Minareyi çalan hırsızlar kim?

Suçluların ivedilikle bulunup neden böyle yaptıkları mutlaka ortaya çıkartılmalıdır. Bunu yapanların ne amaçla böyle bir işe kalkıştıkları, sırf eğlence olsun diye mi yaptıkları ya da dini değerleri alenen aşağılamak ve dalga geçmek için mi yaptıkları tespit edilmelidir.

Tabi bunlar işin daha çok emniyet ve yargı ile ilgili konuları. Zaten savcılar gereken soruşturmaya da başlamışlardır.

İşin bir de sosyolojik ve toplumsal boyutu var ki; ben de yazımda daha çok bu konuyu sorgulamaya çalışacağım.

Olayın zamanlaması ve gerçekleştiği şehir bu açıdan çok önemli. Neden İzmir ve neden Ramazan ayı? Bir de neden son yıllarda böyle olaylar ile sıklıkla karşılaşıyoruz? Geçen sene Taksim'de ezan okunurken yaşanan protesto olayları, LGBT sayısındaki ve eylemlerindeki artışlar ve özellikle 2013'te Gezi Parkı olayları sırasında yapıldığı iddia edilen ama hala ispat edilemeyen, camiye ayakkabı ve alkol ile girilmesi, başörtülü kadının üzerine işenmesi olaylarının iktidarda İslamcıların olmasıyla bir ilgisi var mıdır? Son olarak yine bu son olayın tam da Gezi Parkı olaylarının yıldönümünde gerçekleşmesi acaba bir tesadüf müdür?

Minarelerinden "Çav Bella" yayınlanan camilerin İzmir gibi bir şehrimizden çıkması düşündürücüdür. Malumunuz İzmir siyasi tercihleri bakımından muhalefetin daha güçlü olduğu bir şehirdir. Bunu söylerken tüm muhalifleri töhmet altında bırakmak istemiyorum fakat siyasi tercihleri iktidardaki egemen siyasi anlayıştan oldukça farklı olan belli bir kesim var ki bunlar toplumun manevi değerleri ile pek barışık değiller. Hatırlarsanız daha önce de 15 Temmuz gecesi darbe girişimi sırasında minarelerden sela okuyor diye müezzinin tartaklanması olayı da yine İzmir'de gerçekleşmişti. Bu iki olayın da İzmir'de gerçekleşmesi tabi ki tesadüf olamaz.

Sanıyorum ki; İzmir'de belli bir kesimden insanlar, milletin manevi değerleri konusunda daha antipatik, daha saygısız ve saldırgan olabilirler, fakat şunu da belirtmek isterim ki son yıllarda sadece İzmir'de değil tüm ülkede özellikle dindar/muhafazakar insanlara karşı bir antipatinin oluşmaya başladığı göze çarpmaktadır. Bunun sonucu olarak da toplumda kendisini deist ya da ateist olarak niteleyen, dini ve dini değerleri aşağılayan insan sayısı da artış göstermektedir. Sözde dindar ve muhafazakar insanların, özellikle de ülkeyi yöneten İslamcı Ak Parti yöneticilerinin ve Ak Parti çevrelerinin son yıllarda zenginleşmesi, sosyal hayatta daha fazla ön plana çıkmaları, tarikat ve cemaatlerin adlarının karıştığı taciz, tecavüz, dolandırıcılık, sonradan görme gibi bazı davranışlar ve din adamlarının ipe sapa gelmez bazı söylemleri, özellikle de genç nüfus arasında dinden ve dine ait her şeyden bir soğumaya ve uzaklaşmaya yol açmaktadır.

"Dindar nesil yetiştireceğiz" hedefiyle yola çıkan ve özellikle iktidarlarının onuncu yılından sonra İmam-Hatip okullarının açılmasına ağırlık vererek öğrencileri İmam-Hatip okullarında okumaya bir şekilde zorunlu bırakan eğitim sistemini getiren Ak Parti hükümetlerinin, gençlerin bugünkü durumlarına bakarsak amaçlarında pek ulaşamadıklarını söyleyebiliriz. Aksine gençlerin ağırlıkla Nihilizm (anlamsızlık) bataklığına batmak üzere olduklarını, bununla birlikte toplum ve mahalle baskısının da etkileriyle kendilerini inanmadıkları halde hâlâ Müslüman ya da deist veya ateist gibi sıfatlarla ifade ettiklerini görebiliriz.

Koronavirüs salgını sebebiyle tedbir olarak ibadetlere kapatılan camilerin minarelerinden her gece yatsı ezanını takiben okunan duaların zaman geçtikçe itici bir hal almaya başladığını ve aynı minarelerden ‘Çav Bella’ dinlettirilmesinin de bununla bir ilgisinin olabileceğini düşünüyorum. Ancak mesele hassas olduğu için kimse de ağzını açıp bir tek söz etmeye cesaret edemiyor. Sadece geçenlerde Bülent Arınç bu konuda beni çok şaşırtarak buna cesaret etti ve Diyanet'in bu uygulamasını eleştiren açıklamalar yaptı.

Benim de bu konuda kendi düşüncem; bu uygulamanın her akşam değil de birkaç kez yapılıp sonra bırakılmasının daha doğru olduğu yönündeydi. Diyeceksiniz ki "sen niye rahatsız oluyorsun"? Benim rahatsız olduğum filan yok, ancak her şeyin bir ölçüsü vardır. Ölçü kaçarsa lezzet de kalmaz. Nitekim inandığımız Allah’ımız bizlere şahdamarımızdan daha yakındır. O, kendi içimizden ettiğimiz duaları da işitmektedir. Minarelerden yüksek sesle haykırıyoruz diye dualarımız daha fazla kabul edilir diye bir şeyi ne duydum ne de okudum.

Diyanet bence uygulamayı bu kadar uzatmamalıydı. Zaten salgın sebebiyle insanların akıl ve ruh sağlıkları darma dağın olmuş durumda. En sağlıklı olanımız bile bu süreçte ciddi depresyon sorunları yaşamaktalar. İnsanlar yeri geliyor en sevdiklerine bile tahammül edemiyorlar, karşılıklı olarak kalpler kırılıyor, aile içi tartışmalar ve atışmalar hatta boşanmaların bile bu süreç boyunca çok fazla arttığı görülüyor. Buna bir de cahillik ve edepsizlik de eklenince, bana, minarelerden Çav Bella şarkısının yayınlanması, bunlara nazaran basit bir şey gibi geliyor. İnşallah ileride daha kötü şeyler ile karşılaşmayız. Belki de mesele Diyanet'in uygulamasına bir etki-tepki meselesi olarak gerçekleşmiş daha da basit bir şey de olabilir. Tabi bunu öğrenebilmek için soruşturmanın sonucunu ve sanıkların ifadelerini beklememiz gerekiyor.

Milletimiz ve özellikle de gençlerimiz, 15 Temmuz'dan sonra "dini cemaat" diye bilinen, kendilerine "altın nesil" denilen Fetöcülerin nasıl bir terör örgütüne dönüştüğüne şahitlik ettiler, Adnan Oktar'ın kendine ait TV kanallarında ultra dekolte kıyafetli kediciklerin arkasına saklanarak döndürdüğü dolaplara şahitlik ettiler, kafa kesen Işidcilere şahitlik ettiler, bunlarla birlikte bazı cemaatlere ve tarikatlara ait yurtlarda ve kurslarda cinsel taciz ve tecavüz olaylarının yaşanmasını, İslamcı diye bilinen hükümetlerin bürokraside, memur alımlarında, ihalelerde ve yargıda liyâketten ve adaletten çok siyasi tercihlere ve cemaat/tarikat aidiyeti bakarak kendi adamlarını kayırmalarını, akıl ve bilimden ziyade yanlış dini referanslar ile hayatlarını sürdürmelerini ve daha bunlar gibi pek çok yanlış şeyi bizzat yaşayarak gördüler. Bunları gördükçe de "pireye kızıp yorganı yakmak" misali dine karşı cephe almaya ve farklı arayışlara girişmeye başladılar. Bunda özellikle 20 yıldır ülkeyi yöneten Ak Parti hükümetlerinin çok büyük katkısı olduğunu belirtmek isterim. Bu katkı sadece yaptıkları yanlışlar ile değil yapmayıp eksik bıraktıklarıyla da ilgilidir.

Camiler Allah'ın evidir ve hiçbir siyasi düşüncenin, tarikat ve cemaatin ya da örgütün malı ve merkezi olamaz. Diğer taraftan camilerde uygulanan merkezi ezan sisteminin güvenilirliğini sorgulamak için de bir fırsattır bu olay. Nasıl oluyor da iki gün arayla kimliği belirsiz kişiler, sistemi ele geçirip diledikleri şeyleri minarelerden dinletebiliyorlar. Burada da bir ihmal ya da istismar olduğu açık seçik ortada.

Benim Diyanet'e bir tavsiyem olacak, madem Haziran ayı ile birlikte "kontrollü sosyal hayat" sürecine geçiş yapacağız, yani normalleşmeye başlayacağız, bu vesileyle Diyanet de Ramazan ayından sonra cami minarelerinden dua okunmasını yeniden gözden geçirsin. Normalleşme sürecine uygun olarak ya tamamen uygulamayı bitirsinler ya da en azından haftada bir kez sadece Cuma geceleri bu duaları minarelerden okusunlar. Minarelerden dua okunması bizi daha fazla Müslüman yapmayacağı gibi bu uygulamayı durdurmak da Müslümanlığımızdan hiçbir şey eksiltmez.

Dinde zorlama yoktur ve zorla güzellik olmaz. Elindeki devlet gücüne dayanarak bazı şeyleri zorla dayatmak hoş bir şey değil. Bunun yerine sevdirerek, ilgi çekerek, kolaylaştırarak ve düzgün bir eğitim anlayışıyla insanları dine yakınlaştırmak için çalışmak daha faydalı olur. Öyle toplum mühendisliği yaparak yok "dindar nesil" yok "altın nesil" filan üretmeye çalışmak Allah'ın da istediği bir şey değildir. Zaten görülüyor ki evdeki hesaplar da çarşıya uymamıştır. Baskı arttıkça dinden kaçış ya da dini yozlaşma artmıştır.

Artık Ramazan ayının son günündeyiz. Yarın hep beraber millet olarak Ramazan Bayramı'nı idrak etmeye başlayacağız. Sadece ülkemizde değil tüm İslam toplumlarında bu sene pandemi sebebiyle hiç alışık olmadığımız bir bayram yaşayacağız. Koronavirüsün gölgesinde geçen "tatsız-tuzsuz" bir Ramazan ayından sonra salgın bitsin ve hep beraber milletçe araya koyduğumuz mesafeleri kaldırıp, tüm sevdiklerimizle yeniden ziyaretleşerek neşeli bir bayram geçirmeyi gönlümüz çok isterdi. Ancak maalesef bayram boyunca tüm vilayetler için getirilen sokağa çıkma yasakları bayram neşesini de elimizden aldı. Dua edelim Allah'a ve daha tedbirli olalım ki Allah üzerimizden bu salgın belasını yok etsin. İnşallah Kurban Bayramı'nda daha güzel ve neşeli bir bayrama kavuştursun bizi.

Tüm milletimin ve tüm Müslümanların mübarek Ramazan Bayramlarını tebrik ediyorum ve gelecekte nice güzel bayramlarda birlikte olmayı Cenab-ı Hak'tan diliyorum. Bir sonraki yazımızda buluşmak üzere sağlıcakla kalın.
OGÜNhaber