Seçime değil de sanki bir savaşa gidiyoruz!..

Beni tanıyanlar, bilenler iyi bilir;
Böyle anlarda gözlemeyi/dinlemeyi ve beklemeyi tercih ederim.
Ve olanlardan/yaşananlardan ziyade; olanın nasıl/niçin olduğuna, bundan sonra neler yaşanacağına odaklanırım.
Eskiden olsa daha heyecanlı davranırdım,
Ama şimdi daha sakin, daha dingin ve daha soğukkanlı bakabiliyorum.
Son birkaç gündür yaşananlarla ilgili de, aynen öyle yaptım ve sakince gözlemledim.
Biri diyor; "derin devlet devreye girdi ve Akşener, Altılı Masaya o resti çekti",
Başka birisi; "Erdoğan muhalefete parmak attı",
Bir diğeri; "kesin Akşener'in bir açığı vardı ve bir şantajla karşı karşıya kaldı…"
Kısaca senaryolar havada uçuşuyordu.
Sonra üç gün geçti ve Akşener masaya geri döndü.
Aynı mahfiller ve yorumcular yine başladı;
"…Zaten böyle olacağı belliydi,
Ben geri döneceğini biliyordum,
Yok yok, bu bir pazarlıktı ve kapalı kapılar ardında bir şeyler paylaşıldı,
Belki de, Akşener'i Altılı Masa'dan ayıranlar, istediğini vermeyince veya Kılıçdaroğlu isteklerini kabul edince geri döndü…"

Benim fikrime gelince;
Bu iddia ve argümanların hepsi olmasa da, bazıları doğru pek çoğu ise yanlış olabilir.
Evet, o üç gün-üç gece ne yaşandı/neler oldu veya neler olmadı bilinmez.
Ak Parti'li vekilin tabiriyle "hiçbir şey olmamış olsa bile kesin bir şeyler olmuş demektir"
Ve, bu olanlar oldu ki; mevcut kompozisyon ortaya çıktı.
Her ne kadar bazı tespitlerine katılmasam da, bizim gazete yazarı Erkan Yılmaz'ın "mikser devreye girdi" diye bir söylemi var.
Duruma cuk oturmuş…
O açıdan bakarsak;
Mikser fonksiyonu icra eden birilerinin olduğu ve bir şeyler yaptığı aşikar…
Ama ne?
Söyleyecek çok şeyim olsa da şimdilik bende kalacak ve bazı şeyleri zaman gösterecektir demekle yetiniyorum…

Peki bundan sonra ne olacak?
Her şey tamam oldu mu?
Süt-liman şekilde bir seçime mi gideceğiz?

Arkadaşlar,
Geçen perşembe ile bu pazartesi arasındaki üç günde yaşananları görüp de, seçime kadar geçecek 60-70 günün sakin ve rutin bir seçim süreci şeklinde geçeceğine nasıl inanırsınız!
Eğer ki, siz inanmak istiyorsanız inanın ama ben, asıl en zorlu/karışık/sürprizlere gebe ve olağandışı bir sürecin şimdi başladığını düşünüyorum.
Neler olabilir?
—Millet İttifakı içerisinde bazı yeni ve beklenmedik gelişmeler olabilir,
—İktidar cenahından el güçlendirici yeni hamleler ve şaşırtıcı farklılıkta yönetsel değişiklikler gelebilir,
—Her iki ittifakı da zora sokacak yeni bilgiler/belgeler/olaylar ortaya çıkabilir…
Kısaca ve özetle;
Süreç olağan/doğal ve doğaçlama seyrinde cereyan etmeyecektir!

Arkadaşlar,
Öyle bir haldeyiz ki; ülke ve toplum karpuz gibi ikiye yarılmış vaziyette.
Erdoğancılar ve AntiErdoğancılar şeklinde…
Millet İttifakı'nın tek motivasyonu antiErdoğancılık.
Hiç kimse kalkıp da seçimi kazanırlarsa ne yapacaklarını/nasıl yöneteceklerini/ekonomiyi, deprem sorununu, diplomasiyi ve yaşanan depremle ortaya çıkan enkazın nasıl kaldırılacağını sormuyor ve konuşmuyor!
Varsa yoksa Erdoğan gider mi/Muhalefet kazanabilir mi…
Bence yaşanan en dramatik durum bu!
Yani ülkenin ve toplumun her şeyi bir kenara bırakarak bu noktaya gelmiş olmasıdır!

Yazılarımı takip edenler bilir,
Genelde uluslararası ekonomi, küresel siyaset ve yeni dünya düzeni konularına dair yazılar yazmaya ve buna dair gözlemlerimi/tespitlerimi ve öngörülerimi paylaşmaya çalışmış biriyim.
O yazılarımda yaşanması muhtemel olağanüstülüklere/olağandışılıklara vurgu yaptım hep.
Dönemeçlerden/kavşaklardan/karar anlarından bahsettim.
Şuanda, Türk Siyasetinin de böylesi bir noktada olduğunu ve olağandışı bir 60-70 güne girdiğini söylesem abartmış olmam.
Çünkü ülkesel zeminimiz ve Türkiye sosyolojisi de öylesi bir dönemeç, kritik kavşak ve radikal bir karar anı psikolojisinde!
Bunu söylerken de,
Siyasi tarafgirlikle veya herhangi bir siyasayı öne çıkartarak hareket etmiyor ve konuşmuyorum.
Cumhur İttifakı'nı övmek veya Millet İttifakını zemmetmek veya tam tersi bir düşünce içinde değilim.
Sadece toplumsalın ve bireylerin, tercihlerini akılla değil de refleksif olarak yapmaya ne kadar meyilli olduklarından hareketle bunları söylüyorum.

40 yıldır siyasetin içindeyim.
80'li yıllarda Kenan Evren'li/Özal'lı zamanları gördüm,
90'lı yılları ve özellikle ikinci yarısında görülen iktidar değişimlerine şahit oldum.
28 Şubat Sürecinde yaşananlara ve o dönemde ani şekilde ortaya çıkan iktidar oluşumlarına/yeni partilerin doğuşlarına/milletvekili transferlerine bizatihi şahitlik ettim.
2001 Ekonomik krizini ve krizin halkta oluşturduğu bıkkınlık/bezginlik ve mevcut iktidara kızgınlığını yaşadım.
Ama bugünkü gibi, tamamıyla iktidar karşıtlığı şeklinde ortaya çıkan "gitsin de ne olursa olsun" tarzında keskinleşen bireysel ve sosyolojik bir yaklaşımı hiç görmedim!
Ve itiraf edeyim ki, bu da beni çok ürkütüyor!
Daha doğrusu, oluşan böylesi bir toplumsal refleks varken; herkesin her şeyi meşru gördüğü/siyasi meşruiyetin göz ardı edildiği, tarafların sadece "yenmek/yenilmemek" şeklinde bir moda girdiği siyasi atmosfer beni ürkütüyor.

Sonuç:
Flu/gri/çok puslu ve hatta kirli mi kirli bir süreçteyiz!
Her şeyin mübah sayıldığı, "her şeye rağmen yeter ki kazan/yeter ki kaybetme" denildiği ve olağan bir seçimin "ölüm-kalım meselesi" haline getirildiği bir sandık sürecindeyiz!
Daha acı olanıysa; milleti teskin etmesi/sakinleştirmesi ve sağduyu sahibi olması gereken siyasilerin kendi kitlelerini konsolide etmek/saflarını sıklaştırmak ve yüzde 50 artı 1'i bulmak için, bir diğerini düşmanlaştırıcı şekilde ve kan davası güdercesine bir yaklaşım sergilenmesidir!

Kimse tehlikenin farkında bile değil!
Seçime değil sanki savaşa gidiyoruz,
Seçim hazırlığı değil, sanki savaş hazırlığı içindeyiz!
Gözler körleşmiş/kulaklar sağır ve akıl tutulması yaşanıyor!
Benimse tek yapacağım, taraflara itidal tavsiyesi ve "bu ülkeye yazık etmeyin" uyarısıdır!
Bu nedenle de;
Başta siyasilerimiz olmak üzere hepimize/herkese ve tüm Türkiye'ye Allah basiret, feraset ve merhamet versin!



Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber