Hamlet'in psikolojik açıdan analizi..

Bu sebeple tespitlerin çoğu da bir bakıma havada kalır. Oyun içinde, hem kendine hem de başkalarına karşı sergilemiş olduğu duyguları, tavırları, davranışları ve tepkileri çoğu kez ters, ani, beklenmedik ve öngörülemez biçimde ortaya çıkar. Özellikle sahnede tek başına yaptığı konuşmalarda duyarlı noktalarının hangileri olduğu ortaya çıkar gibi zannederiz ama sonrasında öyle bir cümle kurar ki hakkında karar vermenin eşiğinden kuvvetli bir manevrayla döndürür bizi. Ne var ki kullandığı üslûp gibi kişiliği de sürekli bir başkalık gösterir. Hamlet'in bu yanı, dışarıda kalanların onu kestirebilmesi açısından bir sorun ancak kendisi için hem bir problem hem de kolaylık. Bir yandan kişiliğini bulamamanın, bilememenin ve olaylar karşısında karar verememenin acısıyla kıvranırken, öte yandan esnekliği ve bir kutuptan diğerine kolay şekilde geçebilmesi sayesinde herkese uyabilir, her kılığa girebilir ve belki de karşısındakini anında ikna edebilir bir profil çizmektedir.

Kahır çeken, acı çektiren, böyle olduğunu bildiği ve kendine engel olmaya çalıştığı hâlde bir türlü önüne geçemeyen; entelektüel olmanın getirdiği sükûneti de toy olmanın verdiği cesareti de taşıyan; hem yaptıklarının arkasında durmak isteyen ve attığı adımlarda kendini tamamıyla haklı bulan hem de bir yandan hatalı olabileceğini düşünüp sürekli gelgit ve iç çekişme yaşayan; olağanüstü derecede akılcı ve gerçekçi olabilen ama ne yapacağına bir türlü karar veremeyecek kadar da onca çelişkiyi içinde barındıran biri; aslında kısaca hepimiz kadar, derinlerde sakladığımız oranda bir “insan”; Hamlet…

Olmak, Olmamak, Olamamak!

Hamlet yalnızca var olmanın mı yoksa olmamanın mı daha iyi olduğunu değil, var olup olmadığını ve var olmakla olmamanın bir anlam taşıyıp taşımadığını soran kişi. Bu sorunun ardından gelen cümlelere bakıldığında belki de tekâmül, olgunluk, bilgelik, erinlik, ergin olma durumunu sorguluyordu o sancı çeken ve çektiren temel sorusuyla… Hamlet, sorularını cevapsız bırakan bir dünya karşısında düşünen, düşünmek zorunda olan kişi oluyor hep. Hamlet, yalan dolanla, dolap düzenle, küçük hesaplarla dolu bu dünya ile beklenmedik kılıklarda yarısı gizemli buyruklar gönderen öteki dünyası arasında gidip gelen kişi; insanı aynı anda hem kutsal bir yarı Tanrı hem de değersiz bir toz parçası gibi görmenin acısıyla bunalan biri. Oyun içinde ustaca oyun yönetecek ve sergileyecek; soytarıyla soytarı, saraylıyla saraylı, en akıllı kadar akıllı, kusursuz bir deli olabilecek kadar oyunculukla yoğrulmuş ama bir oyuncunun nasıl olup da kılık, kimlik ve varlık değiştirdiğini kendi kendine soran kişi Hamlet. İnsanın insanlığını bilişinden bu yana belki hep var olmuş veya sadece her Hamlet oyununda bir başka insan olarak var olan ve gerçekte var olmayan bir kişi, bir oyuncu, bir “gölge” belki de Hamlet. Her efsane gibi, sınırlarından taşmış, kaynağı silinmiş bir simge mi, bilinmez!

