu ve şahlar kendi anadilleri Türkçe'yi kullanarak şiirler yazıyordu. Safeviler tüm İran ve çevresini yaklaşık iki yüzyıl boyunca egemenliği altında tuttu ve hüküm süresi boyunca Onikici Şii İslam'ı yaşattı. Safevilerin, Onikici Şii İslam'ı resmi din olarak kullanan ilk devlet olması, İslam tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri oldu.

Babür İmparatorluğu, Hindistan'ı yöneten Türk devletlerinden biriydi. En güçlü dönemlerini yaşadığı 16. yüzyılın ilk yarısından 18. yüzyılın ilk yarısına kadar olan dönem arasında sınırları Özbekistan, Hindistan, Afganistan, Pakistan, Bangladeş ve dolay bölgeleri kapsıyordu. Babür Hanedanlığı, Çağatay Türklerinin önderi Babür tarafından kurulmuştu. Babür Şah'ın soyu Timur'a dayanıyordu, Babür Şah'ın annesinin soyu ise Cengiz Han'a dayanıyordu. Babür İmparatorluğu, sınırları içerisinde Müslümanları ve Hinduları birleştirmiş ama şeriat yönetiminden vazgeçmemişti.

Afşar İmparatorluğu, adını Oğuz Türklerinin Afşar boyundan alıyordu. Safevi komutanı olan Nadir Şah, 1736'da son Safevi hükümdarını devirerek imparatorluğunu kurdu ve hükümdarlığını ilan etti. Nadir Şah, Afşar boyunun Kırklu oymağına mensuptu

Çin Seddi
Çin Seddi, Çin'in kuzeybatısı boyunca uzanan, Dünyanın en uzun savunma duvarıdır. Kalıntıları Po Hay körfezinde deniz kıyısında başlar. Pekin'in kuzeyinden geçerek batıya yönelir ve Huang-Ho nehrini ikiye bölerek güneybatıya uzanır. Gobi Çölü'nün güneyinden batıya yönelerek devam eder.

Seddin yıkılmış olan kısımlarıyla birlikte uzunluğu 8851.8 kilometredir. Bugün ayakta duran kısım Ming Hanedanı devrinden kalan 2.500 kilometrelik settir. Ancak asıl inşaat, M. Ö. 221 ile M. S. 608 yılları arasında yapılmıştır.

Yapılış Amacı
Çin'in Savaşan Beylikler döneminde (M.Ö.403 M.Ö.221), Çin seddinin temeli 20'den fazla ayrı ayrı krallık tarafından atılmıştı. Chu, Qi, Yan, Wei, Han, Zhao, Qin Krallıkları birbirinden korumak için sınırlarında ilk setler inşa ettiler. Qin,Zhao,Yan kralıkları ise XiongNu, DongHu, LinHu, Hiung-nu'ların saldırılarını durdurmak ve ülkenin kuzey sınırlarını koruma amacıyla da inşa ettiler. Çin'in ilk İmparatoru Qin Shi Huang, burayı boydan boya aşılmaz bir savunma duvarıyla kapatmaya karar verdi.

Bu devasa inşaata girişmekteki amacı konusunda tarihçiler farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Bunlardan bazıları:

* Ülkenin sınırlarını başta Hiung-nu olmak üzere kuzeyden Çin'e karşı Moğol ve Türk boylarının saldırısına karşı savunmak.

* Uzun savaşlar sonunda yıktığı beyliklerin esir düşen yöneticilerini sürgün ve ağır işe sürerek cezalandırmak.

* Ülkeden kaçışları önlemek.

* Ülkenin tek yönetim altında birleştiğini içeriye ve dışarıya göstermek.

Qin Shi Huang M.Ö. 221 yılında daha önceki krallıkların yaptırdığı duvarları birleştirerek uzattı. M.Ö. 3. yüzyıldan M.S. 17. yüzyıl'a kadar Çinliler seddi uzatmaya devam etmişlerdir. Seddi onaran ve savunma amaçlı kullanan son hanedan Ming Hanedanı (1368-1644) olmuştur.

Seddin kalınlık ve yüksekliği yer yer değişir. Sanılanın aksine Çin seddinin tamamı tuğlalardan oluşmaz. Bazı yerleri çok zayıf, kuvvetsiz maddelerden yapılmıştır ve bu duvarlar çok kısadır. Bu zayıf duvarların amacı devleti saldırılardan korumak değil kaçak düşmanı yavaşlatmaktır. Genellikle duvarın yüksekliği 4-6 metre, taban kalınlığı 7 metre ve üst kalınlığı ise 6 metre civarındadır. Kalın olan yerlerin üzerinde atlar ve arabalar gidebilmektedir. Kalın duvarlar boyunca siperlik ve okçu delikleri vardır. 200 metrede bir gözetleme kulesi veya kale ve 9 kilometrede bir fener kulesi bulunur. Duvar üzerinde yer yer saray ve tapınaklara da rastlanır. Bazı yerlerde setler, kademeli savunmaya olanak verecek şekilde birkaç sıra halinde yapılmıştır.

Bu tarihî yapı, 7 Temmuz 2007 tarihinde, Dünyanın Yeni Yedi Harikası'ndan biri olarak seçilmiştir.

Türkiye 282 bin 815 mülteciye kucak açtı
2011-2012 Suriye çatışmaları sırasında halk gıda, yakıt, işsizlik ve barınak sıkıntısı yaşamıştır. Çatışmaların şiddetinden kaçan Suriye halkı Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Irak gibi komşu ülkelere sığınmıştır.

Temmuz ayında ilk kez Suriye'ye komşu ülkelerdeki kayıtlı mülteci sayısı 4 milyonu geçmişti. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) 10 Aralık itibariyle Türkiye, Lübnan, Irak, Mısır ve Kuzey Afrika ülkelerinden kayıt yaptıran Suriyeli mültecilerin sayısının 4 milyon 389 bin 735'e ulaştığını duyurdu.  

Recep Tayyip Erdoğan, Ağustos 2013'te yaptığı açıklamada, Türkiye'nin mültecileri barındırmak için iki milyar dolardan fazla harcama yaptığını açıklamıştır. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı'nın (AFAD) verilerine göre, Türkiye'de yaşayan Suriyeli mültecilerin sayısı 600.000'i geçmiş bulunmakta ve bunların 400.000'den fazlası mülteci kampları dışında yaşamaktadır.

Suriye İç Savaşı'ndan kaçan mülteciler, çeşitli yollarla Avrupa ülkelerine gitmek istemektedir. Almanya'nın mültecileri kabul etmeye başlamasının ardından, bir yıl içerisinde yüzbinlerce mülteci, bu yasa dışı yollardan bu ülkeye gitmiştir. Sadece 2015 ekim ayında Almanya'ya gelen mültecilerin sayısı 180 bin olarak açıklanmıştır. Mültecilerin kaçak Avrupa yolculuğu, güvenlik şartlarının sağlanamaması ve korsanların daha fazla para kazanma hırsı nedeniyle zaman zaman facialarla sonuçlanmaktadır. Her hafta onlarca mülteci, bu yolculuk esnasında hayatını kaybetmektedir. Avrupa Birliği,Avrupa'ya gelen mülteci akınlarının azaltılması karşılığında Türkiye'ye mülteciler için harcanmak üzere 3 milyar euroluk maddi yardım sağladı.

