Ortadoğu petrolünün uğursuzluğu

Çatışmalar, isyanlar, savaşlar, darbeler, katliamlar, saldırılar birbirini kovalıyor.

ABD’nin son olarak Suriye’ye giriştiği “tartışmalı” bombardımandan sonra kim bilir kaç olay, kaç komplo sırada bekliyor.

Her ne kadar ABD eski düşmanları Rusya ve İran ile yeniden kafa kafaya gelirken, asıl mağdurların Orta Doğu’da yaşayan milyonlarca insan olduğu nedense unutuluyor.

Oysa başta Türkmenler olmak üzere, çeşitli soy ve sopa sahip binlerce korumasız kişi, süper devletlerin merhametini adeta kolluyor.

Söz Türkmenlerden açılmışken, hemen iki binli yıllar acı acı hatırlanıyor

Kerkük’te soydaşlarımıza reva görülenlerin temelinde ve ucunda “soykırım” yatıyor.

Bunu görmezlikten gelmek, bırakın bir Türk’e, hiçbir insana yakışmıyor.

Özellikle, sözüm ona “uygar dünya”nın duymazlığı, tarihe

şimdiden “kara bir leke” bırakmış bulunuyor.

 Üstelik, güya Irak’a “özgürlük ve demokrasi” için geldiğini ilan eden, oysa binlerce Müslüman’ın ölümüne neden olan ABD’nin geri çekilme stratejisinden sonra, durumun daha da vahim olması kaçınılmaz görülüyordu. Öyle de oldu.

Ardında, kan ve gözyaşı bırakan ABD’nin aslında Irak’ın en azından üçe bölünmesinin de temellerini attığı biliniyor.

Özellikle, Irak’ın kuzeyinde peşmergeleri bir “devletçik” haline getirmenin bu arada soydaşlarımızın asimilasyon edilmesinin sinsi ve hain planlarının alt yapısını hazırlayan ABD, çekilişi ile belki de, yeni bir düğmeye basıyordu. Öyle de oldu.

Yıllardan beri ısrarla belirttiğimiz gibi, “Irak petrolü kendine hâkim olanlara uğursuzluk getiriyor” kanımız yine öne çıkıyor.

Kudretli Osmanlı İmparatorluğu’nun başına Musul petrollerinin neler getirdiği asla unutulmuyor.

 Sonra, Irak Kralı Faysal, Nuri Sait Paşa, Abdülkerim Kasım ve Saddam Hüseyin’in hep petrolün diyetini ödediği ister istemez hatırlanıyor.

Irak’tan perişan olarak “mağlup” ayrılan ABD’nin başına gelenleri de, bu periyottan arındırmamak icap ediyor.

Irak petrolü sanki “lânetlenmiş” bir varlık gibi devletlerin veya liderlerinin peşini bırakmıyor.

Durumu, aslında “Kerbelâ faciası” ile bağdaştırmak biraz “derin” düşünceyi gerektiriyor.

 Ama yine de, bu topraklar böylesine trajik süreci daima koynunda muhafaza ediyor.

“Türkiye, Irak Türkünü yalnız bırakma” başlıklı kısa bir nottan derlediklerimiz bile gerçekleri ne kadar haykırıyor:

“2003 yılında Amerika’nın Irak’ı işgal etmesi sonucunda ülkedeki dengelerin silahlı olan grupların eline geçmesi ve devlet otoritesinin de olmaması Irak Türklerinin hayatını cehenneme çevirdi.

Irak Türklerine karşı şiddet olayları ve eylemler bir anda arttı.

Tam diktatör Saddam’ın zulmünden kurtulduk derken, bu defa Irak Türkleri kendilerini düne kadar merhamet dileyenlerin zulmünün içinde buldu.

Bugün Irak’ta Türkmen hedeflerine yapılan saldırılar sıklaştırıldı ve Türkmenleri göçe zorlama esasına dayanan sistematik baskı arttı, Türkmenlerin ne can ne de mal güvenliği var. Üst düzey Türkmen yetkililerine ve kuruluşlarına yönelik bombalama eylemleri, siyasetçi, doktor ve iş adamlarına karşı tehdit ve suikast girişimlerinin hâlâ devam etmesi, aslında her şeyi göz önüne seriyordu.

Bu gelişen olaylar Irak Türklerine karşı topyekûn bir psikolojik savaştır.

Hedef nedir? Irak’ta Türk varlığını yok etmek...

Ama bir gerçek var Türk halkı ve dünya Türkleri Irak Türklerinin çektiği çile ve yaşadıkları tarifsiz acılara hep ortak olmuşlardır.”

Aslında, bu “trajedi”ye yürekler dayanmıyor.

Ne var ki, Kerküklülerin feryatları sadece hoyratlarda kalıyor.

 Yıllardan beri, bombaların, kurşunların ürkütücü sesi, hoyratları ve feryatları adeta gömüyor.

Tabii ki, asıl gömülen savunmasız insanlar ve soydaşlarımız oluyor.

Hal böyle iken, öncelikle sınırlarımızı ve göz dikilen topraklarımızı bu arada soydaşlarımızı korumamız öncelikle yer alıyor.

Üstelik, süper güçlerin kuyruklarından kurtulup, tam bir güven ortamını kurmak ve muhafaza etmek icap ediyor.

OGÜNhaber