Merhum Türkeş'i anarken, aklıma geldi..

Kavacık’ta yazlığa gitmiştim.
Yazlık derken de; bir nevi bağevi…
O yılların Kavacık'ı da Kavacık idi yani; yeşillikler içinde ve beton işgaline maruz kalmamış cennetten bir köşe gibiydi.

Hala da sık giderim ama 15-16 yaşlarının fantastik heyecanını yaşarken bile doğayla iç içe olmayı ve bu yanımla Kavacık'a gitmeyi çok severdim.

Rahmetli Berker Abi (Berker İnanoğlu) ile komşu idik.
Birgün Sezercik (Sezer İnanoğlu); "Babam seni çağırıyor" dedi.
Berker Abi çağırınca gitmemek olur mu…
Hemen gittim.

O yaşlarda olmama rağmen benim siyasete ve güncel konulara merak ve ilgimi bilirdi.
Gerçi bizim jenerasyon galiba erken büyümek zorunda kalmıştı.
Şimdiki 15-16 yaşlara bakıyorum, bir de bizim o dönemimize;
"Yok yok… Biz pek de çocukluk yaşayamamış ve erkenden büyümek zorunda kalmışız" demekten kendimi alamıyorum.

Neyse…
Vardığımda ev kalabalıktı.
Yaşları bizim gibi veya biraz daha büyük on-onbeş kişi vardı.
Ve hemen sebebini anladım.

Alparslan Türkeş, Berker Abiyle yanyana oturuyordu.
Vefatına kadar devam eden soğukkanlı ve vakur duruşu ile karşımdaydı.
Heyecanlıydım.
Çünkü gençler arasında komünizme karşı mücadelenin mihenk taşı "Ülkücü Gençlik" ideolojisinin mimarı karşımda idi.

Millet, milliyet, ülkücülük konularında kısa birkaç şey söyledi.
Sonra; "sanırım hepiniz milliyetçi ve ülkücü çocuklarsınız. Peki içinizde farklı düşüncede olan var mı" diye sordu.
Şimdi olsa yapar mıyım bilmiyorum ama; galiba o yaşın verdiği masum cesaret ve dönemin verdiği pervasızlıkla;
"Ben sizden değilim. Biz Adalet Partiliyiz" dedim.
Çünkü öyle bir aileden geliyorduk.
Bir el işaretiyle yanına çağırdı.
Açıkçası söylediğime pişman olmadım desem yalan olur.
Çünkü o ciddi ve soğukkanlı duruşu, az konuşan hali ve kalın kaşları altındaki delici bakan gözleri biraz tedirgin etmişti.

Gittim yanına…
Sanki saçlarımı hafifçe okşar gibi elini başıma koydu; evlatları arasında ayırım yapmadan hepsini seven ama sevgisini göstermekten imtina eden bir babanın, babacan tavrıyla;

"Evladım, Adalet Partisi de bizimdir. Tabi ki benimseyebilirsin. Hiç sorun yok" dedi.
Rahatlamıştım.
Ve de çok şaşırmıştım.
Çünkü kafamızda radikal, keskin ve farklı fikre pek de müsamahası olmadığını düşündüğümüz bir Türkeş vardı...

Maalesef önyargılı veya bilinçli bir şekilde böylesi bir algı ve imaj oluşturulmuştu.

1980 sonrasında muhtelif defalar görüşme imkanı bulduğum Merhum Türkeş'le 1990'lı yıllardaki bir görüşmemizde bu anımızı anlattım.

Tebessüm ederek dinledi.
Ama yaşadığım bu hatırat farklı bakış, fikir ve yaklaşım sahiplerine müsamaha ve hoşgörü açısından benim için çok önemli idi.

Bugün 4 Nisan ve Rahmetli Türkeş'in vefatının 23. sene-i devriyesi.
Bugün gördüğüm siyasi kutuplaşma, hoşgörüsüzlük ve ötekileşmeyi yaşarken,
Rahmetlinin ölüm yıldönümü günü olduğunu da görünce bu anekdotu paylaşmak istedim.
Düşünsenize;
Türkeş'in o karışık ve sokakların ateşe gark olduğu günlerdeki birlik, beraberlik ve "o da bizimdir" vurgusunu.
Ve bir de bugün, yüzyılın en büyük felaketini yaşarken içine düştüğümüz ihtilaf ve sen-ben yaklaşımını…
Onun A partisi de, B partisi de, C partisi de bizimdir ve "ekşi de olsa bağımızın üzümüdür" yaklaşımını,
Bir de bugün, ülkesellik zemininde, asgari müştereklerde ve ortak bela ve musibete karşı bile bir araya gelemeyen siyaset ve siyasilerimizi…

Kıyaslayın lütfen;
Bugünün bizleri mi, yoksa 70'lerin Türkeş'i mi daha milliyetçi, vatanperver ve birleştirici..!
Kardeş kardeşi vururken bile "o da bizimdir" diyen Türkeş mi yoksa karpuz gibi yarılan bugünün siyaseti ve siyasetçileri mi..!

Galiba bunun adı "devlet adamlığı ve devlet adamı olabilirlik" olsa gerek.
"Devlet adabı bilirlik" bu olsa gerek.
"Mevzubahis vatan ise gerisi teferruattır" yaklaşımının pratize edilmesi, devletin ali yüksek menfaatlerinin sözde değil özde yaşanması, harice karşı dahili ihtilafları bırakabilirlik bu olsa gerek.

Şunu anladım ki; uzak geçmişe gitmeye gerek yok.
Dünlerimiz bile başucu kitabı gibi "örnek siyasi yaşam"larla dolu.
Türkeş, Demirel, Erbakan, Ecevit, Muhsin Yazıcıoğlu…
Hepsi rahmetli.
Ama aslında bıraktıkları "adamlıkla" hepsi yaşıyor.
Ama tabi görebilene, alabilene, ders almak isteyene…
Bir nebze bakabilsek, bir nebze.
İktidarıyla muhalefetiyle,
Okumuşuyla, okumamışıyla,
Köylüsüyle, şehirlisiyle bakıp da görebilsek; rahmetlilerin "adam gibi adam" olduklarını ve sonra  gerçek bir "devlet adamlığı" sergilediklerini müşahede ederiz.

Neyse…
Ben kime, ne ve neyi anlatıyorum ki…
"Görmek istemeyen kadar kötü kör yoktur" derler.
Allah akıl, fikir, izan versin.
Örnek alabilen, ders çıkarabilen, hatadan dönebilen bir fazilet ve basiret versin.
Yoksa; ne söylesen boş…
Mekanın cennet olsun Başbuğ...

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber