Bence de İsveç ve Finlandiya bir şeyler yapmalıdır!..

Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılması söz konusu.
Türkiye karşı çıktı,
Neden?
Çünkü bu iki ülke Türkiye'nin baş belası PKK ve diğer terör örgütlerinin yuvası gibi.
Türkiye'nin bu tavrı doğru ve haklı bir çıkış mı?
Bence de evet.

Bu arada herhangi bir ülkenin NATO üyesi olabilmesi için oybirliğiyle karar alınıyor. Üyelerden bir teki bile veto ederse/onay vermezse üyelik gerçekleşmiyor.

Buraya kadar tamam.
Başka karşı çıkan NATO üyesi ülke var mı?
Yok.
Üstelik başta Amerika olmak üzere tüm üyeler hararetle istiyor.

Şimdi asıl konuya gelelim,
-Türkiye ne kadar dayanacak?
-Ne tür baskılara maruz kalacak?
-Taleplerini veya bir kısmını elde edebilecek mi?..

Açık konuşmak gerekirse şuanda elimiz epeyce zayıf,
"Haklı olmamıza rağmen maalesef dezavantajlarımız fazla" diyenler olabilir ve hatta olacaktır.

Bu bağlamda, karşı çıkmasaydık daha mı doğru olurdu yoksa diye düşünüp bir değerlendirme yaparsak; yine de bu tavrın, yani karşı duruşun olması gereken refleks olduğu kanaatindeyim.

Bence asıl sorulması gereken sorular şunlardır;
-Acaba bu çıkışın sonuçlarını hesap ettik mi?
-Bir diplomatik simülasyon yaptık mı?
-Olası belden aşağı vuruşları ve kişisel şantajları göze aldık mı?

Açıkçası Türkiye'nin bu hamleyi yapmadan önce epeyce bir değerlendirme yaptığı fikrindeyim.
Ama yine de durum çok ince bir denge,
Oldukça hassas bir eşik…
Çünkü bu dönem farklı/değişik ve kritik,
Rusya ve Çin bir tarafta, Amerika ve diğer dünya bir tarafta olmak üzere, kurulmuş hatta dayatılmış bir sistematik mevcut.

Hal böyleyken,
Yani, gelinen nokta "…yoksa, sen de Rusya'dan yana mısın. Bu yaptığın Rusya'nın işine yarar" gibi, kırk katır mı kırk satır mı şeklindeyken,
Adı konulmamış bir üçüncü dünya savaşı yaşanırken,
Küresel ekonomi krize girmişken ve ekonomi bir silah gibi kullanılırken,
Türkiye ekonomisi küresel gelişmelerden iki kat fazla etkilenirken,
Türkiye'nin hamlesinin sonuç vermesi/NATO konseptinde Türkiye'nin anlam ve öneminin yeniden hatırlanması ve özellikle Anadolu coğrafyasının vazgeçilmezliğinin yeniden idrak edilmesi en büyük temennim.
Ama uluslararası ilişki ve diplomasi temenni işi değildir.
Haklı olmanın çok bir belirleyiciliği olamıyor maalesef.
Pek çok yazımda belirttiğim gibi uluslararası ilişkiler güce dayanır.
Uluslararası hukuk bile güçlünün elindedir ve onun menfaatleri doğrultusunda işler/işliyor.

Sonuç;
Türkiye doğru ve haklı bir hamle yaparak, buradan ülkesel menfaatler için Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya girişine dair zorlayıcı ve zorlaştırıcı bir tercih yaptı.
Ama aslolan sonuca ulaşmaktır.
2009 yılında Danimarka Başbakanı Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliği söz konusu olunca, yine böyle yapmış ve karşı çıkmıştık.
Neden?
Çünkü Danimarka'nın, ülkemize saldıran teröristlere mekan ve imkan sağladığı ortadaydı.
O zaman da benzeri bir diplomasi yapılmıştı.
Üstelik o dönem bugünkü kadar kritik ve Rusya boyutuyla, bu ölçüde yakıcı da değildi.
Ama sonuçta, rezervimizi çekmiş ve Rasmussen'in atanmasını onaylamıştık.
Peki, istediklerimizi elde edebilmiş miydik?
Pek bilmiyorum ama Danimarka odaklı kaygılarımızın çok da azaldığını düşünmek safdillik olur.

Şimdi ne olur?
Doğrusu, bu defa Batı Blokunun Türkiye'nin hassasiyetlerini dikkate alacağı kanaatindeyim.
Veto rezervimizi çekerken/karşı durmaktan vazgeçerken, Avrupa ülkelerinin, Amerika'nın ve özellikle İskandinav Ülkelerinin hasmanelikten ziyade dostane bir yaklaşım (dişini sıkarak da olsa/zorlanarak da olsa) sergileyeceği inancındayım.

Nasihatim şudur;
Ayarı kaçırmamak, "vur dedin mi öldürmemek", ince çizgiyi iyi gözetmek ülkesel menfaatlerimizin maksimizasyonunda hassas ölçüdür.
Her şeyden önemlisi ölçülü konuşmak/ölçülü davranmak/taraf olurken de, karşı dururken de ölçüyü kaçırmamak gerekir.



Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber