Televizyonlar, İplik Pazarı ve Ahlak..

Evde yattım bir kaç gün ve kafam kitap alacak halde olmadığı için, ister istemez televizyon programlarına baktım.

Gündüz programlarına.
Hani şu magazin ve kadın kuşağı denen programlara.
Kendimi küçük, dedikoducu bir mahallede, camdan sarkmış,
Dedikodu yapan bir kocakarı gibi hissettim ve içim kaltı.
 
Önce ünlüler, zenginler ve sözüm ona sosyetiklerin ipliği pazara çıkartılıyor ve kimseyi, en azından beni, hiç mi ama hiç ilgilendirmeyecek konularda ahkam kesiliyor, yorum yapılıyor, aşağılanarak yargılanıyor ve hüküm veriliyor.
 
Suçlu, haysiyetsiz, namussuz, şerefsiz diyerek insanlar yaftalanıyor.
Yaftalayanlar, kendilerine aynada hiç bakmadan yapıyor bunu.
 
Üstelik sebep sonuç ilişkisine hiç değinilmeden, nedenleri umursanmadan, kişisel şartlar göz önüne alınmadan, sonuç ve kişiler üzerinden hükme varılıyor.
 
Aşağı yukarı benzer hayat tarzını yaşayanlar, kanala ya da program sunucusuna, yapımcısına yakınlığı ya da soğukluğu ya da ya da yalakalığı oranında farklı değerlendirmelere tabi tutulup, yeriliyor ya da övülüyor.
 
Haaaa bir de söz konusu kişi, büyük bir reklamveren gurubun üyesi, veliahtı falansa asla hatalı bulunmuyor. 

Onlar hep cici, hep kurban.
 
İnsanların, ürettikleriyle, performanslarıyla, yaşama kattıklarıyla değil de, yaşantılarıyla, ilişkileriyle, ilişkilerini yaşama biçimiyle bu denli yargılanmaları tuhafıma gidiyor.
 
Bir insan sevgilisini ya da eşini aldatırsa topluma ne zararı olur, aldatmazsa ne faydası olur ve bu durum toplumu neden ilgilendirir?
 
Bu aldatanla, aldatılan arasında bir durumdur ve ancak onları ilgilendirir.
 
Üstelik bu programları yapanlar, sunanlar ve izleyip yorum yapan, karar verenler; siz insanları özel hayatlarına karışarak yargılarsanız, bir gün birilerinin sizing özel hayatınıza karışıp yargıladığınızda, “Size ne kardeşim” deme hakkınız olmaz.
 
İy ki bu camianın ilişki yumakları içinde yaşamıyorum, iyi ki gözlerden bir nebze de olsa uzak olmayı becerebiliyorum deyip, bir parça rahatladım.
 
Sonra "Kadın Programı" denen programlar başladı.
 
Hah dedim, gerçek insanların, gerçek sorunları konuşulacak.
 
Fakat o da ne !
 
Yolda görseniz “Muhterem hanımefendi teyze” diyeceğiniz, “Buyur bacım” diyeceğiniz, “Dayıcığım”, “Amcacığım” deyip eline sarılacağınız insanlar, birbirinin ipliğini pazara çıkartıyor.
 
O, ona tasallut etmiş de, beriki kaynıyla ilişkiye girmiş de, teyze gelinini pazarlamış da, abla tüm esnafla birlikte olmuş, çocuğun babasını bilmiyormuş, öğrenmek istiyormuş da…falan da filan da fişmekan.
 
Çenem düştü, dilim sarktı, salyam süzüldü, apışıp kaldım.

Yahu bunları senaryo diye yazıp, dizi çekmeye kalksak; toplumun genel geçer ahlakına aykırılığı, Türk aile yapısına uygunsuzluğu ve kötü örnek olacağı gerekçesiyle R.T.Ü.K ilk bölümde diziyi kaldırır.
 
Yani magazin programlarındaki sözüm ona marjinallerin yediği haltlar bu sözüm ona "Mazbut ve Muhafazakar" sıradan insanlarınkinin yanında, en fazla metrobüste geğirmek gibi kalır.
 
Hani daha ahlaklı olacaktık ?
Hani daha ahlaklı nesiller yetiştirecektik ?
Hani daha huzurlu bir toplum olacaktık ?
 
Yanlış anlaşılmasın. Bazı katıksız muhalifler alkış tutmasın hemen.
 
Bugünü sebep saymasın.
Bugün bir sonuçtur.
Sebepleri malumdur:

Kitap düşmanlığı, okuma beyhudeliği, paranın en büyük değer olması, felsefenin aşağılanarak devre dışı kalması, sanat ve sanatçının giderek erozyona uğrayıp, şarlatanların baştacı edilip rol model olması, haksız zenginleşme, haksız yoksullaşma, üretmeden kazanıp, üretmeden tüketmek, sanatın edebiyatın, müziğin, felsefenin, üretimin, ideolojinin, kültürün, siyasetin, her şeyin ama herşeyin hızla içini boşaltmak  ve vasatı, seviyesizliği ikame edip baştacı yapmak.
 
Bu kendimi ve hayatı farketmeye başladığım günden bu yana böyle.
 
O zamandan beri hep geçmişi özledim, hep bir öncekine kıyasla daha sası tatta günler yaşadım.
 
Her gelen yıl gideni arattı.
 
Evet dostlar; belki daha çok imkana sahibiz, belki imar anlamında geliştik, ekonomik olarak %11 büyüdük falan ama insan kalitemiz, yaşam kalitemiz, sosyal büyümemiz yerlerde sürünüyor.
 
Ve, bileşik kaplar misali, “Her ağacın Kurdu Kendi İçinden Olur” atasözüne istinaden, siyasetteki uslubun ve davranışların, spordaki, iş dünyasındaki, sanat camiasındaki, edebiyattaki v.s her alandaki tutumlarından bu çürümüşlükten azade olması beklenemez elbette.
 
NOT: Kılıdaroğlu, kendisi, ailesi, akrabaları ve yakınlarının mal varlıkları hakkında inceleme başlatmış.
 
Hala bu milletin kodlarını çözemedi. Geçen yazımı okusaydı keşke.

Yurdum insanı, siyasetçinin cebine giren parayla ilgilenmez, kendi cebine giren paraya bakar. Söyleyeceksen halkın cebine girecek parayla ilgili bir şeyler söyle.

Neticede "Bal Tutan Parmağını Yalar" diye bir atasözü olan ülkenin insanlarıyız. 

Seni romantik seni.
 
Bir not da Kudüs ve Filistin üstüne.
 
Bugün oldu bittiye karşı gösterilen haklı tepkiyi bir cebimize koyalım.
 
Ancak; Filistinliler’in 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, bugün İsrail Devleti’nin kurulu olduğu, kendi (Filistin) vatan topraklarını parsel parsel Yahudiler’e sattığını da öteki cebimizde tutalım.
 
Ödüllere dair notumdur.
 
Bir ödülün ağırlığı kiloyla gramla değil alanlar ve verenlerin kalibresiyle tartılır. 
OGÜNhaber