CHP Cenahı…
Hikmet Çetin… Murat Karayalçın…
İki mütekaid…
CHP’nin ağır abileri…
Milletvekili, bakan, Genel Başkan…
Neredeyse hemen her görevde bulunmuşlar…
Bir kriz veya polemik söz konusu olunca ortaya çıkarlar.
Davet üzerine,
Ve,
Çözüme katkı için…
Hala ağır abiler ve hep saygı görmekteler…
Kemal Kılıçdaroğlu…
Bir insan kendini daha nasıl ve ne kadar rezil edebilir ki?
Hey güzel Allah’ım!
Yaw tamam; hikmetinden sual etmiyoruz –haşa-,
Ama,
Şeytan sor diye fitliyor yine de;
Bu Kılıçdaroğlu kulunu, kendisine 5 beden büyük CHP Genel Başkanlık elbisesi giymeye 12 sene mahkum ettin.
Vardır Rabbimizin bir bildiği dedik…
Ama,
Şimdi de, ağzını tutamama ve boş konuşma cezasına mahkum ediyorsun…
Ama,
Bu adam, boş konuşma cezasını mazoşistçe abartıyor!
İmkanı olsa ve becerebilse uyurken bile konuşacak…
Yav kurban olduğum Rabbim!
Madem cezalandırıyorsun bari takip et yahu!
Gürsel Tekin… Berhan Şimşek… Barış Yarkadaş…
Medya sirkinin hileli ağır topları…
Bunlar,
Kriz bile çıkartamazlar.
Sadece,
Çıkan krize kabartma tozu atıp polemik kabartırlar…
Hazımsızlar ve lüzumsuzlar…
Ne yapmazlarsa yapmasınlar;
Siyasi ufakçılık yapacak bir şey mutlaka bulurlar…
Çetin ve Karayalçın…
Her eve lazım…
Samimiler ve hazımlılar…
Ne yaparlarsa yapsınlar;
İtibarlarına halel getirecek siyasi ufakçılık yapmazlar…
Ak Parti Cenahı…
Cemil Çiçek… Hüseyin Çelik…
İki mütekaid…
Şimdilerde,
AKP’nin olmasa da, toplumsal ağır toplar…
Sözlerinin bir ağırlığı var…
Parti Kurucusu, Milletvekili, Bakan, Genel Başkan Yardımcısı…
Genel Başkanlık hariç; neredeyse hemen her görevde bulunmuşlar…
Arada bir,
Ama,
Hem kitabın ortasından; hem de hap gibi konuşurlar…
Durumdan vazife çıkartmazlar…
Konuşmaları gerektiğini düşündükleri için konuşurlar.
Konuşmaları üzerinden polemik yapılsa bile, polemiğin şehvetine kapılmazlar.
Adeta,
“Ben lafımı ortaya koyarım; alan alır, almayan almadığıyla kalır” dercesine…
Bülent Arınç…
Resmen mütekaid,
Ama ,
Fiiliyatta kabullenemiyor gibi…
Natıkası güçlü, sözün efendisi…
O da,
Kitabın ortasından konuşur…
Bugüne kadar,
Özellikle puslu siyasi havalarda pek çoklarının zülf-ü yâre dokunma endişesiyle söyleyemediklerini söyleyebilen,
Ve,
Bu yanıyla “AKP’nin Vicdanı” da denilen birisi…
Ama,
Ne yazık ki,
Çok ve sık sık konuşunca kabak tadı vermekle kalmaz; “kabak mı karpuzdan yoksa karpuz mu kabaktan türemiştir” polemiği başlar…
Söyleyeceklerimden sonra,
Kuvvetle muhtemel ki;
“Benim gibi tecrübe-i siyaset ve müzakere-i muhakeme sahibi biriyle ilgili kanaat belirtmek haddine mi senin!” diyecektir.
Üzgünüm… Diyebilir…
Yok yok,
Aslında üzgün de değilim; lafın gelişi söyledim…
Kusura bakmasın,
Veya isterse de baksın,
Ama,
Son zamanlarda,
Hem nalına, hem mıhına, hem at’ına vurarak,
Sanki,
Sadece Nalbant Arınç’ı yaldızlıyor…
Mesela;
Demirtaş konusu…
Aralarındaki mesaj trafiğine,
Ve,
Ortaya saçılan şıksızlığa girmiyorum bile…
Sadece,
Şu sözlerine bakmak bile kâfi bence:
“…kızmıyorum ancak kırıldım...
Kendisinin tutukluluğu hakkındaki düşüncelerim hala aynıdır.
İnşallah en yakın zamanda ailesine ve sevdiklerine kavuşur…”
Birincisi:
“Kızmıyorum ancak kırıldım” ne demek?
Yani aslında kızabilirdin ama büyüklük bende kalsın dedin ve lütufta bulunup kırılmakla yetindin; öyle mi?
Sağ ol ya…
İkincisi:
“…tutukluluğu hakkındaki düşüncelerim hala aynıdır. İnşallah serbest kalır”
“Hala aynı” derken paşam?
Eğer kızmış olsaydın tutukluluğu hakkındaki düşüncelerin değişecek miydi?
Bir de,
Konuya dair öyle bir konuşuyor ki;
Sanki,
Demirtaş’ı ziyaret aklından bile geçmezken,
Demirtaş peşpeşe mektuplar yazmış;
“Beni ziyaret et! Bitsin bu hasret!” demiş
Ve,
Hazret de dayanamamış, ziyarete gitmiş…
Buna rağmen,
Siz şu Demirtaş’ın terbiyesizliğine bakın hele!..
