Seçime giden AK Parti ve Fransa Milli Takımı..

Her kafadan ayrı ses çıkıyor.

Kalpler ayrı diller ayrı söylüyor.

Seçime iki hafta kal sanki görünmez bir el AK Parti'nin içine girmiş kepçe gibi karıştırıyor.

Görünürde herkes cansiperane seçime hazırlanıyor. Ama getirisine baksan, sıfır elde var sıfır.

Hatta götürüsü var...

Zaten AK Parti, çok ciddi dezavantajlarla seçime gidiyor.

YSK'nın iptaliyle birlikte savunma pozisyonundan daha yeni yeni atağa geçerken cahilane bile denemeyecek hatalar peşpeşe geliyor.

CHP gibi doğal yapısında her kafadan ayrı ses çıkan parti bile, bir insicam ve ahenk içinde seçime giderken AK Parti’nin hali maalesef iç açıcı değil.

Adeta rakibe çalışılıyor...

Eminim bu durumdan Binali Yıldırım da çok rahatsızdır.

İlave bir oy daha gelmesi için her öneriyi, düşünceyi ve teklifi ciddiye alıp, memnuniyetle icra ettiğini gözlemliyorum.

Ramazanda bir sahur ortamında, İstanbul’da yoğunluklu nüfusa sahip bazı illeri ziyarete dair fikri nasıl memnuniyetle karşılayıp, bayram tatili sürecinde  bunu realize ettiğine şahidim.

Ne yazık ki, onun ilmek ilmek  katettiği mesafe, herhangi bir parti yetkilisinin sorumsuzca verdiği bir beyanatıyla berheva olup gidiyor.

AK Parti sanki mehteran takımı gibi; bir adım ileri, iki adım geri.

Halbuki çok geri değil, bir ay önceki seçim; aslında ne yapılmayacağını hepimize göstermişti.

31 Mart sonuçlarından bile hiç ders alınmamış.

Eskiden böyle mi olurdu...

AK Parti seçim kampanyaları planlı, programlı ve engin bir ahenk ve strateji içinde söz ve ağız birliği çerçevesinde yürütülürdü.

Hal böyle olunca, geldiğimiz noktada yapılan; ya aymazlık, umursamazlık ve gösteriştir ya da dilim varmıyor ama kişisel istikbal heva ve hevesiyle bir sabotajdır.

Sanki birileri Cumhurbaşkanı’nı, Yıldırım’ı ve AK Parti’yi sabote ediyor.

Çünkü bazen aptalca yapılan hata kasıttan öte kötü sonuçlara sebebiyet verebilir.

Yarından itibaren son düzlük...

Köprüden önceki son çıkışa yaklaşılıyor.

Eğer Cumhurbaşkanı eline kılıcı alıp boş atıp dolu tutmaya çalışanları susturmazsa gidişat kaygı verici.

Erteleme maç da kaybedilebilir..

Çünkü AK Parti, Şenol Güneş öncesi milli takım gibi.

Takımda gruplaşmalar, takım arkadaşına pas atmamalar ve hatta pas atarken oyuncu ayrımcılığı bile var gibi.

Hocanın kenardan müdahalesi şart.

Yoksa kritik dakikalara girildi ve hala rakip önde.

Öyle pervasız açıklamalar ve beyanatlar var ki rakibin ekmeğine yağ sürüyor.

Ve rakip, iptal edilen maçtaki skor nedeniyle kazanabilme cesaretini de elde etmiş.

Moral motivasyon üstünlüğü elinde.

Bizim takım ise hala oyunda oynaşta ve kendi sahasında birkaç kişi arasında top çeviriyor, yan pas yapıyor ve gole gidecek atak yapmaktan yoksun ve hatta bilerek atağa geçmez gibi.

Hatta kimileri öyle paslar atıyor ki, takım arkadaşı rezil olsun dercesine...

