5 Ağustos'ta Erdoğan'ın Soçi ziyareti, sadece Erdoğan-Putin görüşmesinden ibaret olmayabilir!

Ekonomik krizlerle siyasi riskler arasında sıkı bir bağ vardır.

Bu bağlamda,
Yaşanan ekonomik krizlerin kapsamı/etkisi/süresi ve yayılma hızı, farklılık arz eder.

Mesela konut krizi,
Petrol krizi,
Doğalgaz krizi gibi adlandırılan, küresel ekonomik etki ve sonuç doğuran krizler ekonominin iç dinamikleriyle ilgili olanlardır.

Büyük etkileri olmadı mı veya olmuyor mu?
Tabi ki oldu ve oluyor,
Ama "ikisi bir arada" diyebileceğimiz "ekonomik/siyasi" boyutta yaşanan krizlerin etkisi bambaşka ve devasadır.
Adeta çağ açıp çağ kapatacak boyuttadır!
Çünkü biri diğerinden beslenir,
Birindeki kriz diğerini tetikler,
Adeta iki noktada başlayan yangının, bir an gelip de birleşmesi ve her şeyi silip süpüren canavara dönüşmesi gibi…
İşte bugün yaşanan/yaşadığımız kriz bu boyuta bir özellik gösteriyor.
Hem her yerde görülüyor, hem her yeri etkiliyor, hem her şeyden beslenebiliyor.
Hem öngörülemiyor, hem sürprizlere gebe, hem de organize/sistematik/planlı ve bir amaca matuf şekilde, çok etkili bir Akıl ve Güç tarafından çıkartılmış bir yangın.

Aslına bakarsanız; bana göre, her ne kadar ekonomik saikler önplanda ve görünürde olsa da; küresel siyaset planı gereği ve planlanan yeni düzenin realizasyonu için çıkartılmış siyasi bir kriz olduğunu söylemek, çok da ütopik olmaz.
Diğer bir deyişle,
Para/ekonomi/finans üzerinden yaşanan ama arka planda küresel güç ve hakimiyeti konsolide etmek/revize yapmak ve yeni nesil bir özelliğe ulaştırmak için, adı ekonomik kriz olan bir savaş yaşanıyor denebilir.
Bu yüzden de, yaşanan krizi, "şu-bu-o krizi" değil; birkaç yazıdır, "Her şey krizi" olarak tanımlıyorum.

Türkiye bağlamına gelirsek;
5 Ağustos'ta Erdoğan-Putin görüşmesi var.
Bu görüşmeyi sadece Türkiye ve Rusya liderlerinin görüşmesi gibi düşünmeyin.
Tıpkı İran'da yapılan görüşmelerin, sadece "Putin/Erdoğan/Reisi" görüşmesinden ibaret olmadığı gibi…

Erdoğan'ın Soçi ziyaretine dair, farklı öngörü/değerlendirme ve duyumlarım var.
Özellikle de yurtdışı kaynaklı iletişimlerimden…

Erdoğan-Putin görüşmesi, belki de ziyaretin en rutin kısmı olacak.
Bu ziyaret, yukarıda bahsetmeye çalıştığım küresel gelişmelerin ve yaşanan ekonomik-siyasi krizin, Türkiye özelinde çok özel/önemli/manidar anlam ve sonucu olacaktır.
Belki çok iddialı olacak ama Türk ekonomisi ve siyasal yapısının nereye gideceğinin/neler kaybedeceğinin veya neler kazanabilirliğinin arka kapı görüşmelerine de sahne olacaktır.

Hem birbirinden bağımsız ve hem birbiriyle dibine kadar ilintili şekilde, kim kimle/kimlerle ne görüşmeler yapacak, hangi konular konuşulacak, ne gibi sözler verilecek ve son tahlilde görünen/görünmeyen aktörler "kazan-kazan" formülasyonu çerçevesinde ne sonuç elde edecek?
Eminim, bu soruların pek çoğunun cevaplanacağı veya iplerin kopma noktasına geleceği görüşmeler zinciri yaşanacaktır.
Umuyorum ki, aklı selim kazanır,
Ve inşallah, Türkiye kazançlı çıkar…

Bu ziyaretin anlam ve önemi özellikle Türkiye için çok farklı…
Neden?
Hani, vize sınavlarında kırık not olur ama finalde telafi imkanın vardır,
Finalde de başaramayınca bütünlemede fırsatın olur,
O da olmazsa, yaz okulu ile telafi fırsatı vardır,
Ama onda da olmayıp artık sınıfta kalmak mukadder derken, sürpriz bir şekilde üniversite senatosu tek ders sınavı/kurtarma sınavı yapma kararı alır ya; işte bu ziyaret ve görünmeyen görüşmeler de, bu kurtarma sınavı sürprizi gibidir.
Bu bağlamda, Erdoğan'ın bu süreci iyi okuyup, ileriki etaplara dair doğru/soğukkanlı ve ülkesel menfaatleri maksimize edici bir projeksiyon ve anlayışla hareket edeceğine inanıyorum.

"Peki, bu inancının veya Erdoğan'ın bu minvalde hareket edeceğine dair umudunun gerekçesi nedir?" derseniz;
Arkadaşlar,
Amerika'nın durumu malum,
FED'in faiz artırmasına rağmen enflasyon durmuyor,
FED Başkanı Powel'ın, istihdam verilerini öne sürerek, Amerikan ekonomisinde "durgunluk/resesyon" yaşanmayacağına dair beyanlarına fazla itibar etmiyorum.
Aynı Powel ve FED ekibi, aylarca enflasyonun "geçici" olduğunu söylemişlerdi…
Ama sonra "kalıcı imiş" demeye başladılar.

Şunu diyebilirsiniz; "küresel bazda yaşanan her iş/işlem ve olayın arkasında FED'in, yani doların sahiplerinin, yani "Güç ve Aklın" olduğunu söylüyordun. Madem öyle; o halde kendi ülkelerinde yaşanan ekonomik gelişmelerin bile farkında değiller mi ki; bu kadar yanlış ve yanıltıcı öngörüde bulunuyorlar?.."
Bunu sormakta çok haklısınız,
Ama amaç, sahicilik/gerçek gibicilik ve algı oluşturmadır.
Böyle olunca da, "yanıltıcı" adımların atılması, krizin "her şeyi ve her yeri" kapsıyor görünmesi kurulan oyunun bir gereğidir.
Son tahlilde, onlar bir şekilde Amerika'yı kurtarır,
Ama dert-bela bizim ve bizler gibi ülkelerin başındadır.

Hal böyle olunca,
"Ama Amerika bile/Almanya bile/İngiltere bile…" diye başlayan cümleler kurmak ve yaşadığımız ekonomik krize gerekçe oluşturmaya çalışmak nafile/beyhude ve bize bir katkı sağlamayacak argümanlardır.

Arkadaşlar,
Türkiye, ihracatının yüzde 55 kadarını Avrupa ülkelerine ve ilk sırada Almanya, ikinci olaraksa İngiltere'ye yapmaktadır.
Almanya/İngiltere ve İtalya'dan gelen perakende satış verilerindeki yüzde 5'ler civarı düşüş, emin olalım ki; o ülkelerden ziyade bizi vuracak, bizim ihracatımızı etkileyecektir.

İhraç ürünlerimizin hammaddesini büyük ölçüde Çin'den ithal ediyoruz.
Çin'le ilgili gelişmeler/riskler ve muhtemel sıcak savaş ihtimali aşikar.
Bunun yanında bir de, Avrupa'da görülen resesyonla ihracatımızda daralma olursa ne olacak!
Döviz fiyatı ve tedarik konusunda, zaten ciddi bir sıkıntı içindeyiz.
Üstüne üstlük bir de Avrupa ekonomisinde görülecek daralma ve durgunluk, bizim için her şeyin üstüne tuz ekecektir!

Ki bu bağlamda; Avrupa birliği, Amerika gibi tek bir ülke olmadığı ve birliğe dahil olan ülkelerin kendine has dinamikleri ve farklı riskleri mevcut olduğu için Avrupa'nın sorunu daha büyüktür.

Düşünün,
30 civarı ülke ve küresel sanayinin başat aktörü Almanya'da bu potada, Bulgaristan/Yunanistan/Macaristan gibi ülkeler de…
Öyle ki; birine ilaç olacak bir ekonomik formül bir diğerine zehir etkisi gösterebilir!
Demem o ki; Avrupa Birliği'nin işi herkesten daha zor.

Sonuç:
Türkiye özelinde ve ekonomik gidişatımız çerçevesinde;
—Döviz kuru yükseliyor, erişim ve edinim zorlanıyor,
—Cari açık ve dış ticaretteki makas büyüyor,
—Merkez Bankası politika faizini sabit tutuyor ama kamunun faiz yükü olağanüstü artıyor,
—Enflasyon yükselmeye devam ediyor.
Yıl başından beri, 2022 sonu enflasyon beklentisini altı kez yenileyen Merkez Bankamız yedinci kez revize etti ve yüzde 60 olacağını söyledi.
Üstelik TÜİK verileriyle.

Açıkçası, çok öteye gitmeden Eylül ayında bu oranın bile yeniden revize edileceği/yüzde 70 düzeylerinde bir rakam zikredileceği kanaatindeyim. Söylenen rakamlara, kendilerinin de inanarak söylediklerini hiç sanmıyorum!
"Ekonominin yüzde kırkı beklentidir" demişti Maliye Bakanımız,
Ben de öyle düşünüyorum.
Ama gel gelelim realiteye; beklenti her geçen gün derinden ve kronik şekilde negatifleşmeye devam ediyor.
Bir sarmala dönüşüyor.
Ekonominin alt başlıklarında görülen her bir olumsuzluk, bir diğerinde kötüleşmeyi tetikliyor.

Tüm bunların sonucunda ne oluyor?
Son birkaç yazımda özellikle, üstüne basa basa ve tekraren söyledim.
Bir ülke ekonomisi için en kötü pozisyon, ödemeler dengesinin bozulmasıdır.
Ve maalesef bu olumsuzlukların bitmemesinin ve artarak devamının final noktası da "ödemeler krizine" doğru ilerleyiştir!..

Arkadaşlar,
İşte tüm bunlardan dolayı, Erdoğan'ın Soçi'yi iyi değerlendireceği/sonuç odaklı yaklaşacağı, tutarlı/muvafık/mutabık/güven oluşturucu şekilde davranacağı ve küresel gerçeklikler çerçevesinde Türkiye için doğru ve en realiter adımlar atacağını söyledim ve söylüyorum.



Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber