Ama/fakat/lakin demeden; Suriye ile ilişki başlatılmasını isabetli buluyorum!

3 Eylül-2021 tarihli yazımda, Mısır'la yeniden başlayan diplomasinin önemine vurgu yapmış ve şöyle demiştim:
"Geç de olsa, bu yeni konsept ve yaklaşıma memnun oldum.
Neticede aklın yolu bir.
Mısır'la görüşmelere başladık.
Arabistan'la da…
Hakeza, yakında Birleşik Arap Emirlikleri'yle…
Önümüzdeki günlerde bölgesel ölçekte Suriye de dahil,
İsrail, Lübnan, Ürdün…
Almanya başta olmak üzere, Avrupa Birliği ile de, daha "konuşulabilir" bir diplomasiye geçeceğimizi düşünüyorum.
Aramız düzelmese bile, hiç olmazsa hasmane yaklaşım/ düşmancılık/ yalnızlaştırma azalacaktır…"

Bu bağlam ve minvalde bir durum tespiti yaparsak;
Kanayan yara ve en can alıcı sorunsalımız Suriye ve Suriyeli sığınmacılarla ilgili, "ne olacak?" sorusunun cevabıdır.
İnanın bu problem, yaşamakta olduğumuz ekonomik sıkıntılarımızdan çok daha beterdir.

Hal ve ahval böyleyken,
Erdoğan'dan, Suriye ve Esad'la iletişim kurulabileceğine dair açıklamalar geldi…
Hemen, Medya ve Sosyal Medya hareketlendi,
"…ama sen, Katil Esed diyordun; şimdi ise görüşmekten bahsediyorsun…" kabilinden, Erdoğan'ın geçmiş konuşmaları gündeme getirilmeye başlandı.
Halbuki beklenen ve "olması gereken" diye dillendirilen, diplomatik çıkış bu idi.
Fakat burası Türkiye,
Neylersin; yapmasan da eleştirilirsin, yaptığın zaman da…

Arkadaşlar,
Bu ve buna mümasil sözler söylemek/çelişkileri ortaya koymak/tutarsızlık atfetmek işin en kolay yanı.
Ki, yaptığımız da, maalesef sadece bu…
Evet, bence de geç kalındı,
Hatta, 2021'de bu gecikmeye dair eleştirel pek çok yazı da yazdım.
"Yapmayın/etmeyin, ülkesel menfaatler her şeyin önündedir ve bunun için gerekirse şeytanla bile görüşülmelidir" diye tekraren söyledim.
Ama dün bitti/gitti/mazi oldu,
"Doğru muydu/yanlış mıydı, şöyle miydi/böyle miydi" demek bugünümüze ve gelecek projeksiyonlarımıza bir şey katmaz.

Yapmamız ve olması gereken, "Dün öyle gerekiyordu, bugün de böyle" diyerek; hayrıyla şerriyle dünü dünde bırakmak ve gereken dersleri alarak yeni adımlar atmaktır.
Devlet olmanın en tabi gereği ve olması gerekeni budur.
Devletler kan ve kin davası gütmez,
Devlet yöneticileri kişisel reflekslerini kamusal kararlarına yansıtmaz/yansıtamaz!
Bu yüzden;
Zaman, vakit kaybetme zamanı değildir,
Vakit, "neden geç yaptın veya neden bugün yapmaya başladın" diye mızırdanma ve yapılan doğruyu önemsizleştirme vakti hiç değildir.

Kısaca ve özetle; Suriye ve Esad'la ilgili atılan adım doğrudur,
Olması gerekendir,
Kronik hale gelmiş sığınmacı sorunumuzun yaşattığı hasarı minimize etmek ve güney sınırlarımızın güvenliği için kamuoyu tepkisine ve müzmin eleştirilere rağmen hızlıca somutlaştırılması ve sonuca alınması bağlamında lüzumlu bir süreçtir.

Bu arada;
İç siyasete dair yazmam demiştim,
Aslında, yazıyor da sayılmam pek…
Fakat, Türkiye ve Erdoğan'ın küresel gelişme ve dengeleri daha bir hassasiyetle gözetmeye başladığını,
Paranın sahipleriyle iletişimini kısmen de olsa istikrara kavuşturduğunu,
Türkiye'nin döviz sıkıntısına dair alternatif çözümlemeler bulmuş olabileceğini düşünüyorum.
Düşünmekten de öte, duyumsuyorum.

Bu noktadan hareketle;
Türkiye-Rusya ilişkilerine ve Amerika/Avrupa tandanslı kimi eleştiri ve yaptırım dillendirmelerine dair birkaç cümle söylemek istiyorum.
An itibariyle, söylemiş olmak için söylendiğini veya 3-5 ay sonrası oluşturulmak istenen zemin için mevzi oluşturma amaçlı tavırlar olduğunu düşünüyorum.
Bu tarz yaklaşımların, iç kamuoylarına mesaj içerikli ve biraz da "bakın, Türkiye ve Erdoğan'ı da eleştiriyoruz. Gözümüzden kaçıyor sanmayın" kabilinden, retorik ve jenerik eleştiriden öte bir anlam içermediği kanaatindeyim.
Çünkü Erdoğan'ın, Türkiye-Rusya ilişki ve iletişimi konusunda arka kapı görüşmelerle bir mutabakat sağladığı inancındayım.

Az kalsın unutuyordum,
Tüm bu gelişmeler çerçevesinde ve sonucunda, Erdoğan'ın "…hadi buyurun; Kasım sonunda/Aralık veya Ocak ayında seçime gidelim" deme ihtimali de aklımdan geçmiyor değil!
Yani, bir anda geldi işte,
Söylemiş oldum…

Not:
15 Temmuz'da yaşadığımız adi Darbe Girişimi konusunda sıklıkla gündeme gelen ve ismine aşina olduğumuz, Putin'e de yakınlığıyla bilinen Rus Siyaset Bilimci ve Yazar Aleksandr Dugin'in kızı bir suikast sonrası hayatını kaybetti.
Lokal ve bölgesel bir hesaplaşma mı?
Tesadüf mü?
Yoksa başka bir şey mi?
Yahut da yaşamakta olduğumuz "Yeni Dünya Düzeni" süreciyle ilintili mi?
Bence düşünmeye değer…


Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber