Ümitvar olalım, güzel şeyler de oluyor..

Gerçekten de yaşadığımız zaman ve olaylar bizi böyle olmaya sevketti.

Perdenin görünen yüzüne bakınca, olumlu düşünmek pek de mümkün olmuyor gerçekten.

Ama, tüm bu olumsuzluk ve karamsar tabloya rağmen iyi gelişmeler de oluyor.

Sizin şer sandığınızda hayır vardır” ayeti mucibince görünmeyen boyutda, hayra tebdil edilecek çok şey olduğuna dair güzel ve ümitli duyumlar alıyorum.

Tabloya bakalım öncelikle..

Evangelist hakimiyetindeki Pentagon ABD’si, her geçen gün azıtıyor ve saldırganlaşıyor.

Trump ise ne yapacağını şaşırmış halde.

(“Evangelizm, 19. yüzyılda ortaya çıkmış olmakla birlikte 20. yüzyıl, hatta 21. yüzyılın içinde bulunduğumuz kısacık diliminde temayüz eden bir Hıristiyan tarikatı. Evangelistler'e göre dünya, iyi ile kötü arasında yapılacak son büyük savaşla, yani Armageddon'la bir refah sürecine girecek. Evangelistler'in inanışlarına göre dünyanın bir gün tamamen Evangelist olması için Müslüman topraklarına da girilmesi gerekiyor! Bu inanışa göre bütün Museviler de bir gün İsrail'e dönüp Evangelist olacaklar ve dünya üzerinde yeni bir dönem başlayacak! Evangelistler, Armageddon'dan önce bütün Museviler'in İsrail'e dönmesi gerektiğine inanıyorlar.” Evangelist’ler de tıpkı ülkemizdeki FETÖ’cüler gibi sabır ve sinsilik içinde ABD yönetimine sirayet etmişler ve hakimiyet kurma noktasına gelmişlerdir. Gelinen noktada, FETÖ’cülerin ülkemizde yaptığı gibi küresel ölçekli, ABD özelinde bir darbe peşindeler. FETÖ’nün büyüme ve palazlanma tarzına bakılınca Evangelist’lerle benzerliği apaşikardır.)

Aklı ve diplomasiyi öne çıkartarak hakim olmayı yeğleyen Merkeziyetçilerle “diğer ABD’nin” çatışması her geçen gün sertleşerek sürüyor.

Evangelist-Pentagon, gemi azıya alarak kudurmuşçasına saldırırken, Merkeziyetçiler de boş duruyor sanılmasın.

Merkeziyetçilerin gücü sakın ola ki hafife de alınmasın.

Son, Kudüs hamlesi bu Evangelist-Pentagon’cuların hamlesidir.

Yoksa; Trump’ın öyle, “seçim öncesi söz verdim ve ben sözümü tutuyorum” bağlamında yaptığı bir eylem asla değildir.

Çünkü Trump gibi bir kişilik için, verdiği sözü tutmak ancak gülünecek komiklikte bir olgudur.

Trump bu hareketle, Radikal Hıristiyan ve Yahudileri de arkasına aldığını düşünerek, kendine yönelik saldırıları savuşturma çabasına girmiştir.

Ama bu hareketle büyük bir kumar oynamış ve  bu kumar; kaybetme riski çok yüksek bir rulettir.

Hal böyleyken, ABD içindeki çatışma en büyük zararı; tüm dünya görecek ki, yine ABD’ye verecektir.

Ortadoğu karışıklık, kaos ve çatışmalara karşı aşina ve şerbetlidir.

Yeni Kudüs krizi şaşırtıcı gelmez bu coğrafyaya.

Ama bu kriz, ABD’nin aşina olmadığı içsel karışıklıkları ve ciddi kayıpları beraberinde getirecektir.

Şuana dek, başka coğrafyalarda karışıklıklar çıkartarak; kaos, karmaşa ve krizleri ülkesinden uzak tutan ABD, kendi içinde baş gösteren  ve devam edecek olan “kriz”i yönetebilecek  mi.?

Hiç sanmıyorum…

Beceremeyecek ve bu süreç ABD’ye ciddi kırılmalar yaşatacaktır.

Trump, Kudüs açıklamasıyla Ortadoğu’ya pimi çekilmiş bir bomba koydu.

Ama emin olunsun ki; bir bombayı da pimini çekerek Beyaz Saray’a, Washington’a bıraktı.

Bekleyip, yaşayıp göreceğiz…

Coğrafyamızdaki krizler ve Türkiye…

Kriz, savaş ve karışıklıklar acıdır, zordur ve trajediler getirir.

İstikrarsızlıklar, öngörülmezlik ve uzun sürecek çatışmalar getirebilir.

İstenmeyen ve hiç olmaması temenni edilen ve/fakat olmasına da mani olunamayan krizler, bazen yeni fırsatları da beraberinde getirir.

Yeter ki; bu dönemlerde “süreç ve kriz yönetimi”ni iyi bilelim.

Akılla, istişare ile, müşterek menfaatler bağlamında kurulacak yeni ittifaklarla, ince diplomasiyle adımlar atabilelim.

Ülkemiz, coğrafyamızdaki krizlerle ilgili son bir yıldır aklı önceleyen adımlarla, aklı önceleyen uluslararası grup, mahfil ve odaklarla istişareler içeren diplomasi izliyor.

Kimi zaman bölgesel aktör devletlerle (Rusya, İran, Irak ve Suriye ile) kimi zaman ise, Uluslararası arenada söz sahibi birlik ve derneklerle, kimi zaman da; hasım devletlere karşı duran ve müştereklik oluşturabileceğimiz devlet ve güç sahipleriyle istişare ve ittifaklar kurmaya başladı.

Düşmanın düşmanı dosttur” felsefesi çerçevesinde, ülkemiz ve coğrafyamız için adımlar yakın gelecekte eminim ve inanıyorum ki, olumlu sonuçlarını gösterecektir.

Görünen bütün karışıklık ve öngörülmezliklere rağmen, farklı aktörlerin arka kapı diplomasileriyle, uluslararası boyutlu lobiciliği olan vatansever kişilerle, güç sahipleriyle özel ilişki ve iletişimi olan akil kişi ve kuruluşlarla, iyi neticeler doğuracak görüşmeler ve işbirlikleri ülkemiz lehine hız kesmeden sürüyor.

Evangelist-Pentagoncu ABD’nin karşısında olan, akılla hareketi savaşa tercih eden ve ABD’yi bu savaşçı NeoCon’lara bırakmak istemeyen kesim için, Türkiye’nin önemi her geçen gün daha da artıyor.

Bu bağlamda; bu kesimin elindeki pek çok imkanları ülkemiz lehine ve faydasına angaje ettiklerini duyum olarak alıyorum.

Önümüzdeki altı ay içinde; Kanal İstanbul başta olmak üzere, pek çok proje için uluslararası finansal kuruluşların fonlama mutabakatlarını işiteceğiz.

Ülkemize sıcak para girişine ve yatırım yapılabilirlik özelliğinin sürebilirliğini yaşayacağız.

Dışişleri Bakanlığımız ve yurtdışı misyonlarımızın çabalarına rağmen, Erdoğan’ın bizzat kendisi, farklı diplomasilerle, farklı arka kapı görüşmeleriyle yeni fırsat ve kapıların açıldığını duyuyorum.

Bu duyumlar beni ziyadesiyle memnun ediyor ve ümitvarlaştırıyor.

Yarın yapılacak Putin görüşmesi bile, bu gayrı resmi diplomasinin ve uluslararası etkin grup ve akıllarla oluşan asgari mutabakatın bir sonucudur.

Türkiye önümüzdeki günlerde daha belirgin adımlar atacak; Rusya, Çin ve İngiltere ile yeni ittifaklar oluşacaktır.

Bu arada aldığım duyuma göre, Çin devlet başkanının 2018’in ilk yarısında Türkiye’ye bir ziyaret yapacağı ciddi bir ihtimaldir.

Bu seyahat Türkiye-Çin ilişkisi ve Çin sermayesinin ülkemize gelişi açısından yepyeni ve sürpriz bir başlangıç olacaktır.

Erdoğan, içerdeki değişim ve dönüşümü ivedilikle sağlayacak ve ülkenin enerjisini tek noktaya kanalize edecektir.

Bu bağlamda;  külliyeden kabineye, siyasetten bürokrasiye çok ciddi değişimin olması an meselesidir.

Oluşacak yeni ve dinamik kadrolarla cesur, akıllı, ince  ve çalışkan bir süreç başlayacak; pesimistik cendereden  kurtularak, yeni bir şevkle ülkemizin vazgeçilmezliğini gösterilecektir.

İnanın, yaşanan olaylar ve her geçen gün, ülkemizin “olmazsa olmazlığını” daha çok gösteriyor.

Türkiye’nin “tarih yapıcı rolü” her yeni gün daha da tebarüz ediyor.

Evet… bu coğrafyada yeni bir dünya kurulacak, yeni bir yapılanma olacak.  Ama emin olalım ki; bu Türkiye’siz olmayacaktır.

Sadece biz, biraz kendimize güvenelim, inanalım ve pes etmeyelim.

Mistik, ezoterik ve gizem atfedilen ABD ve Batı tandanslı güç vehimlerine, mücadele etmeden yenildik gözüyle bakmayalım.

Yeter ki;

Karşımızdakileri ne küçümseyelim, ne de yenilmezlik atfederek fazla büyütelim.

Biz çalışalım, mücadele edelim, aklımızı kullanalım, akıl sahipleriyle asgari müştereklerde  ittifak yapalım.

Savaşmadan yenilmeyelim.

Akılsız cesaretle fevrileşmeyelim;  hem cesur, hem akıllı, hem de inançlı olalım.

Oynanan oyunlara ve provokasyonlara gelmeyelim.

Görünen olayın arka planına nüfuz ederek, birkaç hamle sonrasını görmeye çalışarak adım atalım.

Ortak Akıl oluşturarak, stratejik olalım.

Müşterek hasımlara karşı ittifak cephesini genişletelim.

Kimseyi sürekli  hasım veya düşman gibi görerek, reddiyecilik içinde olmayalım.

Emin olunsun ki; her şey çok daha güzel olacaktır.

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlarım…
OGÜNhaber