AVRUPA'NIN TÜRK KORKUSU
Türk’ün bağımsızlık tutkusu ve inancına duyduğu saygı herzaman diğer milletler için sıkıntı olmuştur. Bizim devlete bağlılığımız su götürmez bir gerçektir ve bu bağlılık düşmanlarımıza her daim korku salmış ve bizi onların gözünde yüksek yerlerde tutmuştur.Bizler bu bağımsızlık aşkımız ve dünyaya nizam getirme isteğimiz yüzünden pek çok düşman edinmişizdir. Bu sebebten dolayıdır ki şuanda var olan bağımsız Türk devletleri çok büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Şu anda var olan 7 tane bağımsız Türk devletinin sorunları benzer, sebebleri aynıdır. Bu yedi devletin hepside tarih boyunca dik durmuş ve haklıyı haksıza ezdirmemiş olmasından ve Turan’ı gerçekleştirme çabası içerisinde olmuş olmasından dolayı şuanda dış güçler tarafından boyunduruk altına alınmaya çalışılıyor. Bu hınçları aslında çok eskiye dayanıyor. Batıda ki Türk devleti olan Türkiye’nin Anadoluda ki şanlı tarihi Alparslanın Malazgirt ovasında Bizanslılarlı 26 Ağustos 1071 de malup etmesiyle başlar. Ve bu tarihten sonra Anadoluya yerleşen Türkler 2 imparatorluk, onlarca beylik ve bir devlet kurmuşlardır. Alparslanla başlayan Anadolunun Türk tarihi boyunca Avrupalılar bizden hep nefret etmişlerdir. Alparslanın komutanlarına, ’’Anadoluyu alabildiğiniz yere kadar alın ! ’’ Sözüyle kısa bir süre içerisinde Anadoluda yaşanan Türk akınları kavimler göçünü başlatıp İlk çağı kapatmış Orta çağı açmıştır. Türklerin seferleriyle kaçan Anadolu’nun hristiyan halkı Avrupa içlerine yerleşmiştir. Sayısız Haçlı seferleri düzenleyen Avrupalılar her seferinde elleri boş dönmüş ve hüsrana uğramışlardır.Birde üstüne üstlük kaybettiklerinden dolayı Osmanlı tarafından cezalandırılmışlar ve ağır vergilere bağlanmışlardır.

Büyük buhranlar yaşayan Avrupa devletleri,  içinde bulundukları durumun ve tarihin verdiği büyük Türk korkusunu Özlem KUMRULAR Batı’nın Türk korkusu isimli kitabında çok güzel dile getirmiştir. "Biri İzlanda'nın güneyindeki küçük bir adada balıkçı kocasıyla birlikte yaşayan, ülkesinden dışarı adım atana dek hiç portakal kokusu duymamış, üzüm tatmamış, kendi halinde bir köylü kadın... İkincisi, İspanya'nın üniversite şehri Alcata de Henares'te doğmuş, şan ve para sahibi olmak için orduya yazılmış, İtalya'ya giderek İnebahtı'da İspanya adına Osmanlılara karşı savaşan mağrur bir lejyoner... Ve ünlü Cigala ailesine mensup, kaderin cilvesiyle kendini Osmanlı başkentinde bulduktan sonra yükseldikçe yükselerek veziriazamlığa kadar erişen, Çizme'nin güneyindeki Reggio Calabria'da doğmuş gururlu bir İtalyan soylusu... Bu üç kişinin hayatını ne birleştiyor? Şu kaderin cilvesine bakın ki bu üç kişi de korsanlara esir düşmüş ve sonra da kaderlerine, belki de isimleri karşısında bile tir tir titredikleri Türkler tarafından silinmezcesine damga vurulmuş."      Bu yazıda da görüldüğü gibi Avrupalının Türk korkusu devasa boyutlardadır İtalyan annelerin uyumayan çocuklarını ‘’çabuk uyu yoksa seni Türklere veririm’’ sözleri , Yunanistanda ki öğrenci yurtlarında su bardaklarının dibinde yazan ‘’Birgün büyüdüğünde Türklerden atalarının ve Konstantinapolis’in öcünü almassan bu içtiğin su haram olsun’’ yazıları Türklere duyulan büyük nefretin göstergesidir.  Büyük bir Türk nefretiyle yetişen çocuklardan elbette ki bize karşı iyi hal bekleyemeyiz ve şuanda bağımsız olduğumuz halde yaşadığımız sorunların hepsi bu büyük nefretten kaynaklanıyor.  Ve bu hali en güzel özetleyen kişi ise 15. Ve 16. yüzyılda Giovanni Ricci'nin ossensione turca (Türk saplantısı) sözüdür.. Türk imgesi, vakayınameler, şiirler, novellalar, romanlar, kiliselerin basıp dağıttığı kitapçıklarda ölümsüzleşiyor, kıta ve deniz Avrupa'sından Hıristiyanlaştırma hareketleriyle birlikte Yeni Dünya'ya da taşınıyordu.  Batının Türklere karşı başlattığı bu karalama kampanyası ile yetişen Avrupalı nesilin Türklere karşı duyduğu kin normal karşılanabilir. Bizi sevmemelerinin asıl nedeni bizden nefret etmeleri değil, bizden korkmalarıdır. Bunun ise en somut örneği ise Avrupa Birliğine girmeye çalışan Türkiye’nin müzakereleri devam ederken manşetlerine şu cümleleri taşımalarıdır:

Almanya Basını - BERLINER ZEITUNG: "TÜRKİYE AVRUPA'YA YAKLAŞIYOR"
İngiltere basını - THE FINANCIAL TIMES: "KAPIDAKİ DÜŞMAN"
Kıbrıs Rum Basını - FİLELEFTHEROS: "ÇATIŞMAYI KAZANDI, SAVAŞI KAZANMADI"
Yunan Basını - PONTİKİ: "TÜRKLER SÜMELA MANASTIRINI TAHRİP EDİYOR"

Görüldüğü üzere Türklere duyulan nefretten ziyade korku vardır Avrupalıda. İngiltere basınının manşetinde alıntı yaptığı Andrew Wheatcroft’un Kapıdaki düşman isimli kitabında Türk korkusu söyle tarif edilmektedir: ‘’Avrupanın Türk korkusunun izleri 1071 Malazgirt savaşına kadar dayanıyor. Ozamandan bu yana Türk savaşçılarının amansız gaddarlığı yönündeki imajı 1453 yılında ki konstantinapol’un fethiyle birlikte daha da kamçılanmıştır’’ Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur sözünü bir tabu haline getirmemizi sağlayan ve bize ‘’kapıdaki düşman’’ gözüyle bakan Avrupa,bir gün yine Türklerin önünde diz çökmemek için elinden geleni yapmaktadır. Winston Churchill’inde ‘’Bizim bu savaşımız Anadolu topraklarını geri alma savaşı değildir, bizim bu savaşımız Romayı tekrar kurma isteğide değildir, Bizim savaşımızın amacı Türkleri dünya tarihinden silmektir.’’ Sözlerinde bahsettiği gibi, Avrupanın tek amacı bizi tekrar ayağa kaldırmamak. Bu yüzden yüzyıllardır kiliseler Avrupa halkına Türk nefretini aşılamaktadır. Zaten Avrupalıyı bir arada tutan ve en başta haçlılar daha sonrada Avrupa birliği adı altında birleşmesini sağlayan unsur Türklerdir. Avrupalılar eğer söz konusu Türkler ise soy ayrımcılığını bir kenara bırakıp haçlı zihniyetine bürünürler ve tek başına olan Türklere karşı birlik içerisinde saldırıya geçerler.

Bazı ülkelerde bu korku okadar büyük bir boyut kazanmıştırki İngiliz edebiyatında Türkler belden aşşağısı at belden yukarısı insan ve acımasız şeytanlar  şeklinde resmedilmiştir. Bu şekilde ki karakterleri bir çok Avrupa ve Amerikan yapımı filmelerde görüyoruz. Onların, Türkleri öyle görmelerinin nedeni ise Türklerin atı ilk ehlileştiren ırk olması ve Avrupa daha ata binemezken, At üstünde akınlar yapan Türkleri şeytan zannedip korkularından aylarca evlerinden cıkamamalarıdır. Bu korkunun boyutunun büyüklüğünden dolayı şuanda bizden nefret ediyorlar.

Batıdaki Türk korkusunun yol açtıgı bir şeyde Türkler hakkında haber toplama ve dinleme merakıdır. Avrupa kaynaklarında 1500-1800 yılları arasında yükselişte olan Amerikaya dair 52 tane belge bulunurken, çöküş dönemini yaşayan  Osmanlı’ya dair 186 belge bulunuyor. Bu belgelerde bahsedilenler Türk’ün sosyal hayatına yönelik izlenimlerdir. Büyük Türk diye adlandırılan Osmanlı padişahının avcı portresi ve padişahın yanı sıra Türk milletininde sosyal yaşantısında avın önemi vurgulanır. Türkleri bukadar merak ettiklerinin ve irdelediklerinin kendileri bile farkında olmayan Avrupalıların bu durumu Edvard Said’in oryantalizm kitabında açıklanmıştır . Edward Said bu eserinde Batı'lıların Doğu'yu ele alırken bütünü ile kendi görüşlerinden ve varsayımlarından hareket ettiklerini,hayallerini konuşturduklarını ve Batı'nın çıkarlarına uygun bir Doğu manzarası ortaya koyduklarını ispat etme gayretindedir. Bunu kitabında şöyle anlatır :

‘’ Avrupa'lı için Doğu, Avrupa'nın bir icadı olup, eski çağlardan beri insanlarda hülyalar uyandıran, garip izlenimler yaratan, kendine has yaratıkları ve manzaraları ile fevkalade deneyimlere yol açan bir yerdir’’ . Ve bu konuyla alakalı yine aynı kitapta büyük bir itirafla karşılaşıyoruz :  ‘’Oryantalistlere göre Doğu ya da Doğu'lu yabancılaşmış olan varlıktır; yani kendine nispetle bir başkası olan varlıktır. Başkaları ele alır, başkaları anlar, başkaları tanımlar, başkaları değiştirir, kendine nispetle fiilsiz olup muhtar ve hükümran değildir. Oryantalistler  tetkiklerinde  özcü davrandıkları için neticede ırkçılığa ulaşıyor”.  Burda da görüldüğü gibi Avrupa insanı her ne kadar çağdaş, medeni ve insani insanlar olarak tanıtılsada bize, kültürlerinden ve yüz yıllardır uygulanan politikalardan dolayı doğuya ve dolayısılığılıyla Türklere karşı aşırı bir ırkçılığa sahiptirler. Söz konusu Türkler olduğunda bütün insani özelliklerinden arındırılmış birer yaratığa dönüşen Avrupalı, içinde barındırıdığı Türk korkusunu taşıdığını farkettiğinden beri asil Türk milletinden nefret eder. Avrupalının şuanda ki tek amacı (ki bunda başarılı olmaya da başladılar) Türk insanına aşşağılık duygusu kazandırıp kendilerinin bizlerden üstün olduğunu kabul etmemizi ve damarlarımızda ki asil kandan bi haber yaşamamızı sağlamak.

Türklerin karşısında tarih boyunca hiç bir zaman zafer elde edememiş olan Avrupalılar nezaman ki Doğunun medeniyetinden faydalanmaya başlamıştır ozaman yükselmeye başlamıştır. Şuanda altın çağını yaşayan Batılılar gerek ekonomik olsun gerek kültürel olsun gerekse de dini yönden olsun doğuyu yeniden şekillendirmeye ve kendi çizdiği kalıplara sığdırmaya çalışıyor. Çeşitli bahanelerle bir sürü tavizler veren Doğu, batının karşısında uyuyan bir dev gibidir.Batıda bu devi uyandırmamak için onda uyku etkisi yaratması için bazı kuruluşları devreye sokmuştur. Türkiyede ve Türki cumhuriyetlerde açılan sözde Türk okulları Türk milletini tamamen uyutmaya, koyunlaştırmaya, tepkisizleştirmeye ve bunların akabinde vatansızlaştırmaya yonelik en büyük adımlarıdır. Bu tür cemaatlerin bizim atalarımızdan gelen bağımsızlık ruhumuzu, ve İslamlığımızdan gelen cihad aşkımızı söndürmeye yonelik hareketleri malesef sonuc vermeye başlamıştır. Yahudi ve hristiyan liderlerin ellerini ayaklarını open onlara yalakalıkta sınır tanımayan bu cemaatın lideri, Müslüman Türk olan insanlara acımaktan bile aciz bir kalbe sahiptirler. Batıda ki Türk korkusunun vücut bulmuş hali olan Gülen cemaatinin tek görevi Türk gençliğini Amerikanın hizmetine sunmak ve her ne olursa olsun ‘’tedbir’’ sözcüğüne sığınarak olayları sineye çekmeyi öğretmektedir. Avrupanın Türk korkusu Bu cemaatler ve bazı sivil toplum kuruluşlarıyla az da olsa azalmıştır.

Ekonomik olarak bizi borç batağına sürükleyen Avrupalı boylelikle elimizi kolumuzu bağlayarak bu karşıtlığını bir kez daha göstermiş oluyor. Kültürel açıdanda ve Türklere aşşağılık hissi kazandırılmaya çalışılmaktadır. Medyada üstü kapalı bir biçimde bizlere sürekli kültürümüzün Avrupalıların kültürlerinde eksik olduğu yansıtılmaktadır. Bazı aydınlarımızın Avrupadaki diplomalara Türkiyedeki diplomalardan daha fazla itibar etmesi,şirketlerimizinde bu görüşe destek vermeleri, bünyesinde ki üst düzey yönetici elemanlarına Avrupada mastır yapma şartı koymaları, genç beyinlerin Avrupaya sevkolunmasına sebeb olmuştur. Bu insanların Avrupanın biliminden çok şekil ve yaşayış tarzıyla ilgilenmeleri geri dönüşlerinde ülkemizde ülkemizin elit tabakasını olusturduklarından kültür yozlasmasına neden olmuştur. Bu arada Avrupaya eğitime giden bu gençlerimizden, Avrupanın şekilcilik ve kültüründen etkilenmeyip, eğitimlerini bitirdikten sonra ülkemize geri dönmediği, Avrupalılar tarafından kalmaları için çeşitli fırsatların kendilerine tanındığı bilinmektedir. Bunada beyin göçü denilmektedir. Avrupa varlığını sürdürebilmesi için sürekli “öteki insanlara” ihtiyaç duymuştur. Öteki insanların varlığınıda bilimsel olarak kendilerine ve yandaşlarına destekletmiştir, bunun apaçık örneğide gerçekte var olmayan, tamamen düzmece olan hayal ürünü Batı medeniyeti ismini sürekli olarak insanlara aşılamıştır. Gerçekte batı medeniyeti denilen bir medeniyet yoktur, bunu destekleyen bir tek somut örnekte yoktur.

Sonuç olarak bir Batılının asla bir Türk gibi düşünemeyeceği gibi Türk dünyasının da bir batılı gibi düşünemeyeceği apaçık ortadadır. Türklerin Batılılar gibi düşünemeyişinin sebebi manevi değerlerimize ve  ırkımıza olan saygısızlıklarıdır. Batı bukadar Türk karşıtıyken Batıyı sevmemiz için ve kendimize örnek olarak alabilmemiz için hiç bir neden goremiyorum. Atalarımızında dediği gibi aslında sihirli sözcük şudur :

TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN !!..
OGÜNhaber