Kaptan saha içinde tüm iyi niyetiyle ileri geri, defans forvet her noktada mücadeleye çalışıyor.

Rakip ise takımın zaaflarını görüyor, biliyor ve ona göre soğukkanlı şekilde oynamaya devam ediyor.

Seyirciler (seçmenler) hocanın bir an evvel saha içi dizilimi değiştirmesi ve oyuncuların kulağını bükmesini bekliyor.

Zaten takım; ekonomik sıkıntılar, sakatlıklar, kondisyon ve heyecan eksikliği, sürekli kazanmanın verdiği gurur ve kibir, son anda nasılsa hoca kenardan müdahale eder ve maçı kazanırız rehaveti, başka takıma göz kırpan oyuncular, takımdan haklı/haksız ihraç edilen eski oyuncular nedeniyle oldukça yara bere içinde...

Hal böyleyken ve hele de yenilenen bir maça çıkılmışken kaybetmenin telafisi yok artık.

Çünkü bu maçın kaybı, sürekli kazanan takımın artık kaybetme piskozuna girmesine ve bundan sonra da düşüşün sürmesine sebebiyet verecektir.

Yoksa durum son üç yılda sadece iki kez yenilen ve değeri bir milyar Euro'yu aşan ama Türkiye'ye yenilen son dünya şampiyonu Fransa’nın haline düşmek olur.

Fransa’da da; Mbappe ben çalımın her türünü atarım, tribünleri ayağa kaldırırım, takımın yıldızı benim dercesine sahada geziniyor. Hatta takımı 2-0 mağlup durumdayken gülebilecek bir vurdumduymazlık içinde.

Pogba ayrı telden çalıyor ve iki golün acısını rakibe fauller yaparak kapatma hırçınlığında…

Griezmann ise benim işim gol atmak, bilmem şu kadar gol attım, kimse benden çok ve güzel gol atamaz. Her takımı boldozer gibi ezip geçtik. Mağlup durumdayız ama bu maçı da her şekilde alırız hava, kibir ve bencilliğinde…

Takımda herkes şovmen ve kendine çalışıyor.

Takım kaptanı Hugo Lloris’in uyarı ve ikazlarını kimse dinlemiyor, çaba ve kurtarışları yetmiyor. Sadece farklı bir hezimeti önleyebiliyor.

Fransa’nın hocası Didier Deschamps ise sadece izliyor, oyuna müdahale etmekte gecikiyor ve hatta yanlış müdahale yaparak mağlubiyeti önleyemiyor.

Peki sonuç ne oluyor…?

Kenarda hocası Şenol Güneş’in teknik, taktik ve disipliniyle, sahada kaptan Burak Yılmaz’ın gayret, çaba ve önderliğiyle Türkiye tek ve yekvücut şekilde, oyun stratejisine sadık kalarak ve büyük bir inanmışlıkla koccaaaaa Fransa’yı pozisyon vermeden
mağlup ediyor.

Benden söylemesi……

Günün Fıkrası…

Kaplumbağa hacca gidiyormuş. Ama mahallenin yaramaz, sorumsuz ve dengesiz çocukları iki de bir kaplumbağayı ters çeviriyormuş.

Kaplumbağa debelene debelene, zar zor kendisini geri döndürüyormuş.

Birkaç defa tekrar etmiş, bu durum.

O esnada kurbağa ile karşılaşır ve kurbağa;” nereye gidiyorsun” diye sorar.

Hacca der, kaplumbağa.

“Hadi oradan, bu yürüyüşle hacca mı gidilir” der kurbağa.

Kaplumbağa; “ben gitmeye gideceğim de, mahallenin bebeleri rahat bıraksa” der.


Not: Tarihimizde hiç yenemediğimiz Fransa’yı mağlup eden milli takımımızı ve yönetimi yürekten kutluyorum. İzlanda ve sonraki maçlarda da başarı için temenni ve dua ediyorum.

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber