Tahran Zirvesi ve İdlib'den gelen tehlike sinyalleri ..


İdlib konusunda sıkıntı devam ediyor.

Rejim ve Rusya, uçak ve helikopterlerle İdlib’i bombalamaya başladı.

Türkiye için yeni sıkıntı riski arttı.

Tahran Zirvesinde İran ve Rusya kendi planlarını dayattılar ve maalesef çözüm yerine çözümsüzlük ortaya çıktı.

Astana, Soçi ve Cenevre ruhu son kertede, yerini farklı hesap ve planlara bıraktı.

Rusya ve İran’la bölgesel konularda işbirliği, stratejik ortaklık ve mikro ittifaklar şart.

Ama bu iki ülkeyle diplomasi ve iletişimde müteyakız ve dikkatli olmak daha şart.

Çünkü her iki ülke  diplomatik kurumsallığı olan ve mevcut haliyle de “tam güven” hissetmeden, akıllı ve akılcı refleksle muhatap alınması gereken iki ülke.

Bu iki ülke de, spesifik olarak İdlib konusunda atılacak adımların Türkiye’ye getireceği sıkıntı ve maliyeti umursamadan hareket edebiliyorlar ve ettiler.

PKK/YPG’nin Türkiye açısından imha edilmesine dair “diplomasi arkası” sözler duyulsa da; henüz gerçekliği pek teyit edilmiş değil.

Putin’in kafasında farklı hesaplar var.

Türk-ABD ilişkileri çok ciddi sıkıntılar barındırırken İdlib konusunda Türkiye’nin tezlerini dikkate almamakla Putin’in farklı planları olduğu aşikar.

Ticari ve askeri ilişkilerde; S-400’lerde, Nükleer Santral’de, ABD’ye rağmen yapılan işbirliği maalesef İdlib konusunda çatlak verdi.

İran ise kendisine yönelik ciddi ambargo ve yaptırımlara ve bunun ana çıkış noktası Türkiye olduğunu biliyor olmasına rağmen, kendine has diplomasi konseptinden taviz vermedi.

Sonuç olarak bu zirve Türkiye açısından iyi sonuç vermedi.

Erdoğan ve iktidar sözcülerinin açıklama ve söylemleri Dünya kamuoyunu İdlib’e kanalize etmeye yönelik içerikler barındırıyor.

İnanıyorum ki; Erdoğan deneyim ve tecrübesiyle bu bölgede sivil katliama ve yeni bir mülteci akınına müsaade etmeyecektir.

İran ve Rusya’nın Astana ruhuna mugayir ve aykırı tutumlarına rağmen Erdoğan da, bir plan yapmıştır ve onun realizasyonu için hesap kitap içindedir.

Bir başka boyutla da; Tahranda yapılan zirve bizim için de özellikle Suriye ve Esad konusunda politikalarımızı yeniden gözden geçirmemizi  gerekli kılıyor.

Esad katil midir ?

Evet, bir katildir ve Suriye’deki kargaşa ve cinayetlerin ana müsebbibidir.

Ama uluslararası ve diplomatik realite başka tezahür edebiliyor.

Hal böyleyken diplomatik gerçekliği gözardı edemeyiz.

Zaten Tahran Zirvesi Bildirgesinin 2-3-4-5 ve 6. Maddeleri da bu konuya işaret etmektedir. Esad’ın gitmesine dair bir içerik barındırmaktan ziyade; maddelerde zikredilen durumun realizasyonu için Esad’a bir rol vermektedir.

Bildirgedeki en önemli kısım ise; “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğü ile BM Şartı’nın amaç ve ilkelerine olan kuvvetli ve devam eden taahhütlerini vurgulamış ve bunlara herkes tarafından saygı gösterilmesi gerektiğinin altını çizmişlerdir.” bölümüdür.

Burada egemenlik, bağımsızlık, toprak bütünlüğü gibi sürekli dile getirilen olguların yanına “birliği” kelimesinin eklenmesi Türkiye’nin isteğiyle koyulmuş ve bununla; Suriye’de, özellikle Fırat’ın doğusu/batısı diye adlandırılan bölgelerde YPG/PYD tarafından  kanton ilan edilmesi, federatif yapı oluşturulması gibi oldu bitti’lere imkan verilmemesi amaçlanmıştır.

Bu bağlamda;

Gelinen durum, iç politikada yükselen sesleri fazla ciddiye almamayı gerektiriyor.

Dün şöyle demiştiniz, böyle söylemiştiniz. Bugün ise böyle diyorsunuz, şöyle konuşuyorsunuz” gibi söz ve eleştirilere kulak asmamak gerekir.

Hele de, diplomasi ve uluslararası ilişkinin yeni ve çerçevesi belirsiz niteliğe büründüğü, güçlünün haklılaştığı, sanal gerçekliğin gerçeğin önüne geçtiği günümüz şartlarında, oyunu kuralına göre oynamak ve günün koşullarına adapte edilmiş bir diplomatik refleksle hareket kaçınılmazdır.

Evet… Esad’la iyiydik, sonra kötü olduk ama şimdi yeniden ve kerhen de olsa iletişim ve kabul, gerekiyor ise; bunu da yapmalıyız.

Ki, devlet olmak da bunu gerektirir.

Duygusal davranamayız.

Bazen içimiz yanarak da olsa; yumruğumuzu sıkılı halde cebimize koyarak, günün koşullarını dikkate almak zorundayız.

İlişkilerimizde, bir tarafla veya bazı devletlerle sıkı iletişim oluştururken, başka ve diğer ülkelerle ilişkiyi kesme noktasında bir harekete girmemeliyiz.

Her dönemde ve boyutta iletişim kanallarını, arka kapı diplomasisini açık tutmalı; mutlaka A planının yanında B-C… planlarımızı da yedeklemeliyiz.

Çağdaş ötesi ilişki ve iletişim” iddiasında olan ama “Vahşi diplomasi” yapılan günümüz dünyasında yutkunarak da olsa; sağduyu, soğukkanlılık ve ince hesaplamalarla hareket etmek en büyük zorunluluktur.

ABD’nin, İngiltere’nin, Almanya’nın, Çin’in, Rusya’nın herkesle her tür ilişki kurduğu; düşman ilan ettiği bir ülkeyle menfaati gerektiğinde hiçbir şey olmamış gibi yeniden ilişki ve iletişime geçtiği dünyada; bizim de, ülkeleri “ne ezeli dost, ne de ebedi düşman” görmeden hareket etmemiz gerekli ve elzemdir.

Yeni dünya Konseptinde, Yeni yüzyıl oluşum evresinde; ekonomik, askeri ve psikolojik nitelikli “gayrı nizami, kirli ve bulanık bir harp” içindeyken ülkesel menfaatlerimizi başat görüp, bekamızı korumak için her türlü diplomatik manevrayı kullanılabilir enstrüman olarak el altında tutmak zorundayız.

Kısaca bizim de oyunu kuralına göre oynamamız şart ve mutlaktır.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu bilinç, deneyim ve akılla hareket edeceğine, sıkışıklıktan çıkacağımız çözümler bulacağına, ülkemize ve bölgemize dönük kaos ve kargaşa oluşturacak adımlara fırsat vermeyeceğine inanıyorum.

Bu kritik süreçte millet olarak bize düşen ise; enseyi karartmadan, yeise düşmeden, mücadele azmi perçinlenmiş şekilde dik ve diri, harice karşı birlik içinde olmamız en güçlü silahımızdır.

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar..
OGÜNhaber