4 Nisan 1953’te Türkiye’nin kalbine ateş düştü. İşte 81 denizcimizin şehit olduğu Dumlupınar faciası…

Tarihten Bir Köşe | Dumlupınar faciası

Dumlupınar denizaltısı Balao sınıfı dizel-elektrikli modern bir denizaltıydı. 23 Nisan 1944 tarihinde Amerika’da “USS Blover” adıyla denize indirilmiş ve 6 yıl boyunca Amerikan donanmasında görev yapmıştır. Daha sonra Marshall Yardımı çerçevesinde Çanakkale denizaltısıyla birlikte Türk Deniz Kuvvetleri’ne devredilmiştir. 9 Aralık 1950’de Türk donanmasına katılan denizaltıya Dumlupınar adı verilmiştir.

Dumlupınar denizaltısı zamanına göre son teknolojiye sahip bir gemiydi. 95 metre uzunluğunda denizin altında 14 mil hız yapabiliyordu. Ancak talihsizlikler, Dumlupınar’ın peşini hiç bırakmadı. Henüz Türkiye’ye verilmeden önce, Amerikan donanmasındayken Panama’ya yaptığı ilk seferinde kötü hava koşulları nedeniyle Amerikan devriyesi ile çarpışmış, son anda batmaktan kurtulmuştu. Bunun yanında 2. Dünya Savaşı boyunca tek bir düşman gemisi bile Dumlupınar’ı batırmayı başaramamıştı.

NATO, 1953 yılının Mart ayında, Akdeniz’de büyük çapta bir tatbikat yapacaktı. Birinci İnönü denizaltısıyla birlikte Dumlupınar’da bu tatbikata katıldı. Günlerce süren bu başarılı tatbikat sonrasında Dumlupınar ve Birinci İnönü üslerine geri dönüyorlardı. 3 Nisan’ı 4 Nisan’a bağlayan gece Dumlupınar denizaltısı Birinci İnönü denizaltısının arızalanıp geri dönmesi üzerine Çanakkale Boğazı’na yalnız girdi. Boğaz sadece coğrafi yapısı sebebiyle zorlu bir yer değil, aynı zamanda deniz akıntılarının da çok şiddetli olduğu bir bölgeydi. I.Dünya Savaşı sırasında cepheleri döven İngiliz zırhlıları, boğazın darlığı sebebiyle Türk topçusunun ateşinden kaçamayarak büyük kayıplar vermişlerdi. Dolayısıyla boğazı geçmek denizciler için her zaman kendine has riskler bulunduruyordu.

Köprü üstünde, denizaltı komutanı Kd. Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu’nun da içlerinde bulunduğu 7 kişi vardı. Yolculuk, Nara Burnu açıklarına gelinceye kadar normal bir şekilde geçiyordu. Hava şartları oldukça kötüydü. Göz gözü görmeyecek şekilde sis çökmüş ve görüş mesafesi oldukça kısalmıştı. Bu sebeple köprü üstündeki askerler, karanlığın içinde bir anda beliren ve üzerlerine gelen dev cismi çok geç fark etmişlerdi. Ege’ye açılmak için Çanakkale Boğazından geçen İsveç bandıralı Naboland şilebi Dumlupınar denizaltısının üzerine doğru hızla yaklaşmaktaydı. İki geminin çarpışması kaçınılmaz görünüyordu.

Köprü üstündeki askerler, bu korkutucu görüntünün giderek yaklaşmasına rağmen paniğe kapılmadan sakin bir şekilde çarpışmayı önlemek istediler. Ancak gösterecekleri hiçbir çaba çarpışmayı önlemeye yetmeyecekti. 3 Nisan’ı 4 Nisan’a bağlayan gece saat 02.15 sularında 3390 grostonluk Naboland Şilebi büyük bir gürültü ve şiddetle, baş torpido dairesinin sancak kısmından Dumlupınar denizaltısına çarptı.

Eceabat sahillerinden duyulan bu çarpışmayı, denizaltından yükselen büyük bir patlama izledi. Çarpışma sırasında güvertede bulunan 8 kişi çarpışmanın şiddetinden dolayı denize düştü. Düşen 8 kişiden 2 gözcü, Er Hüseyin Akış’ın gözleri önünde Naboland şilebinin pervanesinde parçalanarak şehit oldu. Bir başka kişi ise boğazın soğuk sularında boğularak yaşamını yitirdi. Geriye 5 denizci kalmıştı ve boğazın soğuk sularında yaşama tutunmak için var gücüyle uğraşıyorlardı.

Dumlupınar denizaltısı sancak boşluğundan aldığı darbe yüzünden, alarm zilleri gecenin sessizliği içinde yankılanırken, hızlıca burun istikametinde dikilerek batmaya başladı.

Aynı anda ön kısmından darbe alan Naboland şilebinin telsizleri de bütün dünyaya şu mesajı yayıyordu:
“Çanakkale’den 3 mil mesafedeki mevkide meçhul bir denizaltı ile çarpıştık. Acil yardıma ihtiyaç var.”

Darbe sonucu oluşan yaradan boğazın akıntılı suları bir sel gibi içeri dolarken Dumlupınar boğazın derinliklerine doğru ağır ağır ilerliyor, gittikçe dibe yaklaşıyordu. Ölüm, denizaltı personelinin bir kısmını uykuda yakalarken, diğerleri ise gemiye dolan tazyikli suya dayanamamışlardı. Ancak çok hızlı bir şekilde hareket eden 3 er, hemen kıç bölmeye geçip kapakları kapatmışlar ve denizaltı içerisindeki 81 kişiden 22’sini kurtarabilmişlerdi.

