• Dünya

Derdin nedir İsrail ?

Yahudi filmleri izleyip 'yahu bu yahudilere çok zulüm edilmiş canım adamlar davalarında haklı bence' diyen nesile ithafen.
Derdin nedir İsrail ?
Ozan Koltuk - Soykırımı yapan hristiyanlar, intikam zulmüne maruz kalan müslümanlar...

HOLOKOST (Nazi Soykırımı, Yahudi Soykırımı)
Holokost, Nazi Soykırımı; Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Partisi'nin yönettiği Nazi Almanyası döneminde, işgal edilen sınırlar içerisindeki yaklaşık altı milyon Yahudinin (kaynaklara göre bu ölü sayısı değişir) sistemli bir şekilde öldürüldükleri soykırım.

Bazı akademisyenler, Romanların toplu katliamının ve özürlü insanların öldürülmelerinin de bu tanıma katılmaları gerektiğini savunur ve bazı bilim insanları da Holokost tanımının, Naziler tarafından öldürülen Sovyet tutsaklar, Polonyalılar ve eşcinselleri de içermesi gerektiğini savunmuştur. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ardından ortaya çıkan rakamlarla birlikte, yakın dönemdeki tahminler, 10-11 milyon civarında insanın Nazi rejimi tarafından öldürüldüğünü göstermektedir.

Holokost öncesinde sayıları dokuz milyonu bulunan Avrupalı Yahudilerin aşağı yukarı üçte ikisi öldürüldü. Bir milyon üzerinde Yahudi çocuk, aşağı yukarı iki milyon Yahudi kadın ve üç milyon Yahudi erkek Holokost ta öldürüldü. Almanya ve Almanların işgal ettiği sınırlar içerisindeki 40.000 üzerindeki bir tesis ağı, Yahudi ve diğer kurbanları; toplamak, hapsetmek ve öldürmek için kullanıldı

Holokost'a giden süreçte şiddet ve soykırım aşama aşama gerçekleşti. Yahudilerin sivil haklarını elinden alan, en meşhuru 1935 yılındaki Nürnberg Yasaları olan, birçok yasa, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı patlak vermeden yürürlüğe girdi. Toplama kampları, mahkûmların, ya bitkinlikten ya da hastalıktan ölene kadar köle gibi çalıştırılmaları için kurulmuştu. Almanya’nın her işgal ettiği yerde paramiliter grup Einsatzgruppen, Yahudileri ve politik muhalifleri, toplu infazlarla öldürdü.

İşgalciler, Yahudileri ve Romanları gettolara hapsedip, nakliye trenleriyle ölüm kamplarına gönderilmeden önce bir arada tuttular. Yolculuk boyunca ölmeyenler ya ölene dek çalıştırıldı, ya tıbbi deneyler için kullanıldı, ya da sistematik bir şekilde gaz odalarında öldürüldü. Almanya bürokrasinin her kolu, soykırımın lojistiğine yardım etti ve Üçüncü Reich’ı, Holokost akademisyenlerinin belirttiği gibi bir Soykırım Devleti’ne dönüştürdü.

TARİHÇE
1933 yılında Yahudilerin haklarının azaltılması ile adım adım başlayan felaket, sonunda Nazi hükûmetinin eline geçirebildiği bütün Avrupa Yahudilerini katletmesi ile sona erdi. Bu süreç kaba şekilde üç döneme ayrılabilir:

Yahudilerin haklarının ellerinden alınması ve yüksek görevlerden uzaklaştırılmaları.

Yahudilerin mallarının ve mülklerinin ellerinden alınması ve gettolarda yaşamaya zorlanmaları.

"Nihai çözüm", toplanıp, ölüm kamplarına götürülmeleri ve orada sistemli olarak büyük kapsamlı bir şekilde Gaz odalarında ya da farklı şekillerde öldürülüp cesetlerinin yakılması.

BELİRGİN ÖZELLİKLER
Kurumsal işbirliği

Michael Berenbaum Almanya’nın bir soykırım devleti olduğunu yazar “Ülkenin bütün bürokratik kolları ölüm sürecinde etkili oldu. Mahalle kiliseleri ve içişleri bakanı, doğum kayıtlarını paylaşarak kimin Yahudi olduğunu paylaştı; Posta kurumu, sürgün ve vatandaşlık haklarının alınmasına dair kararları dağıttı; ekonomi bakanlığı Yahudilerin mallarına el koydu; Alman şirketleri Yahudi işçileri kovdu ve Yahudi hissedarların haklarını ellerinden aldı.”

Üniversiteler Yahudileri kabul etmedi ve hali hazırda eğitim görmekte olanlara diplomalarını vermedi ve Yahudi akademisyenleri kovdu; devlet ulaşım görevlileri, Yahudilerin kamplara gönderilmeleri için tren hazırladı; Alman ilâç şirketleri kamptaki mahkûmlar üzerinde ilâçları denedi; şirketler krematoryum inşası için ihaleye girdi; IBM’in Almanya şubesi, bütün kurbanların kayıtlarını muntazam bir şekilde kayıt altına alacak sistemi kullandı. Mahkûmlar ölüm kamplarına girdiklerinde kişisel eşyalarını görevlilere verdi. Bu eşyalar sınıflandırıldı ve Almanya’ya, tekrar kullanılmak ya da geri dönüşüm için gönderildi. Berenbaum, “Yahudi sorunu için son çözümün, failleri tarafından en büyük başarı” olarak görüldüğünü yazdı. Gizli bir hesapla, Alman Millî Bankası, kurbanlardan ele geçirilen varlıkları hortumladı.

Saul Friedländer, “Avrupa’da ve Almanya’da hiçbir sosyal grup, hiçbir dini cemaat, hiçbir eğitim kurumu ya da hiçbir mesleki kuruluş, Yahudilere destek vermedi” diye yazdı. Friedländer, gelişmiş ülkelerde muhalif olan büyük küçük güçlerin (kurumlar, kiliseler, sivil toplum kuruluşları, çıkar grupları, iş dünyası), Holokost döneminde Almanya’da engel olmaya çalışmamasından dolayı, Holokost’u farklı bulduğunu da yazdı.

İdeoloji ve kapsamı
Diğer soykırımlarda, sınırların ve kaynakların kontrolü gibi faydacı değerlendirmeler, soykırım politikaları için oldukça önemliydi. İsrailli tarihçi ve bilim insanı Yehuda Bauer’e göre;

Holokost’un temel motivasyonu tamamen ideolojikti. İdeolojinin temeli, Yahudilerin uluslararası bir Yahudi komplosuyla Dünya’yı kontrol etmeyi istediklerine inanan Nazi inancına dayanır. Nazilere göre Yahudilerin bu kontrol plânları, Aryan ırkın aynı plânlarına engeldi. Hiçbir soykırım bu kadar tamamıyla efsanelere, halüsinasyonlara ve soyut kavramlara dayalı değildi ve diğer soykırımlar Holokost’a nazaran daha rasyonel pragmatik yollarla yapılmıştı.

Alman tarihçi Eberhard Jäckel 1986 yılında, Holokost’un farklı özelliklerinden biri olarak şunu belirtti:
Daha önce hiçbir devlet, liderinin yetkisiyle, belli bir insan grubunun (kadın, çocuk ve bebek te dahil, olmak üzere) olabildiğince çabuk öldürülmesi gerektiğine karar verip ilan etmemişti ve hiçbir devlet böyle bir kararı, devlet güçlerinin bütün uygun araçlarıyla yürütmemişti.

Soykırım sistematik bir şekilde, Almanlar tarafından işgal edilmiş, günümüzde 35 farklı Avrupalı ülke olan sınırlar içinde yürütüldü En kötü etkilenen coğrafya, 1939 yılında yedi milyondan fazla Yahudi nüfusuna sahip olan Orta ve Doğu Avrupa’ydı. Üç milyon Polonya’da ve bir milyon üzerinde Sovyetler Birliği’nde olmak üzere, beş milyona yakın Yahudi burada öldürüldü. Yüzbinlerce Yahudi, Hollanda, Fransa, Belçika, Yugoslavya ve Yunanistan’da öldürüldü. Wannsee Protokolü, Nazilerin soykırım plânlarını İngiltere, İrlanda, İsviçre, Türkiye, İsveç, Portekiz ve İspanya gibi Avrupa’daki bütün tarafsız ülkelerde gerçekleştirmek istediklerini belirtmiştir.

Üç ya da dört Yahudi büyüğe (babaanne-anneanne) sahip olan her Yahudi istisnasız bir şekilde öldürülmeliydi. Diğer soykırımlarda, insanlar ölümden din değiştirerek ya da bir şekilde asimile olarak kaçabildiler. Bu seçenek, Avrupa’daki Yahudiler için geçerli değildi Tek istisna, ataları 18 Ocak 1871 öncesinde dönmüş olan Yahudiler içindi. Diğer bütün Yahudiler, Almanya’da ve Almanya’nın işgal ettiği yerde öldürülecekti.

İmha kampları
Gaz odalarına sahip olup sistematik bir şekilde insanları öldürmeyi amaçlayan kampların olması, Holokost’un en farklı özelliklerinden biridir ve tarihte daha önce başka bir örneği olmamıştır. Daha önce kitle kitle insanları öldürmek için herhangi bir yer kullanılmamıştı. Bu tür kamplar, Auschwitz, Belzec, Chelmo, Jasenovac, Maıdanek, Maly Trostenets, Sobibor ve Treblinka’da kurulmuştur.



Tıbbî deneyler
Holokost’un belirgin özellikleri arasında, insanların tıbbi deneyler için kullanılmaları vardır. Raul Hilberg’e göre, “Alman doktorları, diğer çalışan kesime göre, daha fazla Nazileşmişti partiye üyelik açısından ” ve bâzıları, Auschwitz, Dachau, Buchenwald, Ravensbrück, Sachenhausen ve Natzweiler toplama kamplarında deneyler yürüttüler.

Bu doktorlar arasındaki en meşhur olan, Doktor Joseph Mengele’ydi ve Mengele Auschwitz’te çalışıyordu. Deneyleri arasında, insanları basınçlı odalarda tutmak, insanlar üzerinde ilâç denemek, onları dondurmak, çocukların gözlerine kimyasallar enjekte ederek göz renklerini değiştirmeye çalışmak, sayısız uzuv kesmek ve ameliyatlar vardır. Çalışmalarının bütün kapsamı hiçbir zaman bilinmeyecek çünkü kamyonlar dolusu evrak Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nde, Doktor Otmar von Verschuer tarafından yok edildi. Mengele’nin deneylerinden kurtulanlar neredeyse her zaman öldürüldü ya da parçalara ayrıldı.

Mengele genelde Roman çocuklar üzerinde çalıştı. Çocuklara, şekerler verirdi. Çocuklar Mengele’ye “Amca Mengele” derdi Vera Alexander, Auschwitz kampında 50 set Roman ikizi çocukla ilgileniyordu:

İkizlerin arasında özellikle Guido ve İna’yı hatırlıyorum. Her ikisi de dört yaşındaydı. Bir gün Mengele ikisini de aldı. Döndüklerinde durumları çok kötüydü. Sırtlarından birbirlerine dikilmişlerdi (Siyam ikizi gibi) Yaraları iltihap kaplamıştı ve irin akıyordu yaralarından. Sabah akşam bağırdılar. Daha sonra anneleri Stella, çektikleri acıları sona erdirmek için, bir yerden morfin bulup çocukları öldürdü.

GELİŞİMİ VE YÜRÜTÜLMESİ
Kökeni

Yehuda Bauer, Raul Hilberg ve Lucy Dawidowicz’e göre, orta çağ döneminden itibaren, Almanlar antisemitizmi toplum içinde barındırdılar ve Nazi ölü kamplarıyla orta çağdaki pogromlar arasında direkt bir bağlantı vardır. 19. yüzyılın ikinci yarısı, Almanya ve Avusturya-Macaristan’da, Houston Stewart ve Paul de Lagarde gibi bâzı düşünürler tarafından geliştirilen ırkçı hareketlerin ortaya çıkışına şahit oldu. Hareket, temelini biyolojiye bağlayan, yarı bilimsel bir ırkçılık ortaya koyarak, Yahudileri, Aryan ırkla ölümcül bir egemenlik savaşına girmiş bir ırk olarak gördü. Bu ırkçı antisemitizm, Hristiyanlığa özgü antisemitizme ait bâzı ön yargıları içeriyordu fakat farklı olan yönü Yahudilik bir din olarak değil bir ırk olarak görülüyordu.

Hareketin lideri Hermann Ahlwardt, 1895 yılındaki Reichstag (Almanya parlamentosu) konuşmasında, Yahudilerin avcılar olduklarını ve kolera basili olduklarını belirtti. Aynı konuşmasında Yahudilerin, Alman halkının iyiliği için yok edilmeleri gerektiğini söyledi. Alldeutscher Verband grubunun lideri Heinrich Class, 1912 tarihli, ünlü Wenn ich der Kaiser wär (Eğer Kaiser ben olsaydım) adlı kitabında, Alman Yahudilerin vatandaşlıklarının ellerinden alınması gerektiğini ve yabancı statüsü (Fremdenrecht ) verilmesi gerektiğini yazdı. Ayrıca Class, Yahudilerin Alman toplumundan oldukça soyutlanmaları gerektiğini, toprak sahibi olmamaları gerektiğini, bir iş sahibi olmamaları gerektiğini ya da gazetecilik, bankacılık gibi işlere sahip olmamalarının gerekliliğini yazdı. Class Yahudiyi, 1871’de Alman İmparatorluğu’nun kurulduğu gün Yahudilik dinine mensup herkes ya da en az bir Yahudi ataya sahip kimseler olarak tanımladı. Alman İmparatorluğu döneminde, ırkçı kavramlar ve yarı bilimsel ırkçılık olağan oldu ve Almanya’nın her yerinde kabul edilir oldu. İnsanların eşit olmadığını savunan bu ideolojiyi eğitimli çalışan sınıfta kabul etmişti. 1912 yılında ırkçı partiler Reichstag seçimlerinde yenilmiş olsa da, antisemitizm, birçok ana akım partinin içine yerleşmişti. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nazi Partisi, NSDAP) 1920’de kuruldu. Parti ırkçı hareketin antisemitizmini benimsedi.

19. yüzyılın sonlarına doğru ve 20. yüzyılın başlarında, Almanya’da muazzam bilimsel ve teknolojik gelişmeler oldu. Bu gelişmeler insanlara bir ütopyanın gerçekleşeceği hissini vermişti ve insanlar yakın zamanda bütün sosyal problemlerin çözüleceğini düşünüyordu. Bunun yanı sıra, aynı dönemde, ırkçı, sosyal Darvinist ve öjenik dünya görüşü, bâzı insanların diğer insanlardan biyolojik olarak daha önemli olduğu görüşündeydi. Tarihçi Detley Peukerte göre, Shoah, sadece antisemitizm den gelmiyordu ve birikmiş radikalleşmenin bir ürünüydü. I. Dünya Savaşı’ndan sonra, savaş öncesindeki pozitifliğin yerini Alman bürokratların hayal kırıklığı aldı. Böylece biyolojik olarak uygun olanların çıkarları için uygun olmayanların dışlanması gerekiyordu.

Büyük Buhran’ın getirdiği zorluklar, Almanya’daki birçok tıbbi kurumun, ötenazi kullanarak tedavisi mümkün olmayan fiziksel ve zihinsel özürlüleri öldürme fikrini desteklemesine neden oldu. Böylece bu insanlar için kullanılacak para, tedavi edilebilecek hastalar için kullanılacaktı. Naziler 1933 yılında yönetime geldiğinde, Alman toplumunda, ırksal olarak “değerli” olan insanları koruyup, “değersiz” olanları toplumdan arındırma fikri hâlihazırda sempatiyle karşılanmaktaydı. Hitler Yahudilere karşı nefretiyle ilgili oldukça dobraydı. Mein Kampf adlı kitabında, Hitler, Yahudileri Almanya’nın politik, entelektüel ve kültürel hayatından uzaklaştırma istediğini belirtti. Hepsini öldürtmek istediği ile ilgili hiçbir işaret vermedi ama özel yaşamında bu konuyla ilgili daha açık olduğu bilinmekteydi.

1922 yılında, Hitler, o dönemde gazeteci olan Binbaşı Joseph Hell’e şöyle söyledi:
Yönetime geldiğimde yapacağım ilk şey Yahudileri yok etmek olacak. Bunu yapacak güç elimde olduğunda, Marienplatz’da, trafiğin izin verdiği kadar yan yana darağacı yerleştireceğim. Sonra bütün Yahudiler istisnasız asılacak ve asıldıkları yerde kokana kadar ve hijyen şartları izin verene kadar kalacaklar. Onlar indirildiğinde diğer yığın ipe dizilecek ve Münih’teki son Yahudi ölene kadar devam edecek. Diğer şehirlerde de aynı şekilde, bütün Yahudiler ölene kadar bu sistem sürdürülecek.

Alman tarihçi Hans Mommsen Almanya’da üç tip antisemitizmin olduğunu iddia etti:
İnsanlar, Almanya’daki subaylar ve yöneticiler arasında sıklıkla görülen muhafazakâr kültürel antisemitizmle, ırkçı antisemitizmi, farkı anlamalı. Muhafazakâr olanlar kültürel kodun bir parçası olarak, güçlü elitin ileriki dönemde Yahudilere karşı gerçekleşen daha sert girişimleri hoş karşılamalarını sağladı. Muhafazakâr antisemitizmin yanı sıra, Almanya Katolik Kilisesinde daha sessiz bir Yahudi karşıtlığı vardı ve bu artan zulme karşı Katolik toplumunu korudu. Katolik Kilisesinin meşhur ötenazi protestosu daha sonra Holokost karşıtı hiçbir protestosuyla takip edilmedi.

Alman antisemitizminin üçüncü ve en sert özelliği, Almanya’daki ırkçı antisemitizmin şiddet kullanımını desteklemesidir. Buna rağmen, Hitler bile 1938’lere kadar zorlu sürgünü daha tercih etmişti ve bu dönemde henüz açıkça belirgin bir öldürme politikası yoktu. Bu tabi ki Nazilerin Yahudilere, Yahudi dükkânlarına ve kurumlarına karşı şiddet kullanmadığı anlamına gelmedi. Fakat savaşın ikinci yılına kadar hiçbir resmi yok etme programı yoktu. Bu tür program, her ne kadar ölümcül öğelere sahip olsa da, gettoların işe yaramaması sonucunda yürürlüğe girdi.

Yasal baskı ve dış göç
Nazi Almanyası’nın kurulmasıyla birlikte, Nazi liderleri ulus toplumunun (Volksgemeinschaft) varlığını ilan etti. Nazi politikaları, nüfusu iki kategoriye ayırdı; Ulus toplumuna ait olan Volksgenossen ("millî yoldaşlar") ve ait olmayan yabancılar (Gemeinschaftsfremde). Nazi baskı kanunları, insanları üç tip düşmana ayırdı; kanlarından dolayı ırksal düşman olan Yahudiler ve çingeneler; Marksistler, liberaller, Hristiyanlar gibi politik muhalifler ve Nazilere tepki gösteren “âsî millî yoldaşlar”; ve diğer âsî millî yoldaşlar içinde bulunan ahlâkdışı homoseksüeller, tembeller ve suçlular. Son iki grup, toplama kamplarına gönderilip tekrar eğitim tabi tutulmalıydı. Böylece millî topluma kabul edilebilir bireyler olarak değiştirilebilirlerdi. Bâzı ahlâkdışı kesim, genetik problemleri olduğundan kampların yanı sıra kısırlaştırılmalıydı. Yahudiler gibi ırksal düşmanlar, ulus toplumuna hiçbir zaman dahil olamayacaklardı ve toplumdan sonsuza dek uzaklaştırılmalıydılar. Alman tarihçi Detlev Peukert’e göre, Nazilerin amacı sürekli polisler tarafından izlenen bir hayalî ulus toplumu kurmak ve herhangi kurallara uymayan bir girişim tespit ettiklerinde bu girişime terörle cevap vermekti. Peukert’in 1944 tarihli, Nazilerin toplumdaki yabancılara karşı düzenledikleri “muamele” kanunlarından yaptığı alıntılara göre, Nazilerin amacı, ulus toplumunun oluşması yolunda üzerine düşen sorumlulukları yerine getiremeyen herkesi polis kontrolüne alıp takip etmek, eğer düzelmezlerse, toplama kamplarına almaktı.

1933 Reichstag seçimlerine doğru, Naziler, muhaliflere karşı şiddetlerini artırdı. Yerel otoritelerin yardımıyla toplama kamplarını kurup, yargı dışı mahkûmiyetlere, muhaliflerle başladılar. İlk kamplardan olan Dachau, 9 Mart 1933 tarihinde açıldı ve başta kampa komünistler ve sosyal demokratlar getirildi. Diğer ilk hapishaneler, Sturmabteilung (SA) tarafından yönetilen depo ve bodrumlarda ya da çok olmamakla birlikte, Schutzstaffel (SS) tarafından yönetilen depolarda kuruldu. Bu hapishanelerdeki kişiler, 1934 ortalarında daha büyük ve amaca yönelik olarak, şehir dışında kurulan, SS yönetimindeki kamplara gönderildi. Kampların ilk dönemdeki amacı, caydırıcılık oluşturarak, ulus toplumu kurallarına uymayan Almanları terbiye edip fikirlerini değiştirmekti. Kampa gönderilenler arasındaki eğitimli kişilerin iradeleri kırıp millî yoldaşlara katılmaları istendi. Biyolojik olarak uygun olmayanlar ise, kısırlaştırılacak ve daimi olarak kampta tutulacaktı. Bu kesimin, sürekli artan iş yüküyle çalışırken ölmeleri beklenecekti 1930lar boyunca, Yahudilerin yasal, ekonomik ve sosyal hakları tek tek kısıtlandı. İsrailli tarihçi Saul Friedländer’in yazdıklarına göre, Naziler, Almanya’nın gücünün kutsal Alman topraklarından ve kanının saflığından geldiğine inanıyordu. 1 Nisan 1933’te Yahudi işyerlerine karşı boykot düzenlendi. Bu gerçekleşen ilk millî antisemitist kampanyaydı. Başta bir haftalık olması beklendi fakat yeterince destek olmadığından bir gün sonra durdu. 1933’te yürürlüğe giren birçok kanun Yahudilerin hayatını etkilemeye başladı. Sivil Hizmeti Yeniden Düzenleme kanunu, Yahudileri toplumdaki birçok alandan uzaklaştırdı. Bu Nazi Almanyası’ndaki ilk antisemitist kanundu. Çiftlik Kanunu, Yahudilerin çiftlik sahibi olmalarını veya çiftlikte çalışmalarını engelledi. Yahudi avukatlar barodan ihraç edildi. Yahudi avukatlar ve hâkimler, ofislerinden ve mahkemelerden dışarı atılarak dövüldü. Başkan Paul von Hindenburg’un ısrarıyla, Hitler, I. Dünya Savaşı gazileri ve gazilerin çocukları olan memurları istisna olarak gösterdi ve görevlerinde kalmalarını sağladı. Hitler bu istisnayı 1937’de kaldırdı. Yahudiler, okullardan ve üniversitelerden, “Okullardaki Kalabalığı Engelleme” kanunuyla uzaklaştırıldı, Gazeteciler Birliğinden uzaklaştırıldı ve gazete sahibi olmaktan veya editörlük yapmaktan men edildiler.

27 Nisan 1933 tarihli Deutsche Allgemeine Zeitung şöyle yazdı:
Kendine saygı duyan bir millet, önemli işlerini, ırksal açıdan yabancı olan insanların eline bırakamaz… Ülkede yüksek oranda yabancı kökenli insanlara izin vermek, farklı ırkların üstünlüğünü kabul etmektir ve bu davranıştan tamamıyla vazgeçilmelidir.

Haziran 1933’te Kalıtımsal olarak Hastalıklı Zürriyetin Engellenmesi kanunu yürürlüğe girdi. Böylece yararsız insanlar kısırlaştırılacaktı. Bu büyük öjenik politika, 200 Kalıtımsal Sağlık Mahkemelerinin (Erbgesundheitsgerichte) kurulmasını sağladı. Mahkemenin kararlarıyla 400.000 kişi rızası olmadan kısırlaştırıldı.

1935’te Hitler, Nüremberg Kanunlarını getirdi. Bu kanunlara göre, Yahudiler Aryan ırktan kişilerle cinsel ilişkiye giremeyecek ve evlenemeyecekti (Alman Onurunu ve Alman Kanını Koruma Kanunu). Yahudilerin Alman vatandaşlıkları ellerinden alıp, sivil haklarından mahrum etti. Hitler “Kan Kanunu” özellikle tanımladı: “Problemin çözülmesi için kullanılan düzenlemenin işe yaramaması durumunda, problemin çözümü Nazi Partisinin Final Çözüm'üne (Endlösung) bırakılacaktı”. Final Çözüm (Endlösung), Naziler için Yahudilerin yok edilmesini anlatan üstü kapalı bir tanımdı. Ocak 1939’daki bir konuşmasında Hitler, şunları söyledi: “Eğer Avrupa’daki ve Avrupa dışındaki Yahudiler, milletleri tekrar bir Dünya Savaşı’nın içine sokarsa, sonucu Dünya’nın Bolşevik hale gelip Yahudilerin zafer kazanması olmayacak. Tam aksine Avrupa’daki Yahudi ırkının sona ermesin (Vernichtung) e sebep olacak.”. Konuşmasından alınan çekimler, 1940 yapımı Yahudi Göçebe (Der ewige Jude) adlı bir Nazi propaganda filminin finali olarak kullanıldı. Bu filmin amacı Avrupa’daki Yahudilerin temizlenmesini mantıksal bir temele bağlamayı amaçladı.

Yahudi entelektüeller ülkeyi terk eden ilk kişiler oldu. Filozof Walter Benjamin, 18 Mart 1933 tarihinde Paris’e göçtü. Roman yazarı Leon Feuchtwanger İsviçre’ye göçtü. Koro şefi Bruno Walter, Berlin Filarmoni Salonu’nda bir defa daha konser verirse, binanın yakılacağı tehdidini aldıktan sonra ülkeyi terk etti. Albert Einstein 30 Ocak 1933’te Amerika’da bir gezideydi. Belçika Ostende’ye döndü ve Almanya’ya daha sonra hiç adım atmadı. Einstein Almanya’da gerçekleşenleri kitlesel delilik olarak adlandırdı. Kaiser Wilhelm Topluluğu'ndan ve Prusya Bilim Akademisi'nden kovuldu. Ayrıca vatandaşlığı iptal edildi. Almanya, 1938 yılında Avusturya’yı topraklarına kattığında, Sigmund Freud ve ailesi Viyana’dan İngiltere’ye göçtü. Saul Friedländer, Prusya Sanat Akademisi fahri başkanı Max Liebermann’ın görevinden istifa ettiğinde kimsenin sempati göstermediğini ve iki yıl sonraki ölümüne kadar sürekli dışlandığını yazdı.

Kristal Gece (Kristallnacht) – 1938
10 Kasım 1938 günü Alman Nazilerince, Yahudi ev, işyerleri ve sinagoglarına yapılmış kanlı ve ölümcül saldırıların adıdır. Pogrom (katliam/kıyım) gecesi ya da Kasım pogromları olarak da anılır. Reichskristallnacht "Kristal" adı, saldırıdan sonra sokakları kaplayan cam kırıklarının ışıltılarından esinlenerek verilmiştir. Bu saldırıların bahanesi Paris'teki bir suikasttı. 1938'de Almanya ülkede yaşayan 17 bin Polonyalı Yahudi'yi sınır dışı etti. Polonya tarafından da ülkeye kabul edilmeyen bu kişiler iki ülke arasında sıkışıp kaldı, çoğu soğuk, açlık ve hastalıktan yaşamını yitirdi. Bu kaderi paylaşanların arasında kendi ailesinin de bulunduğunu öğrenen 17 yaşındaki Herşel Grynszpan, Paris'teki Alman Büyükelçiliği'ni basarak karşısına ilk çıkan kişi Konsolos yardımcısı Ernst von Rath'ı vurdu. Hitler'in sağ kolu Göbbels, bunun plânlanarak düzenlenmiş bir Yahudi komplosu olduğunu öne sürerek Alman ırkının öcünü alması gerektiğini konuşmalarında halka empoze etti. Yahudilere karşı arada sırada yapılan saldırıları öven Göbbels, partisinin bu tür saldırı girişimlerinin olmayacağını, ancak bu tür olayların olması halinde asla müdahale edilmeyeceğini basın yoluyla duyurdu. Sivil ajanların da halkı kışkırtmasıyla Kasım'ın 9'unu 10'una bağlayan gece kanlı saldırılara göz yumuldu. Polis ve itfaiye olaylara kasıtlı olarak müdahale etmedi. Olaylar yer yer 13 Kasım'a kadar sürmüştür. Gecenin sonunda 91 Yahudi öldürülmüş, yüzlercesi ağır yaralanmış, Yahudilere ait 7.500 dolayında işyeri yağmalanmış, tahminen 177 sinagog yakılıp yıkılmış, pek çok mezarlık tahrip edilmişti. 30.000 Yahudi Dachau, Sachsenhausen, Buchenwald ve Oranieburg toplama kamplarına gönderildi. Birkaç hafta kaldıktan sonra, eğer göç edeceklerinin ve mal varlıklarını Nazilere vereceklerinin garantisini verirlerse bırakıldılar ’tan hemen sonra, 11 Kasım 1938 tarihli Yahudilerin silahlanmamasına yönelik düzenleme yürürlüğe girdi ve Yahudilerin silah taşımasını yasakladı (1938 Alman Silah Kanunu). Bütün maddî zararlardan Yahudiler sorumlu tutuldu ve bütün Yahudiler yüksek miktarda tazminat ödemeye zorlandı. Olaylar derhal pek çok ülkede tepkiyle karşılandı. ABD, 14 Kasım günü büyükelçisini Berlin'den geri çekti. Kristal Gece, Yahudi Soykırımı'nın başlangıcı idi.

İskân düzenlemeleri ve sürgünler
Savaştan önce, Naziler, Almanya’daki (ve daha sonra bütün Avrupa’daki) Yahudilerin Avrupa’dan uzaklaştırılmasını dikkate aldı. Hitlerin 1938-39 yıllarındaki Schacht Plânı’nı kabul etmesi ve Schacht plânının boşa çıkmasından sonra uzun bir süreç içerisinde Yahudilerin binlerce sayıda Hitler’in kıskaçlarından kaçıyor olmaları, o dönemde Yahudilerin sistematik bir şekilde yok edilmesi plânının olmadığını gösterdi. Tanganvika ve Güney Batı Afrika gibi eski Almanya kolonilerinin, Yahudilerin yerleştirilmesi için tekrar ele geçirilmesi girişimi Hitler tarafından durduruldu. Hitler’e göre, birçok Alman kahramanının kanlarının döküldüğü topraklar, Almanya’nın en büyük düşmanları için yerleşim yeri olamazdı. Bu konuyla ilgili diğer eski kolonyal güçlerle diplomatik yoldan anlaşmaya çalışıldı. Birleşik Krallık ve Fransa’dan Yahudileri kolonilerine kabul etmeleri istendi. Yahudilerin yeniden iskan edilmeleri için uygun görülen olasılıklar arasında, İngiliz Filistini, İtalyan Habeşistanı, İngiliz Rodezya’sı (günümüzde Zimbabwe), Fransız Madagaskarı ve Avustralya vardı. Bu yerlerin arasında, Madagaskar en ciddi olarak tartışılan opsiyondu. Heydrich, Madagaskar’ı sınırsal “Final Çözüm” olarak gördü. Adanın uzakta olması ve adadaki zorlu koşullar, ölümleri hızlandıracaktı. 1938’de Hitler’in onayıyla yeniden yerleştirme plânı yürürlüğe girdi ve Adolf Eichmann’ın ofisi tarafından gerçekleştirilmekteydi. Bu süreç, Yahudilerin 1941 yılında toplu şekilde öldürülmelerinin başlamasına kadar devam etti. Bu plân, Holokost’a giden yolda psikolojik bir hazırlık gerçekleştirmişti. Madagaskar Plânı’nın sona ermesi, 10 Şubat 1942 tarihinde duyuruldu. Resmî açıklamada, Sovyetler Birliği’ne karşı verilen savaştan dolayı, Yahudiler doğuya gönderilecekti. Nazi bürokratlar, Yahudileri Sibirya’ya gönderme plânı da yaptılar. Filistin, Nazi yeniden yerleştirme politikasının ciddi sonuçlar verdiği ve sonuca ulaştığı tek yer oldu. Ha Avara Anlaşmasıyla, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine kadar, 60.000 Yahudi ve 100 milyon dolar Almanya’dan Filistin’e gitti. Bu anlaşma Siyonist Federasyonu ve Nazi Hükûmeti arasında yapıldı.

İLK GİRİŞİMLER
Almanya’nın 1939 Eylül'ünde Polonya’yı işgal etmesi, “Yahudi Sorunu”nun ivediliğini artırdı. Polonya’da iki milyon Yahudi (nüfusun 9%unu oluşturmaktaydı) yaşamaktaydı. Bu insanlar yüzyıllar boyunca Polonya’da yaşamışlardı. Himmler’in sağ kolu Reinhard Heydrich, Polonyalı Yahudilerin büyük şehirlerde gettolarda toplanmasını ve hepsinin Alman Savaş endüstrisi için çalışmalarını önerdi. Gettolar tren yollarının çakıştığı yerlerde yapılmalıydı, böylece Heydrich’in deyimiyle gettolardaki Yahudiler daha kolay kontrol edilebilir ve zamanı geldiğinde kolayca transfer edilebileceklerdi. 1961’deki sorgulamada, Adolf Eichmann, bu “transferin” imha anlamına geldiğini belirtti. Eylül’de Himmler, Heydrich’i Reich Güvenlik Baş Dairesi’nin (Reichssicherheitshauptamt - RSHA) başkanı olarak atadı. Bu kurum yedi departmana sahipti. Bu departmanların içinde, Güvenlik Polisi (SD) ve Gestapo vardı. Bu iki bölüm işgal edilmiş Polonya’da SS’in işlerini gözetlemekle ve Heydrich raporundaki, Yahudilere karşı politikaları yürütmekle hükümlüydüler. Yahudilerin ilk sistematik şekilde öldürülmeleri, Tannenberg Operasyonu’nda Selbschutz birimleri tarafından gerçekleştirildi. Yahudiler daha sonra gettolara dolduruldu ve hepsi Fritz Sauckel liderliğindeki Reich İş Gücü Ofisi gözetiminde çalıştırılmaya başlandı. Burada binlerce Yahudi kötü muameleden, hastalıktan, açlıktan ve yorgunluktan öldü, ama hâlâ sistematik öldürmeye yönelik herhangi bir program yoktu. Zorlu çalışmaların Yahudileri öldüreceği Naziler için aşikârdı ve Vernichtung durch Arbeit ("çalıştırarak yok etme”) oldukça sık kullanılan bir tanımdı. 1941 yılında, SS hiyerarşisinin, Alman kontrolünde bütün Yahudileri öldürecek politikayı yürürlüğe sokma isteği açıkça ortayken, Nazi rejimi içerisinde bu politikaya karşı olan muhalifler vardı. Bu muhalefetin sebebi insanı değil, ekonomikti. Almanya savaş endüstrisini ve Alman ordusunun ekonomi departmanını yöneten Hermann Göring, bir milyondan fazla çalışabilir bedenin, Sovyetler Birliği'ne savaş açacak Almanya’nın savaş eforuna yararlı olacağı düşüncesindeydi.