Hamlet'te birçok konu vardır. Ahlâka karşı güç ve politika var misâl. Teori ve pratik arasında farklılık, yaşamın amacı ve nihaî hedefi üzerine tartışma, aile dramının yanında aşk trajedisi de var. Bir taraftan babaya düşkün ve onun intikamını almakla yanıp tutuşan bir prens, diğer taraftan annesine tutkuyla bağlı takıntılı bir evlâttır. Öte yandan siyaset, din ve fizik ötesi sorunları hatırlatmasıyla da dikkate ve takdire şayandır. İçinde derin psikolojik çözümleme, kanlı bir öykü, bir düello ve genel katliam olmak üzere, istediğimiz ve istemediğimiz her şey var. İnsan, Hamlet’ten kendince herhangi bir şeyi merak edip seçebilir ama seçerken, neyi ve niye seçtiğini bilerek yapmalıdır.

"Bence" Çocuk Hamlet…

Psikanalistin kurucusu sayılan Sigmund Freud daha sekiz yaşında iken Shakespeare'yi okumaya başlamış ve Shakespeare için “hayatımın en iyi şairi” demiştir. Freud'un, ilerleyen tezlerinde, fallik dönemde yaşanan Oidipus kompleksini de açıklarken Oidipus tragedyasından faydalanmanın yanı sıra açıklamalarında Hamlet'ten de örnekler verdiği bilinmektedir.

Oidipus kompleksinin yaşandığı fallik dönem sürecinde çocuğa ideal şekilde davranılmaz ise çocuk bu döneme takılır kalır. İlerleyen yaşlarda bu dönemin karmaşası bazı nevrozlarla ve davranış bozuklukları ile kendini tekrar ortaya çıkarabilir. Fakat artık süper egosunun da gelişmiş olması nedeni ile birey bu duyguları baskılamaya ve fakat kendini aşırı derecede suçlamaya başlar. Sürekli bir kararsızlık ve huzursuzluk hâli görülür. Kendini suçlamanın yanı sıra çevresindeki insanları da suçlamaya başlar. Freud'a göre; Hamlet fallik dönemdeki ödipal duyguya takılmış, anneye karşı aşırı derecede sevgi besleyen bir karakterdir. Babasının ölümü ile ödipal döneme tekrar bir dönüş yaşamıştır. Bir yandan bu duruma (babasının ölümüne)  sevinmiş fakat annesini kendisinden çaldığını ve annesini kandırdığını düşündüğü için amcasına müthiş bir kin beslemeye başlamıştır. Amcasının konumu, kendi bilinçdışı arzuları ile ilişkilenmeye, amca, Hamlet'in bilinçdışı arzularının simgesi olmaya başlamıştır. Ödipal dönemde babaya karşı geliştirilen düşmanca duyguları bu kez baba yerine geçen, anne ile evlenen amcaya karşı geliştirmiştir. Ancak bu duygudan dolayı bir yandan da utanç duymaktadır. Bunu baskılamak maksadı ile babasının intikamını bir maske olarak kullanmaktadır. Maksat baba intikamını almak olsa bunu gerçekleştirebilecek birçok imkâna ve ân’a sahip olmasına karşın yapmamaktadır. Özellikle de oyun içinde hayaletin ortaya çıkması Hamlet'in gömülü olan Oidipus kompleksini tekrar ortaya çıkarmıştır. Başka eylemlerde aşırı derecede atak olan Hamlet, çok arzu etmesine rağmen amcayı ortadan kaldırmayı gerçekleştirmek konusunda nedense çok tutuk davranmaktadır. Eğer eline geçirdiği ilk fırsatta bunu yapmış olsaydı içindeki ödipal duygu ile yüzleşecektir. Bu yüzden sürekli olarak ertelemektedir. Ta ki son sahneye kadar; son sahnede ise Kral'ı babasının intikamını almak için değil, annesi hayata veda ettikten sonra öldürmüştür. Yani bir bakıma amcasını annesinin ölümüne sebebiyet verdiği için mi öldürmüştür yoksa amcası artık onun bilinçaltındaki simge olmaktan mı çıkmıştır, net olarak anlaşılamamaktadır.

Ünlü psikiyatr Didier Anzieu, “Hamlet, oidipus kompleksi tarafından yoğrulan, söz konusu arzuları yüzünden bilinçdışı bir suçluluk duygusu taşıyan, bu duygu yüzünden eylemlerinde, duygularında ve yaşamında felç olan bir insanın örneğidir.” demiştir.

1955 yılında Ernest Jones ünlü bir çözümleme ortaya çıkarmıştır:

"Hamlet babasının intikamını bir türlü alamaz. Çünkü babasını öldürerek yerine geçen ve annesiyle evlenen adam, aslında Hamlet'in çocukluğunda duyduğu ve bastırdığı bir isteği gerçekleştirmiştir. Hamlet, kendi babasını ortadan kaldırarak annesiyle birleşme isteğini bilinçaltında duymuş olduğu içindir ki aynı şeyi gerçekleştiren adam karşısında kendini suçlamaktan kurtaramamakta ve bir türlü harekete geçememektedir.” Jones'un bunlardan çıkardığı başka bir sonuç var ki doğrudan doğruya Shakespeare'nin kendisiyle ilgili. Jones'a göre eserde bulduğumuz Oidipus durumu Shakespeare'in kendi ruhsal durumuna ışık tutmaktadır. Shakespeare'in bu oyunu babasının ölümünden hemen sonra yazmasını, yazarın babasına karşı çocukluğunda duyduğu hislerin canlandığı bir sırada Hamlet'i kaleme aldığı sonucuna bağlar. Jones'a göre Hamlet, bizi Shakespeare'in ruhunu ve bilincinin derinliklerinde olup bitenleri gösterir, felsefesini, görüşlerini dile getirir.

Bütün bu bilgilerin ışığında, Hamlet şayet ölen babasının hayaletini gördükten hemen sonra intikam veya kraliyeti elde etmek için amca kralı öldürmüş olsa veya bu suça annesinin de ortak olduğunu düşünüp annesini de öldürseydi Oidipus kompleksi yaşadığını söyleyemeyebilirdik. Ancak annesini aynı ve hatta daha beter şekilde suçlamasına rağmen, kılıcı kesinlikle annesine karşı kullanmayacağına dair kendi kendine söz vermesi, kralı dua ederken yani en savunmasız anında öldürme fırsatını yakalamışken öldürmemesi ve öldürmekten vazgeçtikten hemen sonra “bir dahaki sefer seni annem dahi elimden alamayacaktır” demesi, bir diğer sahnede annesi ile konuşurken birden bire tekrar ölen babasının hayaletinin belirmesi ve babasının suçlayan gözlerle Hamlet'e bakması, Hamlet'in de babasının neden suçlayan gözlerle kendisine baktığını bir türlü anlayamaması veya anlamıyormuş gibi yapması, bizleri Hamlet'in Oidipus kompleksine takılabileceği şüphesine götürmektedir. Hamlet, İngiltere'ye gönderildikten sonra kralı öldürme eylemini babasının intikamını almak maksadı ile gerçekleştirmesi gerektiğini neredeyse unutmuştur artık. Zira anne bir görsel olarak karşısında değildir ve bundan sebep yüzleşmesi azalmıştır. Hepsinin üstünde dikkat çeken bir yön vardır: Babasının katilinin amcası olduğuna dair kendince güçlü şüpheleri ve delilleri olmasına, babasının ölümünden hemen sonra amcasının sinsi şekilde tahta geçip üstüne bir de annesiyle evlenmesine, amcasının öldürülmeyi hak ettiğine ilişkin zihni berrak olmasına rağmen bir türlü infazı gerçekleştirememektedir. Sürekli olarak amcasını öldürme eylemini başka mantıksal nedenlere bağlamaya çalışmaktadır. Ve son sahnede Hamlet'in katli gerçekleştirmesinin babasının intikamından mı annesinin intikamını almaktan mı yoksa kendisinin intikamından dolayı mı olduğu anlaşılamamaktadır. Bu da bir diğer kuvvetli şüphe nedenidir.

OGÜNhaber