Bunun üzerine 2’si astsubay, 20’si er, toplam 22 denizci, boğazın 80 metre dibinde yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide sessizce beklemeye başladılar. Tek istedikleri, yukarıdakilerin kendileri için sürdürdüğü kurtarma çalışmalarının bir sonuç vermesiydi.

Denizaltı batar batmaz kıç güvertede bulunan şamandırası otomatik olarak suların üzerine çıkmış, böylece kurtarma ekipleri ile bağlantı kurulmuştu.
Feci olay duyulur duyulmaz, tüm Türkiye yasa büründü. Deniz Kuvvetleri bütün olanaklarını seferber etmiş, Kurtaran gemisi olay yerine gelmişti, Kurtaran’ın Amerika’da batan bir gemiden 80 denizciyi kurtardığı biliniyordu. Yapılacak işlem şartlara göre hem basit hem de çok zordu. Denizaltıya kurtarma çanı takılacak. 22 kişi bu çanla yukarı alınacaktı. Kıç bölmedekiler, burada bulunan oksijen sayesinde 72 saat yaşayabilirdi.

Denizaltı 80 metre derinlikte, 15 derece sancağa meyilli olarak oturmuştu. Bu derinliğe önce kılavuz halatını indirebilmek için donanmanın en tecrübeli dalgıçları suya indiriliyor ancak bölgedeki birbirine ters iki akıntı ve kötü hava şartları bunu engelliyordu.

Saatler hızla geçiyordu. Bütün Türkiye’nin gözü, kulağı Kurtaran’ın üzerindeydi. Oradan gelecek mutlu bir haber tüm ulusta bayram sevinci yaratacaktı.

Üsteğmen Suat Tezcan kurtarılmalarını bekleyen 22 denizciye moral verebilmek için şamandıraya dönüp şu tarihi konuşmayı yapmaya başladı:

-Alo aşağıdan, Alo Dumlu beni duyuyor musunuz?

-Duyuyoruz efendim. Ben Selami Özmen, astsubayım.

-Selami, kaç kişisiniz orada? Orası neresi?

-Efendim biz manevra dairesindeyiz. Şu anda 22 kişiyiz.

-Diğer dairelerle bir bağlantınız var mı?

-Yok komutanım. Son 20 dk'ya kadar kıç batarya dairesinden inlemeler geliyordu ama onlarda sustu.

-Merak etme Selami, arkadaşlarına emrimi tekrar et, konuşmasınlar, sigara içmesinler, şarkı söylemesinler.

-Anlaşıldı efendim. Fakat bir şey sormak istiyorum. Manometre 267 kadem gösteriyor doğru mu?

-Tamam Selami, arkadaşlarına emrimi ilet.

-Komutanım duymadınız galiba, manometre diyorum 267 kadem gösteriyor, doğru mu?

Suat üsteğmen elbette duymuştu fakat buna verecek bir cevabı yoktu. Çünkü denizcilikten anlayan herkes bilir ki 267 kadem demek 90 küsür metre ve o durumdaki bir denizaltıdan, o derinlikten hiç kimse kurtulamaz. Suat üsteğmen bu durumu merkeze bildirdi ve Dumlupınar'ı moral vermek için bir kez daha aradı.

-Alo Selami. Beni duyuyor musunuz? Selami?

-Duyuyoruz komutanım.

-Selami.. arkadaşlarına söyle, konuşabilirler, şarkı söyleyebilirler, sigara içebilirler.

Selami bu tavsiyeyi çok net anlamıştır. Ve son kez yukarıya şu cümleyi söyler;

-Anlaşıldı komutanım. Biz ölüyoruz. Vatan sağ olsun.

Ve Dumlupınar ile yapılan son telsiz konuşmaları bunlardı. Yarım saat sonra tekrar denizaltıyla bağlantı kurulmaya çalışıldı. Ancak cevap olarak sadece inilti, ilahi ve Allah sesleri geliyordu. Bir daha da haber alınamadı.

7 Nisan 1953 saat 02.15’i gösterirken bütün umutlar artık tükenmişti. Dumlupınar denizaltısı 81 denizciye mezar olmuştu.

Kurtarma çalışmalarını, yayınladığı tebliğlerle halka duyuran Milli Savunma Bakanlığı yedinci tebliğinde denizaltıda bulunan 22 kişinin yaşamından artık umut kesildiğini açıklıyordu. Denizaltıdan sadece çarpışma anında köprü üstünde bulunan Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu, Üsteğmen Kemal Ünver, Üsteğmen Haşan Yumuk, Astsubay Başçavuş Hüseyin İnkaya, Astsubay Başçavuş Hüseyin Akış kurtulmuş, içlerinde Komodor Kurmay Albay Hakkı Burak’ın da bulunduğu 7 subay, 35 astsubay, 39 er şehit olmuştu. Olanları bir de feci olaydan sağ kurtulan astsubay Başçavuş Hüseyin Akış’tan dinleyelim.

81 denizcimizin ölümü ile sonuçlanan feci kazadan sonra Naboland gemisine haciz konuldu. Kazada hatalı görülen iki kaptan da yargılandı. Yapılan duruşmaları sonucu İsveç gemisi kaptanı Lorentzon 6 ay hapis 500 lira ağır para cezasına, Dumlupınar Komutanı Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu 1 yıl, 8 ay ağır hapis ve 800 lira para cezasına çarptırıldı. Ancak bu durum bizim içimizi asla soğutmadı. Tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun. Biz onları asla unutmayacağız.
OGÜNhaber