Diğer işgal altındaki ülkelerde
Almanya 1940 yılında Norveç’i, Hollanda’yı, Lüksemburg’u, Belçika’yı ve Fransa’yı ve 1941 yılında Yugoslavya ve Yunanistan’ı işgal ettiğinde, antisemit politikalar bu ülkelerde de uygulandı fakat uygulamanın hızı ve şiddeti ülkeden ülkeye, ülkenin yerel politik durumlarına göre değişti. Yahudiler ekonomik ve kültürel hayattan men edilmişti ve birçok kısıtlayıcı kanunla hayatları zorlaştırılmıştı fakat gönderilmeleri 1942’den önce gerçekleşmedi. İşgal altındaki Fransa’yı yöneten Vichy rejimi, Fransız Yahudilerin zulme uğramaları için yardımcı oldu. Almanya’nın müttefikleri olan İtalya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Finlandiya, antisemit politikaları yürürlüğe sokma konusunda baskı altında tutuluyorlardı fakat zorlanana kadar bu politikaları gerçekleştirmediler. Alman kuklası bir rejim tarafından yönetilen Hırvatistan, aktif bir şekilde Yahudilere karşı kendi politikalarıyla savaş açtı. 10 Kasım 1941 tarihindeki bir kanunla Yahudilerin mal varlıklarına ve Yahudi şirketlerine yönelik bir el koyma sürecini başlattı.

Genel Hükûmet ve Nisko Plânı
28 Eylül 1939 tarihinde Almanya, Lublin bölgesinin kontrolünü, Alman-Sovyet anlaşması kapsamında, Litvanya’yı vererek ele geçirdi. Nisko Plânı’na göre, bölgede Lublin-Lipowa rezerv alanı kurulacaktı. Bu alan Almanya, Avusturya ve Bohemya ve Moravya Protektorası’ndan Yahudileri temizlemekle sorumlu olan Adolf Eichmann tarafından tayin edildi. İlk Yahudiler üç haftadan az bir süre sonra, 18 Kasım 1939 tarihinde Lublin’e gönderildi. Yahudilerle dolu ilk tren, Avusturya ve Bohemya-Moravya Protektorası’ndandı. 30 Ocak 1940 tarihinde, 78.000 Yahudi, Almanya, Avusturya ve Çekoslovakya’dan Lublin’e gönderildi. 12 ve 13 Şubat 1940’da Pomeranyalı Yahudiler, Lublin’e gönderildi. Böylece Pomeranyalı Nazi valisi Franz Schwede-Coburg, kendi bölgesinin Yahudilerden tamamen temizlemiş (Judenrein) olduğunu deklare eden ilk kişi oldu. 24 Mart 1940 tarihinde Göring, Nisko Plânı’nı durdurdu ve nisan ayında sona erdirdi. Nisana kadar, toplam 95.000 Yahudi Lublin’e sürgün edilmişti ve birçoğu açlıktan ölmüştü.

Temmuz 1940’ta, Genel Hükûmet altındaki artan popülasyonu yönetmek zorlaştığından Hitler sürgünleri durdurdu.

1940 Ekiminde, valiler Josef Bürckel ve Robert Heinrich Wagner, Bürckel operasyonuyla, kendi bölgelerindeki ve Alsace-Lorraine’deki Yahudileri, Fransa’nın işgal edilmemiş bölgelerine sürmek istedi. Sadece Hristiyanlarla evli olan Yahudiler sürülmemişti. Operasyondan etkilenen 6.500 Yahudi, toplanmadan iki saat önce durumla ilgili bildirildi (22-23 Ekim 1940 geceleri). Dokuz tren Fransa uyarılmadan sınırı geçti ve gelen Yahudileri kabul etmek istemeyen Fransızlar mutsuzdu. Sürülen kişiler kendi eşyalarını alamadılar ve bu eşyalar Alman yöneticiler tarafından ele geçirildi. Alman Dışişleri bakanı Joachim von Ribbentrop, Vichy Hükûmeti'nin sürgünlerle ilgili şikâyetlerine karşı oldukça yavaş hareket aldı. Bunun sonucu, sürülen Yahudiler Vichy Hükûmeti tarafından gurs, Rivesaltes ve Les Milles kamplarında kötü muameleye tabi tutuldu ve hepsi Almanya’ya geri dönme umuduyla bekledi. 1940 ve 1941 boyunca, çok sayıda Yahudinin işgal altındaki Polonya’da katledilmesi süreci ve Genel Hükûmet bölgesine Yahudilerin sürülme süreci devam etti. Aralık 1939 tarihine gelindiğinde, Genel Hükûmet bölgesinde, 3,5 milyon Yahudi toplanmıştı.

Toplama ve çalışma kampları
Nazi Almanyası’nın kurulmasından beri, toplama kampları, hapishane olarak kuruldular. Bu kamplardaki ölüm 50% gibi yüksek bir oranda olsa da, bu kamplar öldürme merkezleri olarak kurulmadılar (1942’ye doğru, Naziler tarafından işgal edilmiş olan Polonya’da, altı imha kampı toplu ölümler için kurulmuştu) . 1939’dan sonra, kamplar, Yahudi ve Savaş tutsaklarının öldürüldüğü ve az yemekle ve işkenceyle çalıştırıldığı kamplar haline geldi. Tahminlere göre, Almanlar, çoğunluğunun Doğu Avrupa’da olduğu 15.000 kamp ve alt kamp kurdu Yeni kamplar, yoğun oranda Yahudilerin, Polonyalı entelektüellerin, komünistlerin ve Romanların olduğu yerlerde kuruldu. Yahudilerin transferleri, eski tren kompartımanlarıyla kötü şartlarda gerçekleşti ve birçok Yahudi gidecekleri yerlere ulaşmadan öldü. Çalıştırarak imha etme, sistematik bir ölüm politikası haline geldi ve bu yöntemle, mahkûmlar durmadan, fiziksel olarak tükenene kadar çalıştırıldılar. Tükenen ve çalışamayacak duruma gelen mahkûmlar, yeni gelenlere yer açmak için ya vurularak ya da gaz odalarına gönderilerek öldürüldü. Bâzı kamplar, ulaşan mahkûmları dövmelerle numaralandırdı Çalışabilecekler 12-14 saat sürecek mesailerine gönderilirdi. Çalışma öncesinde ve sonrasında, saatler süren yoklamalar yapılırdı düzenli olarak ve birçok mahkûm birçok nedenden dolayı ölürdü Mahkûmlar çalışarak savaşa yarayacak birçok şey ürettiler. Örneğin, Mittelbau-Dora kampında mahkûmlar V-2 roketi ürettiler.

Gettolar (1940–1945)
Polonya’nın işgalinden sonra, Naziler, Yahudilerin ve Romanların ölüm kamplarına gönderilmeden önce tutulup kontrol altında kalmaları için gettolar inşa etti. | author = 29 Eylül 1939 tarihinde ilk girişim olarak, Heyrich’ten Einsatzgruppen başkanlarına gelen bir mektupla konseylerin kurulması emrini verdi. Her getto, Judenrat (Yahudi Konseyi) adlı, Almanlar tarafından seçilmiş, Yahudi toplumundaki liderler tarafından kurulan konseylerle yönetildi. Bu konsey, günlük işleri düzenleyip, gıda, su, ısınma, ilâç ve barınak dağıtımından sorumlu oldu. Konseyin stratejisi, Nazi yöneticileriyle işbirliği yaparak, kayıpları oldukça aza indirmekti. Rica ederek ve Nazi muamelelerini kabul ederek, merhamet ve daha iyi koşullar için çalıştılar. Konseyler ayrıca ölüm kamplarına transferler için hazırlık yapmak zorundaydı. Böylece konseyin cesaretini ve karakterini ortaya koyan noktalar, transferler için istenen listelerin hazırlandığı zamanlardı. Judenrat üyeleri daha önce denenmiş ve test edilmiş erteleme, rüşvet, engel olmaya çalışma, yalvarma metotlarını kullandılar ama eninde sonunda bir karar alınmalıydı. Chaim Rumkowski gibi bâzıları, Judenrat’ın kurban edilebilecek kişilerle, kurtarılması gereken kişiler arasındaki ayrımı yapmakla sorumlu olduğunu belirtti. Dr. Joseph Parnas gibi liste oluşturmaya karşı çıkan Judenrat liderleri vurularak öldürüldü. 14 Ekim 1942 tarihinde, Byroza’daki bütün Judenrat üyeleri, Nazilerle listeler için işbirliği yapmamak adına intihar etti

Varşova gettosu 380.000 kişiyle en geniş olandı; Lódz gettosu 160.000 kişiyle ikinci en geniş gettoydu. Gettolar oldukça geniş ve kalabalık hapishanelerdi ve Michael Berenbaum’un deyimiyle gettolar, yavaş ve pasif ölüm araçlarıydı. Varşova gettosu Polonya başkenti popülasyonunun 30%’unu içinde bulundurmasına rağmen, bütün şehir alanının 2,4%’sini kapsıyordu. Oda başına ortalama 9,2 kişi düşüyordu

1940 ve 1942 arasında, açlık ve hastalık (özellikle tifo) binlerce kişinin ölümüne sebep oldu. 1941’de 43.000 üzerinde Yahudi gettoda öldü. 1942’de toplam getto nüfusunun yarısından fazlası öldü.

“Almanlar geldi, polisler geldi ve evlerinin kapılarına vurmaya başladılar: ‘Raus raus raus, Juden raus!’… Bir bebek ağlamaya başladı… Başka bir bebek ağlamaya başladı. Annesi idrarını eline yapıp çocuğa içirerek susturmaya çalıştı… Polis gittiğinde, annelere dışarı çıkmalarını söyledim. Bir bebek ölmüştü… Annesi korktuğundan istemeyerek bebeğini boğmuştu.”

Abraham Malik, Kovno Gettosunda başına gelen bir olayı anlatıyor.
19 Temmuz 1942 tarihinde, Himmler transferlerin başlamasını emretti ve üç gün sonra, Varşova gettosundan transferler başladı ve sonraki 52 gün boyunca, 12 Eylül'e kadar 300.000 Yahudi Treblinka ölüm kampına trenlerle gönderildi. Birçok getto tamamıyla boşaltılmıştı. İlk getto ayaklanması 1942 Eylül'ünde, Polonya’nın güney doğusunda bulunan Lachwa adlı küçük bir kasabada başladı. 1943 yılında, daha büyük silahlı ayaklanmalar gerçekleşti. Varşova Gettosu Ayaklanması ve Bialystok Gettosu Ayaklanması Yahudiler için, güçlü Naziler karşısında yenilgiyle sonuçlandı. Hayatta kalan Yahudiler ya öldürüldü ya da ölüm kamplarına gönderildi.

Pogromlar (1939–1942)
İkinci Dünya Savaşı döneminde yerel nüfuslar tarafından gerçekleştirilen pogromlar oldu. Bâzıları spontane bir şekilde oldu, bâzıları da Nazilerin teşvikiyle oldu. Bu pogromlar arasında, 30 Haziran 1941 tarihinde Romanya’da gerçekleşen Laşi Pogromu (14.000 Yahudi öldürüldü) Romanyalılar ve polis tarafından gerçekleştirildi. Temmuz 1941’de gerçekleşen Jedwabne pogromunda 1.600 civarında Yahudi yerel Polonyalılar tarafından öldürüldü.

Ölüm mangaları (1941–1943)
1941 yılında Almanya’nın Sovyetler Birliği'ni işgal etmesiyle, yeni bir safha başladı. Naziler Litvanya’yı işgal ettikten sonra Holokost daha yoğunlaştı ve ülkenin Yahudilerinin 80%’i olan 220.000 kişi yıl bitmeden katledildi. 1942 başlarında işgal edilen, Belarus, Estonya, Letonya, Litvanya, Ukrayna, Moldova ve Rusya’nın batı kısmındaki Leniningrad-Moscow-Rostow’da toplam üç milyon Yahudi vardı.

Sovyet sınırlarından işgal edilen bâzı yerlerde yerel nüfus Yahudilerin ve diğer insanların öldürülmesinde yardımcı oldu. Litvanya, Letonya ve batı Ukrayna’da, Almanya işgalinin başından beri Yahudilerin öldürülmesinde oldukça aktif rol oynamışlardır. Leton Arais Taburu, bu yardım birimlerine bir örnekti. Buna ek olarak, Leton Ve Litvanyalı ülkelerinin yanı sıra, Belarus ve Ukrayna’daki Yahudilerin öldürülmesine de yardımcı oldu ve Polonya’daki imha kamplarında güvenlik görevlisi olarak çalıştılar. Bu yerel katılımcıları Almanlar organize ediyordu.

Toplu kıyımların birçoğu halka açık bir şekilde gerçekleştirildi. Naziler öldürmeleri, partizan ve haydutlara karşı operasyon olarak tanımladılar ama Alman tarihçi Andreas Hillgruber’e göre, “savaş suçu” veya “insanlık suçu” bu ölümler için daha uygun isimlerdi. Hillgruber’e göre, 2,2 milyon korunmasız ve masum kadın, erkek ve çocuğun ırksal ideolojilerle öldürülmesi hiçbir şekilde açıklanamazdı ve Einsatzgruppen’i partizanlığa karşı bir tepki olarak gören alman generaller aslında yalan söylüyorlardı.

