Arap mahallesi aynı da olsa; biz akıllı/akılcı olmaya mecburuz..

Milletleri, Kavimleri, Irkları kategorize etmeyi sevmem.
"Falanca kavmin atası da böyleydi, filanca millet falanca kritik anda da böyleydi, feşmekanca ırk bizden hep nefret ederdi.." gibi düşüncelerden uzak durmaya çalışırım.

Daha açık söyleyişle;
Araplar şöyledir, Farsîler böyledir, Kürtler öyledir, Rumlar-Ruslar-Almanlar-Fransızlar… şöyle şöyledir gibi düşünmekten imtina ederim.

Tarihsel önkabullerden ziyade reelpolitikle siyaset yapılmasını ve davranış sergilenmesini daha makul görürüm.

Aksi, akıl ve akılcılıktan uzaklaşmayı ve diplomatik romantizmi getirir; kurumsal devlet refleksinden uzaklaştırır.

Olması gereken, bu gerçeklikle hareket etmek midir.?
Evet.
Devlet olarak projeksiyonumuz böyle mi olmalıdır.?
Evet.
Devlet adamlarımız böyle mi bakmalıdır.?
Evet.
Ama, yukarıda sevmem dediğim hususların da bir "rezerv" olarak tutulması ve paranteze alınması şarttır.
Asla ihtimal harici görülmemelidir.
Keşke buna gerek olmasaydı…
Ama ne  yazık ki; "şeytan ayrıntıda gizlidir" diye bir söz var.
Keza; "Katranı kaynatmakla olur mu şeker, cinsini sevmediğim cinsine çeker" diye de…
Ve de; "can çıkar huy çıkmaz" şeklinde de…
Ve dahi; "herkes doğasının gereği gibi davranır" gibi de…

Hani bir hikaye vardır, bilirsiniz…
Dere kenarına gelen akrep, karşıya geçmek için çaresiz bakınmaya başlar.
Ne yapayım edeyim derken; çalıların arasından gelen kurbağayı  görür .
Akrep, yalancı bir gülümsemeyle, kurbağaya:
-Günaydın, kurbağa kardeş! der.
Kurbağa, akrebin dostluğuna hiçbir zaman inanmadığı için cevap bile vermez, susar.
Akrep yapmacık bir tavırla yaltaklanmağa başlar:
"-Ben, fena bir hayvan değilim kurbağa kardeş. Beni yanlış tanıtmışlar.
Benim de bir yüreğim, dostluk duygularım var, inan bana. Bir ricam olacak.
Ne olur, sırtında, beni şu derenin karşı kıyısına geçiriver. Çok işim var.
Bana yapacağın bu iyiliği asla unutmayacağım…" der.
Kurbağa:
-Sana nasıl güvenebilirim. İyilik edersem, karşılığında kötülük görürüm…
Hayır, hayır, bunu yapamam…
Akrep yalvarmaya başlar. İyilikten, dostluktan kardeşlikten söz eder.
Kurbağa, akrebin tatlı diline ve gözyaşlarına dayanamaz.
Sırtına alır. Yüze yüze dereyi geçer.
Tam karşı kıyıya ayak basacağı sırada, akrebin akrepliği tutar kuyruğundaki zehirli iğneyi kurbağanın sırtına saplar. Zavallı kurbağa ahh diye inler. Akrebe seslenir;
-Ne yaptın? Hani iyiliğime karşı kötülük etmeyecektin? Öyle konuşmuştun…
Akrep fısıldar:
-Kusura bakma kurbağa kardeş!
 Elimde değil, benim huyum bu…"


Arap Mahallesine bakıyorum,
Suudi Arabistan'a, Mısır'a, Birleşik Arap Emirlikleri'ne, Ürdün'e, Bahreyn'e, Suriye'ye, Kuveyt'e, Fas'a, Tunus'a bakıyorum…