Aslında bu Demirtaş,
Bir araba dolusu lafı hak etmiş
Ama,
Sayın Arınç müeddep ve alicenap bir insan…
Kırgınlığını sert şekilde ifade edememiş nezaket göstermiş “kırıldım” demekle kifayet etmiş…
Allah razı olsun ya…
Hakkaniyet Abidesi, Yüce insan Sayın Arınç’a benden bir “çaylak” tavsiyesi:
Durumdan vazife çıkartıp konuşuyor, çok konuşuyor; hem polemik oluşturuyor hem de maşeri vicdanı incitiyorsun…
Böyle devam edersen;
Emin ol
Kılıçdaroğlu gibileşir; kendi itibarını kendi dilinle daha da indirirsin…
Kenara çekilme vaktidir…
Yüzünü daha da eskitmeden, milletin yüzünü daha çok ekşitmeden gazel-i siyasete ve kibr-i Arınç’a bir son ver artık…
************
İmralı ve Silivri
Bahçeli’den bir tespit:
Silivri’ye gidişle İmralı Cezaevi’ne gidiş arasında ne fark var?
Silivri’ye gidiliyorsa İmralı’ya da gidilir!”
Eyvallah Devlet Baba…
Benden de üç tespit:
Birincisi:
Birine karadan birine denizden gidilir. Birine araçla birine tekneyle gidilir.
İkincisi:
Kurt da, çakal da Canidae familyasındandır.
O halde,
MHP’nin amblemi neden çakal değil de kurt?
Üçüncüsü:
Madem bir fark yok diyorsunuz;
O halde,
Silivri ziyaretini ne zaman yapacaksınız paşam?
************
DEM Parti ve İktidar
DEM Partililer “İmralı’ya gitmiyoruz” diyen CHP’ye çok kızmışlar.
Şaşırdım mı?
Tabi ki hayır…
Durum aynen şu:
Sevgilisinin, psikolojik ve fiziki her türlü şiddetine maruz kalan birisi…
Konu-komşu el veriyor, kol-kanat geriyor; ona sahip çıkıyor.
Hem de,
Sevgilisinin tehditlerine rağmen…
Bir zaman sonra,
Eziyetkâr sevgili ne hikmetse veya hangi maslahata binaen ise;
“Dövdüğüme sövdüğüme bakma! Sen benim zaman-mekan aşıp geçmiş sevgilimsin” diye mesajlar atmaya başlıyor.
Moto Kurye’lerle, “altın görünümlü zeytin dalı” hediyesi gönderip; “Sana özel Mardin’de yaptırdım” diye not düşüyor.
Yetinmiyor,
Ve ,
Birgün mahalleye gelip,
Serenat ederek ilan-ı aşk yeniliyor…
İtilmiş-kakılmış, ötelenmiş-örselenmiş o birisi ise;
Bir anda evlat acısını da, kuyruk sancısını da, küfür-kötek kaygısını da unutuveriyor.
Ceciği gevşiyor,
Midesi kelebek vadisine dönüşüyor,
Ve,
Yelkenleri indirip kapıyı açıp buyur ediyor…
Daha, dün bir bugün iki diyemeden;
Bir nikah davetiyesi…
Konu-komşu büyük şokta…
“Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz” sözü bile artık hükümsüz…
Üstelik,
LCV bile yazma gereği hissetmiyor; mutlak icabet bekliyor…
Tabi,
Konu-komşu “yüzsüzlüğün bu kadarına da pes” diyerek daveti reddediyor.
Eyvah eyvah!
Sen nasıl benim davetimi reddedersin!
Başlıyor sayıp-sövmeye:
“Sen benim mutluluğumu istemiyorsun!
Zaten senin deden de benim dedemin mutluluğunu engellemiş hatta nikahını basıp dedemi asmıştı!
Sizin cemaziyel evveliniz de zaten bizi sevmez!
Bla bla bla…”
An itibariyle,
Siyasi tablo ve DEM Partinin hal-i pür melali aynen böyle…
Neylersin; aşkın gözü köpkörmüş…
Nasıl anladım?
Meclis Resepsiyonunda,
Cumhurbaşkanının etrafında hale oluşturan DEMlilerin hayran hayran bakışlarından…
Kadınıyla erkeğiyle,
Resmen içine düşecek gibilerdi…
Körlüğün tedavisi var ama celladına aşık körün yok imiş…
Demek ki;
Katranı kaynatınca,
Sadece katranı kaynatmış oluyor,
Ve,
Sadece katran tadında, siyah renkli bir şekerleme edinmiş oluyorsun…
Son olarak:
DEM Eş Başkanı Hatimoğlu’nun, “CHP’nin adaya gitmekten imtina etmesi bizi üzmüştür” demesi,
Ve,
Karayılan’ın, “CHP hata yaptı, bu hatadan dönmezlerse zarar görürler” diye tehdit etmesi,
DEM’in konuya nasıl baktığının apaçık göstergesidir.
Nasıl bakıyorlarmış?
Birincisi:
Öcalan’a meşruiyet çözüm demektir.
İkincisi:
Çözümün anahtarı Öcalan’a meşruiyettir…
Daha bir-iki ay önce,
Hani,
“Beni boşverin; siz çözüme odaklanın” diyordu Öcalan…
Ne oldu da bir anda;
“Öcalan=Tüm Kürtler
Öcalan’a Meşruiyet=Sözüm Süreci” oluverdi?
Yoksa,
Niyetiniz zaten hep böyle miydi?
Bu da gösteriyor ki,
“Komisyon’a devam,
İmralı’ya gitmem; gidene de gitme demem” diyen CHP, doğru karar almış demektir.