Afrika da çok güzel şeyler oluyor

Her ne kadar, seçim üstü iç siyasetin cazibesine kapılıp, bir ansiklopedi kadar yazı çıkartasım olsa bile, bir yazılık iç siyasete ara vererek, Türkiye'nin şu sıralar atağa geçtiği Afrika diplomasisine dair birkaç satır yazmak gerekiyor.
Gerekiyor, zira ve de maalesef, gazetecilik mesleğini, ideolojik körlük ve saplantılar ile icra eden ülkemizin bir kısım medyası, bu olup bitenlere, tabiri caizse Fransız kalıyor, görmüyor, hatta haberi yokmuş gibi davranıyor.
Veyahut da alaycı bir dille indirgemeye çalışıyor.

Türkiye geçen hafta Afrika'da, peş peşe iki önemli anlaşmaya imza attı.
En önemlisi ise bu anlaşmaları, ABD ve Çin gibi rakiplere galip gelerek attı.

Birincisi Somali devleti ile Karasularını koruma ve işletme anlaşması oldu.
On yıl süre ile Somali Karasularında Türk Donanması ve Türk leventleri, tıpkı kendi karasularında imiş gibi davranarak, gelebilecek her türlü tehdide karşılık verecek.
Tabii bu karasularının hava sahasını da.
Yani ha Ege Denizi, ha Kızıldeniz, fark etmeyecek.

Bu anlaşmada, iş bu Somali Karasuları ve Kıta sahanlığı bölgesinde de yapılacak olan tüm ticaretlerden %30 pay alacak, petrol ve doğalgaz aramaları yapacak, bulunca da işletecek!

Kendi donanması bulunmayan Somali için, söz konusu işleri yapabilecek parası, teknolojisi ve yeteneği olmayan Somali için, bu bulunmaz bir fırsattır ve kazan/kazan prensibine uygun olduğu için, her iki devlet için de caziptir.

Kaldı ki ikinci olarak Cibuti Devleti ile de benzer bir anlaşma, aynı zaman zarfında gerçekleşti.
İşin içine Sudan ile daha öncesi yapılmış anlaşma da girince, Kızıldeniz ve Aden körfezindeki Türkiye ağırlığı, hiç de hafife alınacak cinsten değil.
Hatta o körfez trafiğini zapt eden Ülke konumunda Türkiye.

Özellikle de ABD'nin, son zamanlarda, dikkatleri İsrail vahşetinden çekmek için, başta Somali olmak üzere, tüm Afrika'daki terör örgütlerini reaktive ederek fitne ateşini yakmak isterken, Türkiye'nin bu kıta da, artık oyun belirleyici bir güç olması, son derece önemlidir.

Daha önce Libya ile yapılan Kıta sahanlığı anlaşması zaten geçerliliğini korurken, bir de Mısır'ın Port Said Limanını Türkiye'ye devretme planının ortaya atılması ve Kıta sahanlığı anlaşmasına da sıcak bakıyor olması, Akdeniz'de de tüm dengelerin değişmesi manasına gelmektedir.

Mısır konusunda, önce neler dedi, şimdi ayağına gitti gibi, kenar mahalle jargonunun bir adım ötesine geçemeyen sığ görüşlü insanları fazla ciddiye almıyorum, çünkü bu tip insanlar, muhalif olsunlar da ne olursa olsun düşüncesine sahipler.

Peki Afrika, onca beyaz Batılı ülkeler varken, neden Türkiye işe işbirliğine meyil ediyor?
Çünkü Afrika 500 senedir, tam da bu beyaz batının kendilerine verdiği değeri gördü de ondan.

Somali de insanlar açlıktan kırılırken, sözde yardım kuruluşları o ülkeye gidip, çocuk kandırmacası gibi yardım götürdük diye dünya aleme reklamlarını yaptıkları gibi, gönderdikleri yardımın milyonlarca katı yeraltı zenginliklerini sömürmüşlerdi.

Halkın bu gerçekleri görüp de isyan etmemesi için de iç savaşlar çıkartmışlar, ki bugünlere kadar süregelenleri var, çilenin üstüne çile kalmışlardı.
Çin ise aldığı altın madenleri işletmelerinde, yerel halkı tıpkı köle düzeni gibi kullanmış, sonunda halk baş kaldırarak, madenleri basmış, Çinlileri katletmişti.

Evet, Afrika'nın gözü açıldı ve kendilerini sömüren, kendilerine savaş, gam, keder getiren Batıyı ülkelerinden birer ikişer kovmaya başladılar.
Yerine Türkiye'nin gelmesi ise asla tesadüf değildir.

Yıllar önce geçen bir anı vardır.

Merhum efsane boksör, Muhammed Ali, Türkiye'ye gelir, Rahmetli Erbakan hocanın davetlisidir.

Basın önünde gerçekleşen karşılama esnasında Muhammed Ali duygulanır ve ağlar.
Basın mensupları şaşırarak nedenini sorarlar.
Muhammed Ali "Bana ilk kez beyaz bir siyasi lider sarıldı, benimle kucaklaştı" cevabını verir.

İşte o anlayış, bugüne kadar süregelmiş, Türkiye Afrika'da sömürgeci olarak gitmemiş, kazan/kazan prensibine uygun teklifler vermiştir.
Batı için ise Afrika, ancak Safari ye çıkılabilen, belli ülkelerinde turistik geziye gidilebilen, Noel zamanlarında, yani batının vicdanı olduğunu hatırladığı zamanlarda, üç beş kuruş yardım yapıp, kendini iyi insan olduğunu zannetmesine yarayan bir yerdir.

Yaşı müsait olanlar, 1985/86 kışında "USA for Africa" adı altında ve zamanın tüm ünlü müzizyenlerinin katıldığı ve "We are the World" şarkısının çıkarıldığı zamanı hatırlarlar.

Bu sözüm ona yardım kampanyası bile CIA'nin organize ve zoru ile meydana gelmişti.
Ertesi sene de aynı görev "Band Aid" adı ile İngiltere'ye devredilmişti.

O senelerin en meşhur fotoğrafı ise Somalili, karnı açlıktan şişmiş bir küçük çocuğun ve az ilerde onun ölmesini bekleyen akbabaya aitti.

Peki, Türkiye nerelerden buralara geldi?
İMF'ye tonla borcu olan, savunmada %90 dışa bağımlı, ihracatı yok denecek kadar az seviyede olan bir ülkeden, bugünlere geldi.

Bakanlarımızın Downing Street number 10 in önünde saatlerce bekletildiği, Washington da ise bir Senatörden bile randevu alamadığı bir ülkeden bugünlere geldi.

Askeri güç sizi aktör yapar, hatta oyun kuran yapar.

Eğer askeri gücünüz var ise, eskiden isminizin dahi hatırlanmadığı masaları bugün siz kurar, gelecek olanları da siz belirlersiniz.

Ve önemle söylüyorum:
Türkiye'nin geldiği bu konumdan rahatsız olan rahatsızlık duyan her kim var ise bu ülkeye ait değillerdir.



Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam
OGÜNhaber