Kral'larına, Prenslerine, Başbakanlarına, Cumhurbaşkanlarına bakıyorum,
Medyasına, haberlerine, kalemlerine bakıyorum….
Ve ne yazık ki; gördüklerim hep bu fıkrayı aklıma getiriyor,
Akrebi hatırlatıyor,
Beni "huy ve mizaç"a kilitliyor.
Bir haber okuyorum;
"Arabistan marketlerinde Türk ürünlerine dokunmayın, almayın" yazmışlar.
Başka bir Arap ülkesi Türk ürünlerinin girişini zorlaştırmış,
Bir başkası gümrük vergilerini artırmış...
Açıkçası ben şaşırmıyorum.
Ama asıl devlet şaşırmamalı.
Hele karar mekanizmasında olanlarımız hiç şaşırmamalı.
Çünkü devlet şaşırmaz, şaşıramaz.
Devlet her şeye hazırlıklıdır.
Çünkü devlet "duygusal ve hissi" hiç davranmaz.
Hele de iki bin yıllık devlet hafızası var ise,
Devlet itidali ve soğukkanlılığı var ise,
Devletler arasında ezeli-ebedi dostluk/düşmanlık olmaz ise,
Devlet şaşıramaz.
Devlet her şeye hazırlıklı olur.
Devlet akıl ve akılcılıkla hareket eder.
Devlet kavimsel refleksleri, tarihsel ihanetleri, arkadan hançerlenmeleri, en kritik anlarda düşmanla işbirliği edenleri unutmaz, unutamaz.

Tüm bunlar olurken, Arap Mahallesi antitürkçü davranırken, birinci cihan harbindeki gibi hasımla teşriki mesaiye girmişken Türkiye ne yapmalı, nasıl davranmalı..?

Benim, senin, onun gibi davranmamalı.
Sakin, derin, soğukkanlı olmalı.
En önce otokritik yapmalı,
Nasıl bu hale gelindi'yi sorgulamalı, analizlemeli ve değerlendirmeli.
Biz neyi eksik yaptık sorusunu sormalı,
Veya, biz kime fazla yaklaştık diye düşünmeli,
Dengeyi nasıl kaybettiğini sorgulamalı,
Ortak nokta oluşturmadaki zaafları irdelemeli…
Sonra da Arap Mahallesi'nin kavmiyetçi zihniyetini ve tarihsel davranışlarını nazarı dikkate alarak; "yanımızda değillerse, karşımızda da olmasınlar" prensibinden hareketle, yeni yol/yöntem ve iletişim başlatmalıdır.

Çünkü Türk-Arap ilişkileri belki de son yüzyılın en kötü halini yaşıyor.
Tamiri mümkün olmayan bir yıkıma gidiyor.
Önlem alınmazsa bugünleri bile arayacak bir kavşağa giriyor..!
Devletler hayatında geç diye bir şey olmaz ve yoktur.
Çünkü hayat devam ediyor.
Bazen şerri defetmek hayır kazanmaktan iyidir.
Evet yaşanan gerçeklik üzüyor, incitiyor, kırıyor ve duygusal kopuş yaşatıyor.
Arap Mahallesi'nin tavrı, davranışı, husumeti kabul edilebilir değil.
Ama, lakin, fakat, gerçek bu…
Tarihsel pratikleri gözardı etmeyeceğiz.
Geçmişi unutmayacağız.
Sırtımıza atılan sinsi hançerleri görmezden gelmeyeceğiz.
Ama aman ha…
Duygusallık yok,
Romantizm yok,
"Biz onlara iyilikten başka bir şey yapmadık. Ama onlar nasıl böyle yapar ki…" küskünlüğü, hiç yok.
Aksi takdirde onlardan bir farkımız kalmaz.
Devlet geleneğimiz ve yüzyıllardır oluşmuş Devlet Aklımız heba olur.
Cesaret tamam,
Kızgınlık tamam,
Ve hatta Çılgın Türklük de…
Ama, mutlak ama mutlak akılla birlikte,
Akılcılık içinde,
Düşmanı azaltarak veya zayıflatarak,
Dost olmuyorsa da, düşman da etmeyerek,
Bizle olmuyorsa, hasımla da oldurmayarak,
Zeka ve akıl birliği içinde,
Planla, taktikle, stratejiyle,
Ve en önemlisi sabırla ve uygun zamanlamayla hareket etmek, adım atmak ve eyleme geçmek en doğrusudur.

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.


OGÜNhaber