Nerede o güzel insanlar; öldüler mi, küstüler mi…

"Dünyayı dolaşan genç adam güzel bir şehre geldi.
Gözleri Emir Sultanın gözlerine benzerdi.
Kaşları çatık, rengi yanık sarı, kalın dudakları soluk.
İnce, uzun boylu.
Erkeğin yakışıklısı…
Dünyada bir arap atının tayı güzel olur, bir de erkeğin yakışıklısı.

Genç adam atından indi,
Baktı ki; bu şehir başka…
Öteki şehirlere hiç benzemiyor.
Şehrin insanları dünyanın en kanı sıcak, en cana yakın insanları.
Konuk için dersen, deli divane oluyorlar.
Fukarası yok gibi, zengin ve cömert.
Bet bereket dersen, yedi iklim dört bucaktan taşıyor.

Bütün şehrin insanlarının yüzyıllardan beri büyük bir mutluluk içinde oldukları besbelli.
Bura halkının, hiç mi hiç bir şeyden şikayetleri yok.
Bir şikayetleri varsa, o da ölümden.
Herhal ölüm bile güzel olur bu şehirde.
Yolcu böyle düşündü…

Bu şehirde bir de çok güzel atlar vardı.
Küheylan, seklavi; cins cins, don don.
Dorusu doruların en parlağı,
Alı kırı, kulası, abeşi, demirkırı, yağızı da öyle.
Burada atların donları da bir başka.
Her bir atlar ki; tüyleri yıldır yıldır.
Her birisi sürmeli gözlü ceren gibi, tıpkı…

Adam bu güzel şehre, bu iyi insanlara, bu cins atlara hayran kaldı.
Bu şehirde bir süre kaldı.
Sonra ayrıldı.

Bundan sonra da nereye gittiyse, kimi gördüyse yıllar yılı bu şehri, bu insanları, bu atları söyledi durdu.
Dilinden düşürmedi.
Hayranlığını bir ömür dile getirip, başka insanları da bu şehre hayran kıldı.

Adam çok yaşlandı.

Günlerden bir gün kendi kendine dedi ki;
Ölmeden, şu güzelim dünyayı terk etmeden; varayım da o güzel şehri, o iyi insanları, o soylu atları bir daha göreyim.
Göreyim de, hiç olmazsa şu dünyadan ağız tadıyla ayrılayım.

Ora senin, bura benim günlerce yol tepti.
Bir sabah iyi insanların, güzel atların mutlu şehrine geldi.
Geldi ki ne görsün;
Şehir ne o eski şehir, insanlar ne o eski insanlar..!
Atlar da yok.
Her şey değişmiş, her şey bambaşka.

O eski konuksever, her bir sözleri cana can katan kişiler, verdiği selamı bile almıyorlar.
Geldi ki ne görsün; yalnız selamını almamak değil, yüzüne bile bakmıyorlar. Yüzleri kara, karanlık, mutsuz…
Şehrin büyük çayırları, ovası, tarlaları, ahırları da bomboş.
O ceren gibi atların imi timi yok.

Adam şaşkınlığından, kederinden ne edeceğini bilemedi.
Beli büküldü.
Issız, yıkık, bir örene dönmüş şehri, lal-ü ebkem (şaşakalmış) dolaşırken o eski, mutlu günlerden kalmış yaşlı bir adama rastladı.

Adam sırtını hanın yıkık duvarına vermiş, güneşleniyordu.
Ak sakalı kir içinde, kızarmış hastalıklı gözlerine sinekler üşüşmüş.
Kederinden dişleri kenetlenmiş, ak sakalı kirli, aydınlık yüzlü, geniş alınlı duvar dibinde güneşlenen yaşlı adama sordu:
"Bir zamanlar bu şehirde konuksever, sıcak yürekli, dost canlısı iyi insanlar, ceren gibi, kırmızı mercan gözlü, uzun boyunlu, kalem kulaklı, suna gibi cins atlar vardı.
Onlara ne oldu…?"

Yaşlı adam azıcık doğruldu,
Titredi ve yüzü eski bir ışıkla parıldadı,
Derin bir aaah dedi,
Ciğeri söken, Aaaah!
Duvara sırtını iyice verdi.
Neden sonra gözlerini açtı:
"O iyi insanlar," dedi, "o güzel atlara bindiler, çekip gittiler...
Aaaah! Aaaaah! Aaaaaah…!"
(Yaşar Kemal, Demirciler Çarşısı Cinayeti.)

Gidiyorlar, çekip çekip gidiyorlar…
Ölümün bile güzel olduğu bu ülkeden; ölerek kaçıyorlar.
Ölmeyenler ise; bizden buraya kadar diyerek, inzivaya…
Demir tuncu da bozuldu, yiğidin harcı da…

Gidebilen gidiyor,
Gidemeyen yanıyor,
Yaş almadan yaşlanıyor; olanlara şahit olanlar…

Dişleri ağrıyor, sıkmaktan,
Afakanlar basıyor; susarak konuşmaktan…
Söyleyecek o kadar sözleri var ki, aslında…
Ama biliyorlar; dinlenmeyeceğini, duyulmayacağını, anlaşılmayacağını…

Tıpkı Kayahan'ın dediği gibi;
"Anlatsam anlamazlar, alaca bulacalar,
Anlatsam anlamazlar, yürekleri karalar…"

Ölebilen ölüyor; güzel atlara binip göçüyor,
Ölemeyense; kederinden dişleri kenetlenmiş, gözleri kan çanağı, ak sakalı kirli, aydınlık yüzlü ve geniş-açık alnıyla bir duvar dibinde, sinip bekliyor…
Anlamlı bir ömrü veya hayırlı bir ölümü…
Korona mı..?
Lanet mi rahmet mi; artık siz karar verin…

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.

OGÜNhaber