İyi belediyecilik halkçılık mıdır veya halkçılığın en güzel örneği iyi belediyecilik midir?

CHP bugüne kadar neden kaybetti,
Veya neden kazanamadı?
Hiç düşündünüz mü bunu?..
Belki düşündünüz belki düşünmediniz ama ben düşüncelerimi paylaşayım.
CHP'nin "Halkçılık" diye bir ilkesi var.
Öyle nostaljik hale gelmiş ki; eminim şimdi ben söyleyince "evet ya, öyle bir şey vardı" diyeceksiniz.
Halbuki "Halkçılık" tüm siyasal partilerin omurgası/manifestosu ve hatta varoluş nedenidir.
Özetle nedir Halkçılık?
Halkın verdiği oyla iktidar olunan bir sistemde "Halk için" diyerek yapılan siyasetin, gerçekten halk için/hakça ve samimane şekilde yapılmasıdır.
Peki siyaseti böyle yapan veya yaptığını söyleyen her parti halkın teveccühüne mazhar oluyor mu?
Tabi ki hayır.
Kimler tercih ediliyor?
Vaat ettiği halkçılığı, en sahici/ikna edici ve kabul görücü şekilde uygulayabilen partiler..
Altı ilkesinden birisi halkçılık olan CHP bugüne kadar gerçek bir halkçılık yapamadığı için siyasal teveccüh görmedi.
70'lerde "Ortanın Solu" yaklaşımı ile Ecevit gerçekleştirdi ve yüzde 41 oyla birinci parti oldu.
Sonrasında ise gerçek halkçılık bir daha görülmedi.
Demek ki "halkçılık en temel ilkemizden birisidir" demekle halk senin yanında yer almıyor.
Yani söylem değil icraat gerekli…
Ak Parti bugünlere kadar nasıl kazandı?
Halkçılık yaparak ve buna seçmeni ikna ederek…
Şaşırmayın; evet evet, adı halkçılık olmayan bir halkçılık yaparak…
Nasıl yaptı?

Arkadaşlar!
Teşbihte hata olmaz bağlamında diyecek olursak; savaşların bir yönetim merkezi vardır bir de savaşın cereyan ettiği cephe hattı…
Bu yönetim merkezince belirlenen yönetim ilkeleri/alınan kararlar/oluşturulan stratejiler çok önemlidir,
Ama asıl ve daha önemlisi ve asıl olan ise bütün bunların cephede en doğru komutanlarla ve en uygun taktikle pratiğe geçirilmesidir.
Buna bağlı olarak bir diğer olmazsa olmaz faktör ise merkezle cephe arasında akıl-fikir birliği/uyum ve doğru eşgüdümdür.
Zaferler de, ancak böyle elde edilir!
Bu durumu partilere uyarlarsak;
Ak Parti, yıllarca bahsettiğim başarı ilkelerini pratiğe dönüştürdüğü için kazandı,
CHP ise merkez-cephe uyumunu sağlayamadığı için kaybetti.
Siyasette merkez neresi cephe neresidir?
Merkez Ankara'daki parti genel merkezleri,
Cephe ise partilerin il yönetimleri ve daha da önemlisi belediye yönetimleridir.
Ak Parti, 20 yıllık iktidarının temelini belediyeler üzerinden attı.
Belediyeleri iyi yöneterek merkezi iktidarı eline aldı ve konsolide etti.
Bu bakımdan belediyeler, "halkçılık" prensibinin pratiğe dönüşümünün halka yansıyan en önemli boyutudur diyebiliriz.

Buradan ne çıkartabiliriz?
—Belediye kötü yönetilirse fatura partiye çıkar,
—Belediye rehavete girerse fatura partiye çıkar,
—Belediye israf ederse fatura partiye çıkar,
—Belediye adil uygulamadan uzaklaşırsa fatura partiye çıkar,
—Belediye liyakat ve ehliyetten uzaklaşırsa fatura partiye çıkar,
—Belediye yolsuzluk yaparsa, yoksulluğa lakayt kalırsa fatura partiye çıkar.

Daha açık deyişle;
Bir belediye kötü yönetilirse sadece belediye başkanı değişmez. O başkanın mensup olduğu parti ve parti başkanı da sandıkta fatura öder!
Peki son yerel seçimlerde CHP çok ve sahici bir halkçılık yaptığı için mi kazandı?
Hayır,
Tam olarak öyle değil ama yapacağına dair bir fragman sundu.
Aslında CHP'nin başarısının altında yatan asıl sebep iktidar partisi belediyelerinin halka rağmen halkçılık yapmaya kalkışması/sahicilikten uzaklaşması ve yukarıda sıraladığım negatifliklerin neredeyse hepsini yapmış olmalarıdır! Adeta kötü yönetimin çok başarılı örneklerini sunmuş olmalarıdır!
Hele buna bir de küresel ve ülkesel bazlı ekonomik krizi ve hayatın olağan akışına yansıyan alım gücünün düşmesini/pahalılık vb. gibi durumları da eklersek; 31 Mart yerel seçim sonuçlarının böyle olması kaçınılmazdı!
Ben de "devlette itibardan tasarruf edilmez" yaklaşımında olan biriyim.
Ama nasıl?
Devlet malıyla israfa/şatafata/konfora/kişisel zenginleşmeye sebebiyet vermemek kaydıyla,
Fakir-fukara,  garip-gureba geçim gailesiyle perişan iken, halkla ilk safta yüz yüze olan, başta belediyeler olmak üzere diğer kamu yöneticileri bu söze sığınıp meşruiyetten uzaklaşan iş ve işlemlere tevessül etmiyorlarsa…

Arkadaşlar!
Defalarca yazdım;
Bir devleti/iktidarı/partiyi bitiren en önemli şeyler, yönetimde israf/rehavet/liyakatsizlik/kayırmacılık/adaletsizlik ve umursamazlığın hakim olmasıdır diye!
"Bal tutan parmağını yalar" sözü kabul edebileceğimiz bir atasözü değildir diye!
"Devlet malı deniz yemeyen keriz" gibi bir sözün, ne dinde ne millilikte yeri vardır diye!
Ama muktedir anlarda, nasihat/uyarı/ikaz/tavsiye pek duyulmaz ve dikkate alınmaz maalesef!
Çünkü umursuzluk/aymazlık ve gücün şehvetine kapılış, irade ve inisiyatif sahiplerini esir almıştır!

Defalarca söyledim;
Halkın tepkisi ve refleksi ilginçtir,
Unutkan/kör ve sağır sanılır ama değil işte…
Eğer ki bir yönetim ve lider, gidişatı doğru okuyamazsa veya doğru okumasına rağmen bunu aşağıya doğru önlemler/uyarılar/yapılacak değişimlerle gereği gibi aktaramaz ve pratiğe dönüştüremezse; halk, yapılmayan halkçılığı gözler önüne serip yapılan kötü belediyeciliği çok acı bir şekilde gösterir!
Tüm bu eleştirilerimi iyi belediyecilik yapan başkan ve ekiplerini tenzih ederek söylüyorum.
Ama Allah aşkına seçimle birlikte devir-teslim sonrası kimi belediyelerle ilgili çıkan haberlere bir bakın!
Yemin ederim akla ziyan!
Parti fark etmeksizin yeni kazanan birçok belediye başkanından telefon aldım ve tek söylenen şey "…abi, bu kadar borç nasıl yapılır!/Nasıl bu kadar hoyratça yönetilebilir!/Çalışan maaşını bile ödeyemez haldeyiz!"..

Münferit birkaç örnek bile olabilir ama Sancaktepe Belediyesinde sergilenen konfor, Manisa'nın 250-300 bin nüfuslu Yunus Emre ilçesi belediyesinde yaşanan deli israf veya bazı büyükşehir belediyelerinde yapılan astronomik harcama ve milyarlarca TL borç, nasıl olabilir/nasıl yapılabilir/nasıl izah edilebilir!
İktidar partisinin, yenilginin nedenlerini araştırdığı ve yeniden yola devam demek için reçete oluşturmaya çalıştığı söyleniyor.
Bence uzağa gitmeye gerek yok; sebep belli ve reçete açık:
Sen, sen olmaktan çıkarsan/eleştirdiklerine benzersen ve kibir tepelerinde gezersen hezimetler için başka sebep arama!

Galiba, gazetemiz yazarlarından Erkan Yılmaz'dan dinlemiştim.
Hazreti Ömer'in yöneticiliğine ve atadığı valilerin halkın yaşam standardının çok üzerinde bir hayat yaşayıp israfa yönelmesi halinde nasıl bir tepki gösterdiğine dair tarihsel bir anekdot idi.
Onu aktararak yazımı tamamlıyorum.
"Müslümanlar, Sad bin Ebi Vakkas komutasında Sasani'leri Kadisiye savaşıyla yendikten sonra bugün "Kufe" diye bildiğimiz şehri inşa etmeye başlarlar.
Çalışmalar belli bir noktaya gelir ve artık büyük bir yerleşim yeri oluşmuştur.
Halife Ömer, Vakkas'ı Kufe'ye vali olarak atar.
Sad b. Ebi Vakkas, buraya yönetim merkezi olmak üzere ve ikamet amaçlı bir saray-köşk yaptırır.
Günümüz şekliyle söylersek; bir nevi Vali Konağı…
Kisra'nın Sarayının kapısını da söktürür ve bu köşke taktırır.
Artık zafer sarhoşluğundan mı yoksa ihtişamın etkisinden mi bilinmez; kapıyı da kapalı tutar. Ahali, arzuhal için bile olsa içeri giremez.
Hz. Ömer durumdan haberdar olur.
Güçle birlikte ortaya çıkabilecek negatif değişim/dönüşüm ve bunun yol açacağı tehlike halifeyi çok tedirgin eder.
Vakkas gibi samimi iman-inanç ve itikatla bezenmiş birinin refah ve lüksle sınandığını fark eden Halife Ömer üzülür ve çok kızar.
Derhal duruma el koyar ve Muhammed bin Mesleme'yi çağırıp şu talimatı verir:
"Kufe'ye git. 
Sad bin Ebi Vakkas'ın köşkünün kapısına odun yığdır ve ateşe ver. 
Sonra da bu mektubu Sad'a ver. 
Başka bir şey söyleme!.."
Ebi Vakkas sabah uyandığında sarayda dumanlar yükseldiğini görür.
Sarayın kapısı cayır cayır yanmakta…
Orada gördüğü Mesleme mektubu uzatır.
Başlar mektubunu okumaya:
"Bana haber verildiğine göre sen acem kralı Kisra'nın köşküne benzer bir köşk yaptırmışsın.
Kisra'nın köşkünün kapısını da getirtip köşküne koymuşsun. 
Şimdi kapına da bekçiler-kapıcılar koy! İhtiyaç sahipleri eşiğinden aşamasın! Nitekim Kisralar böyle yapardı! 
Peygamber (s.a.v.)'in yolunu bıraktın ve Acem şahı Kisra'nın yolunu tuttun. Kisra'yı, o köşkten mezara indirdiler. 
O köşk ona vefa göstermedi. 
Ben Muhammed b. Mesleme'yi o köşkü yakması için gönderdim. Senden korkmasın. 
Bu dünyada sana iki ev yeter. Birisinde kendin otur, birisine de
Müslümanların malı olan beytülmalı (devlet hazinesi) koy.""



Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber