Türkiye'de yaşanan üç Türkiye

Ne nedir?
Nerede neler oluyor?
Türkiye içinde üç Türkiye yaşanıyor…
Birinci Türkiye:
Şırnak Üniversitesi Rektörü’nün Türkiye’si…
Birinci Türkiye’de neler oluyor?
Rektör konuşuyor:
“Artık tam itaat istiyorum.
İtaat edenlere mükafatım etmeyenlere mücazatım aşikar…”

Biraz daha konuşsa,
Allah-u alem; “Bir ilahiyatçı ve mümin olmam hasebiyle ben Ulu’l Emir’im ve bana itaat Allah’a itaat gibidir” diyecekti…
İkinci Türkiye:

Dam üstünde fındık kıranların Türkiye’si…
İkinci Türkiye’de neler oluyor?
Alavere-dalavere, hırs, kavga ve acımasız cepheleşme…
İlk cephe;
Dam üstünde fındık kıranlarla, fındık üreticisi aç diyenler arasında…
İkinci cephe;
Dam üstünde un eleyenlerle, dam üstünde fındık kıralar arasında.
Üçüncüsü cephe ise;
Dam üstünde fındık kıranların kendi arasında…
İşte,
Bu üçüncü cephedeki kavga çok su götürecek ve üstelik kirli çamaşırları ortaya dökecek cinsten…
Ki başladı bile…

Dinine yandığımın Türkiye’sinde,
Kimler kimlerle iş tutmuş, işi pişirmiş, mercimeği fırına vermiş, kimin eti kimin pöçüyle pişmiş; belli değil…
Körü yara getiren mi dersin,
Tuttuğunu öpen kör mü dersin,
Yoksa,
“Gülelim oynayalım, kâm alalım dünyadan
Mâ-i tesnîm içelim çeşme-i nev- peydadan
Görelim âb-ı hayât aktığın ejderhadan
Gidelim serv-i revânım yürü Sa'dâbâd'a…”
diyen, yeni nesil Nedim’ler mi dersin; hepsi var…
Birinci Kuşak İslamcılar (Şuanda 70-80 yaşlarındalar) çok kızdığı için iyi bilirler;
Dallas diye bir dizi vardı.
Ana konu;
Aşk, ihtiras, dalavere ve kumpastı…
Bugün,
Dam üstünde fındık kıranların Türkiye’sinde Dallas dizisi halt etmiş.
Meğer neler olmuş ve neler oluyormuş…
Adeta,
Yeni Şafak Yazarı Yusuf Kaplan’ın tabiriyle “haz-hız ve ayartıya” kavuşan yeni nesil çakma burjuvazi, Ajdar’ın “Çikita Muz” şarkısına klip çekmiş,
Çekiyormuş…
Aslında klip de değil; dizi dizi…
“Şaka değil, işte şurup,
Krizlere girme beni unutup,
Grup olalım, grup,
Ben hudut, sen haydut,
Gizli gizli gelme,
Her derde deva,
Şifasın, şifa,
Çok çektim cefa,
Vitamin havuz,
Ben köfte, sen tuz,
Ah, buz gibiyim buz…”

Yeminle var ya;
+18 olduğu için sadece Gain ve Netflix’de yayınlanan Mahsun J ve Erşan Kuneri bile bunların yanında yetersiz bakiye kalır.
Bundan sonra,
Cem Yılmaz ve Mahsun Karaca, senaryo için kafa patlatmasa yeridir.
Sızdırılan ve bazı medya organlarında adeta tefrika edilen gizli tanık anlatılarını kullansalar, yeterli bence…
Vay anam vay…
Neler var neler;
Proleterler, her tür emekçiler, komprador burjuvaziler, “iyi aile çocuğu” medyatize yüzler, dindar görünümlü sekülerler, seküler görünümlü dindarlar, yağ alanlar bal satanlar, paraya şehvet katanlar, şehveti statüye satanlar, şantajcılar, kumpasçılar, mağdurlar ve son tahlilde “Hoylu Abbas, Bey Mustafa üçümüz/İçimizde nam sahibi Köroğlu” misali tüm faturanın kesildiği Ersoy’lar ve Dilber’ler…
Ya ötekiler?
Onlar, bunlar tarafından “uyuşturucu ve fuhşiyat” batağına sürüklenen masumcuklar…
Demedi demeyin;
İkinci Türkiye’deki bu şalvar davası çok su götürecek…

Üçüncü Türkiye:

Acaba ,
Asgari Ücret, Emekli-İşçi-Memur maaşı ne kadar artacak veya geçen seneki gibi yine kimsenin umurunda olmayacak mı diyenlerin Türkiye’si…
Yani,
Kemmiyet Türkiye’si…
Yani,
“Fakir-fukara, garip-gureba” Türkiye’si…
Üçüncü Türkiye’de neler oluyor?
Torba tuz diyor, bir yerler cız ediyor
Ama,
Kimin umurunda…
Bu kesim Türkiye’nin ne kadarı?
Önemli değil; sadece 60-70 milyonluk kesim…
Neden önemli olmuyormuş?
Fillerin yanında çimlerin ne önemi var…
Her şey,
Birinci Türkiye’nin Tanrı Komplekslileri,
Ve,
İkinci Türkiye’nin dam üstünde fındık kıranları içindir…

Benim Yorumum
Amaç-Araç realitesi…
Amaç ne?
Ak Parti’de yeni bir diziliş/yapılanma/kılçık temizleme…
Ya araç?
Medyanın karanlık ve puslu vadisinde uyuşturucu ve fuhuş operasyonları…
Peki, maksat hasıl olur mu?
Tavansal dizayn olarak maksat hasıl olabilir.
Ama eğer,
Hala seçmen bazlı/halka dayalı bir siyaset yaklaşımı varsa beklenen sonucun alınması çok zor.
Neden?
23 senedir iktidar olacaksın,
Ve ,
Bugün kalkıp, “ahlakçılık” üzerinden “Uyuşturucu ve Fuhşiyat” operasyonu çekeceksin…
Hem de kime?
Kendi bünyene…
Sebep?
“Onlar içimizdeki çürüklerdi ve biz, o kadar alicenap bir partiyiz ki; temizlemekten imtina etmedik…” demek için…
Peki,
O zaman sormazlar mı;
“Bundan önceleri neredeydiniz?
Demezler mi;
“Bunların hepsi Ak Parti nesli!
Eğer bugüne kadar haberiniz olmadıysa gaflettesinizdir,
Eğer haberiniz vardıysa ve beklediyseniz samimi değilsinizdir…”
Daha dramatik olansa,
Yıllarca seküler muhalefete ahlakçılık üzerinden vuracaksın,
Ahlak bekçiliği yapacaksın,
Dindar Nesil/Ahlaklı Nesil yetiştirdik diyeceksin,
Ve,
Sonra kalkıp “içimizdeki çürük elmaları temizledik” diye ikna edebileceğini sanacaksın!
Ama Arkadaş!
Birkaç elma dışında senin sepette çürümemiş elma kalmış mı hiç; hele bir onu söyle…
Daha,
Yukarıda dile getirdiğim Üçüncü Türkiye’nin yaşadığı fakr-u zaruretin siyasi yansımalarını söylemiyorum bile…
Bence,
Şaşkınlık, hırs ve kaybetme korkusu afakı sarınca,
Temizlik yapanın tek yaptığı şey; aslında ne kadar pislik biriktirmiş olduğunun ilanatıdır…
Hep böyle değil mi zaten;
Yiğit düştüğü yerden kalkar diyenler, ne acıdır ki kalktığı yere geri düşerler.
Aslında asıl amaç nedir?
Öncelikle,
Ahlakın tekelleştirilmesi, ahlaksızlığın magazine edilerek sıradanlaştırılması…
Sonrasında,
“Ahlak elden gidiyor” denerek kurtarma harekatına geçilmesi…
Nihayetinde ise,
Siyasi iradenin tekelleştirdiği “ahlakın/ahlakçılığın” kurallaşması, kanunlaşması…
Tıpkı,
Düne kadar,
“Din elden gidiyor” diyerek dini kurtaran(!) Siyasal İslamcının, kendi İslam algısını esaslaştırdığı gibi; bugün de, Siyasal Ahlakçının en uygun gördüğü ahlakın(!) esaslaştırılma sürecini yaşıyoruz denebilir.
Ne garip değil mi!
Nereden nereye…
Nurettin Topçu’nun İsyan Ahlakı’ndan BEla CüRümeysa’nın Üryan Ahlakı’na…

Bir Tespit
Günümüzde,
Siyasete giren veya girmeye niyetlenen 40-50 yaş kuşağının, İslamcı söylem ve ritüel kullanması bir nevi karşılıksız çek gibidir.
Toplumsalın, son 20 yılda yaşadığı algısal/olgusal ve tercihsel değişimine kör kalmak demektir.
Aslında,
Son 20 yılda, iktidar partisi ve Muhafazakar Mahalle için dramatik bir paradoks yaşandı.
“Dindar nesil/dindar gençlik” dendikçe toplum ve özellikle 35 yaş altı nesil daha bir sekülerleşti…
O yüzden,
20 sene önceki lansman içerikleriyle siyasi start-up yapmak, piyasaya makes bulmayacak bir ürün sunmaktan başka bir şey olmayacaktır.
Tıpkı,
Hem Mevlana’dan dem vurup, hem de aynı Mevlana’nın “Dünle beraber gitti cancağızım; ne kadar söz varsa düne ait/Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” tespitini görmezden gelme durumu…

Son bir soru ile konuyu tamamlayalım:
Tüm bu olanlar çerçevesinde ve/veya tüm bu olanlardan bağımsız şekilde Sayın Erdoğan ne düşünüyor olabilir?
Acaba,
Hakan Cumhurbaşkanı, Bilal Ak Parti Genel Başkanı gibi bir denge düşüncesi olabilir mi?

Günün Sözü
OZ gönderdi:
“En değersiz gurur, milli gururdur.
Bu, onunla gurur duyandaki bireysel özelliklerin yoksunluğunu ele verir.
Çünkü insan neden milyonlarca insanla paylaştığı bir özelliğe tutunma gereği duyabilir ki başka türlü?
Dikkate değer kişisel niteliklere sahip olan, sürekli göz önünde bulundurduğu ülkesinin hatalarını açıkça görebilecektir.
Ama dünyada gurur duyabilecek hiç bir şeyi olmayan her zavallı-aptal, gurur duyabilmek için son çare olarak ait olduğu ülkesi ile gurur duyar."
Arthur Schopenhauer

OGÜNhaber