Bir insan olarak nerede ve ne olmak istemezdiniz?

Belki görebilirler diye lambaları yakmadan sahura kalkmış, evinin içinde, kolu-komşu, kimsecikler duymasın diye parmaklarının ucuyla hareket ediyor, bir taraftan da kalbi küt küt atmakta…

Ne de olsa daha bir hafta önce yine bu saatlerde evlerine baskın yapılmış, tutundukları direkleri, yaslandıkları dağları alıp götürülmüş, ne olduğu, nerede bulunduğunu bırakın, ölüp-ölmediğinden bile kimsenin haberi yoktu. Aynı şeyler sanki her an kendi başına da gelecekmiş gibi, durduk yerde vücudunu ter basıyor, ruhu sıkılıyordu…

Derler ya "insanın korktuğu başına gelirmiş" ya, bizim garibanın başına gelen de o. Tam usulca mutfak kapısından içeri girecekti ki, büyük bir gürültü ile donakaldı, kapıya kırılırcasına tekmeler atılıyor, bir taraftan zil arka arkaya çalınıyor, diğer taraftan birçok kişi aynı anda "kapıyı aç, kapıyı aç, yoksa kıracağız" diye bağırıyordu.

Adımları geri geri gitsene, gelenleri sinirlendirmemek adına kapının kolunu çevirmesiyle evin içine dolaşan üniformalı asker ve polis ve sivil görevliler, bir taraftan evin altını üstüne getirirken, diğer taraftan bir kısmı tehditler savuruyordu.

Güya evde "ayrılıkçı" ve "aşırılıkçı" terörist materyaller varmış, kocası sorguda itiraf etmiş. El birliği ile büyük bir düşmanı mağlup eden komutan edasında ev baskını gerçekleştirilmiş, çocuklar korku içinde annelerine koşmak isterken önleri kesilmiş, anne adım atmak istese de ne dermanı ne iki yanında kollarından sıkıcı tutan görevliler yüzünden adım atabilmiş ne de adım atmaya mecali kamıştı.

O da biliyordu ki, bu durum yaşayacakları yanında gül bahçelerinden biri sayılırdı. Sonraki gün tutacağı orucuna hazırlık yaptığı gecenin zifiri karanlığı, sadece geceyi değil hayatının da karartıldığı bir ana dönüşüvermişti.

Çocukları geride sahipsiz kalırken kendisi yalvarmasına, yakarmasına, gelenlerin ayaklarına kapanmasına rağmen vicdanlı bir ses duyamamış,  muzaffer komutanlar edasıyla ellerini tersten kelepçeledikleri, oracıkta ayaklarına zincir vurdukları kadıncağızı sürüklüye sürükleye otomobile bindirip bir meçhule doğru yola çıkarmışlardı.

Yolculuk 10-15 dakika kadar sürse de bizimkine bir ömür gibi gelmiş, başına gelebilecekleri düşündükçe, hiç bitmemesi için içinden bildiği tüm duaları okumuştu.

Dedik ya, şimdiki durumu gül bahçesi gibi geliyordu kendisine…

Daha önce yaka-paça derdest edilip kamplarda belli bir süre geçirenlerin çıktıktan sonra gizliden gizliye anlattıklarının onda biri başına gelecek diye şimdiden "Allahım canımı al da beni kurtar yaşayacağım utançtan" diye dua etmeye başlamıştı bile.

Elleri kelepçeli, ayaklar zincirli, zifiri karanlık bir odaya atılan Amine, burada ne kadar kaldığını hatırlamıyor bile. Bir ara tutulduğu yerin kapısı açılmış ve sanki azılı mahkumların giydiği üniforma şeklindeki renkli elbiselerden önüne atılmış ve derhal giymesi emredilmişti. Garibimiz kapıyı kapatsalar da dediklerini bir an evvel yapsam diye içinden geçirirken ne mümkün, yediği tekmelerin ve işittiği hakaretlerin ardı arkası kesilmemiş, artık denileni duymak istemeyecek kadar beyninin zonkladığını, namahremleri önünde verilenleri üstüne giyerken utancındın “şuracıkta ölsem de bu utancı yaşamasam”dan başka bir şey aklına gelmiyordu…

Meğersem bunlar daha iyi günleriymiş bizim Amine’nin, adamlar da zaten ilk başta ismine takmışlardı. İsmine bile tahammül edemeyen Komünist görevliler "radikal İslami terörist" diye dosyasını hazırlamışlardı bile.

Derdini kime anlatabilirdi ki, hayatınının bir vicdansızın iki dudağı arasında olduğu bir yer hayal edin. Ağlamanın, sızlamanın, derdini, meramını anlatmanın işe yaramadığı bir yer düşünün. Küçücük bir odada 20-25 kişinin aynı yerde yatıp kalktığı, tuvalet ve banyo ihtiyacını uluorta gidermek zorunda bırakıldığı bir koğuş.

Bütün bunlara katlanılır da keşke şunları yapmasalardı diyebileceğiniz ne varsa hepsinin başınıza geldiği, daha kötüsü bu vicdansızlıkları yapabilenlerin yaptıklarını sıradan ve bir hak olarak kabul etmeleri yok mu (!), dayanılır gibi değildi diyor iffet abidesi Amine hatun…

Bizim vicdanımız ve kalemimizin yazmaya rıza gösteremeyeceği toplu tecavüz, toplu işkence, toplu Çinli erkeklere geceleri mal gibi kiralanma, her gün içinde ne olduğu meçhul iğneler vurulma, iğnelerden sonra açlık ve susuzluk hissetmeme, iki üç ayda kemikleri ortaya çıkacak kadar zayıflama, dayanabilenler hele yaşları genç ise seçilip, büyük fabrikalarda cüzi ücretlerle çalıştırılmak üzere başka şehirlere nakledilmeler, oralarda da modern köle işçi olmak dışında tecavüz ve meta olarak Çinli erkelere pazarlanmalar….

Birileri "8 Mart Dünya Kadınlar Günü" dolayısıyla süslü kelime ve cümlelerle kutlamalar, sosyal medya hesaplarından paylaşımlar yapacak ya; biz bir gün öncesinden inancımızla, milli değerlerimizle, insanlığımızla bağdaştıramadığımız bu türden vicdansızlıkların en azından utancımızdan yazabildiğimiz kadarlık kısmını burada dile getirelim ve yazımızın başlığındaki sorumuzu tekrar ifade ile nokta koyalım; "Bir insan olarak nerede ve ne olmak istemezdiniz?"

Cevaplarınızı duyar gibiyim ve bundan dolayı da umutluyum; "elbet bir gün Doğu Türkistan’da da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü hak ettiği şekilde insanca kutlanacak"

OGÜNhaber