Ordu, SS güçleriyle, Yahudi karşıtı ve partizanlara karşı operasyonlarda sıkı işbirliği yapmaktaydı.1941 yılı ortasında, Herman Fegelain liderliğindeki SS süvari tugayı, Pripyat bataklığında gerçekleşen bir anti partizan operasyonda, 699 Kızıl Ordu Askeri, 1.100 Partizan ve 14.178 Yahudi öldürdü. Operasyon öncesinde Fegelain, bütün ergin Yahudilerin vurulmasını ve kadın ve çocukların bataklıklara sürülmesini emretti. Operasyondan sonra, Ordu Grup Merkezinin arka taraflarını komuta eden General Max von Schenkendorff, 10 Ağustos 1941 tarihinde, Fegelein’in emrinin bütün Wehrmacht Güvenlik Bölümlerince her yerde gerçekleşmesini emretti ve 24 Eylül 1941 tarihinde bir seminer organize ederek, Yahudilerin en iyi nasıl ve verimli şekilde öldürülebilecekleri üzerinde tartıştı. Seminer 322 nolu taburun Knjashizy adlı köyde 32 Yahudiyi öldürmesiyle bitti. Bu 32 kişinin öldürülmesindeki amaç toplanan taburlara, nasıl partizanları ayırt edebileceklerini öğretmekti.

322 nolu taburun kayıtları şöyle yazdı:
“Yapılanlar önce egzersiz olarak organize edildi. Böylece gerçek hayat koşullarında nasıl partizanların gidilecek yerlerde bulunacağı gösterilecekti. Tatbikat esnasında incelenen halk arasında partizanlar bulunamadı fakat 13 Yahudi, 27 Yahudi kadın ve 11 Yahudi çocuk bulundu. Bunların içinden güvenlik güçlerinin emriyle 13 Yahudi ve 19 Yahudi kadın öldürüldü..”

Mogilev’deki bu seminerde öğrendiklerini göz önünde bulundurarak, bir Wehrmact subayı adamlarına “Partizan neredeyse, orda bir Yahudi vardır ve Yahudi nerdeyse orda bir partizan vardır” dedi.

24 Kasım 1941 tarihli emirde, 707. Bölük komutanını şunları belirtti:
“Yahudiler ve Çingeneler”… Emredildiği gibi, Yahudiler yok edilmeli girilen her yerde ve Çingenelerinde sonu gelmelidir. Büyük çapta Yahudilere karşı operasyon düzenlemek bölük birimlerinin işi değildir. Bu görev, siviller ve polis tarafından yerine getirilmekte. Eğer herhangi bir Yahudi grubuyla karşılaşırsa, duruma göre, bölük birimleri tarafından yok edilebilirler ya da yakınlarda bulunan gettolara gönderilebilirler. Daha sonra bu gettolardan, sivil birimlere ya da SD’ye verilirler.

Wehrmacht savaş suçları üzerinde uzmanlaşmış olan Alman tarihçi Jürgen Förster, Wehrmacht’ın Holokost’ta önemli bir rol oynadığını ve Shoah’yı sadece SS’in işi olarak görmenin yanlış olacağını belirtti.

Raul Hilberg, Alman Einsatzgruppen kumandanlarının sıradan vatandaşlar olduğunu, çoğunun bir mesleğe sahip olduğunu, birçoğunun entelektüel insanlar olduğu ve bütün yeteneklerini, eğitimlerini ve bilgilerini iyi katiller olmak için kullandıklarını yazmıştır.

İşgal edilen Sovyet topraklarındaki geniş çapta gerçekleşen Yahudi infazları, Heydrich altındaki SS kuvvetlerinin görev grubuna verilmişti. Bu gruplar 1939 yılında Polonya’da daha kısıtlı bir şekilde kullanılmıştı ama gelinen noktada daha büyük bir kapsamda görevlendirildiler. Einsatzgruppe A Baltık bölgede görevlendirilmişti, Einsatzgruppe B Belarus’ta, Einsatzgruppe C Ukrayna’nın orta ve kuzey kesimlerinde ve Einsatzgruppe D Moldova ve Ukrayna’nın güneyi, Kırım ve 194 boyunca kuzey Kafkaslarda görevlendirilmişti. Otto Ohlendorf’a göre (mahkemesi esnasında belirttiği üzere) , “Einsatzgruppen orduların arkasında, Yahudileri, Çingeneleri, Komünistleri, aktif Komünistleri ve güvenliği bozacak herkesi öldürerek koruma görevinde bulundular.” Pratikte, kurbanları tamamen korunmasız Yahudi sivillerdi (operasyonlar esnasında hiçbir Einsatzgruppe üyesi öldürülmedi.)1941 Eylül'üne doğru, yukarda belirtilen dört Einsatzgruppen, sırasıyla, 125.000, 45.000, 75.000 ve 55.000 kişiyi öldürdü. Genelde hepsini şehir dışlarında toplu mezarlara koyarak üzerlerine el bombası atıldı.

Birleşik Devletler Holokost Anma Müzesinde, Ukrayna Piryatin’de Einsatzgruppen’den kurtulan (6 Nisan 1942 tarihinde 1.600 Yahudiyi öldürdükleri operasyondan) birinin hikâyesi vardır:
“Onları öldürürken gördüm. Öğleden sonra saat 5’e “çukurları doldurma” emri geldi. Çığlıklar ve yakarma sesleri geliyordu bu çukurlardan. Aniden, komşum Ruderman’ın topraktan çıktığını gördüm… Gözleri kanlıydı ve “bitirin beni” diye bağırıyordu… Ayağının dibinde ölü bir kadın vardı ve altından 4-5 yaşlarında bir çocuk sürünerek çıktı ve “anne” diye bağırıyordu. Sadece bunları gördüm çünkü hemen sonrasında bilincimi yitirdim.”

Sovyetler Birliği'ndeki en kötü Yahudi katliamı, Kiev dışındaki Babi Yar adlı vadi de gerçekleşti. 30 Eylül 1941 tarihinde 33.771 Yahudi tek bir operasyonla öldürüldü. Kiev’deki bütün Yahudi infazları, askerî yönetici General Friedrich Eberhardt, Güney Polis Komutanı (SS-Obergruppenführer) Friedrich Jeckeln ve Einsatzgruppe C Komutanı Otto Rasch tarafından emredildi. SS ve SD nin karışımı ve güvenlik polisleri, Ukraynalı polislere infazlar için yardım etti. Direkt infazlara katılmasalar da 6. Ordu askerleri, Kiev’deki Yahudilerin toplanıp Babi Yar’da öldürülmelerinde büyük rol oynadılar. Pazartesi günü Kiev’deki Yahudiler Mezarlığın yanında toplandı. Trene binmeyi bekliyorlardı. Kalabalık çok büyüktü ve bu nedenle hiçbiri ne olup biteceğini bilemediler. Makineli silahların seslerini duyduklarında çok geçti. Kaçmak için hiç şans yoktu. Askerlerin oluşturduğu koridorlardan 10 ar kişilik gruplar olarak hareket ettirilip vuruldular.

Olayı gören bir kamyon şoförü şöyle anlattı:
Sırayla, valizlerini, ceketlerini, ayakkabılarını ve elbiselerini ve iç çamaşırlarını çıkardılar… Soyunduklarında, 150 metre uzunluğunda ve 30 metre genişliğinde ve 15 metre uzunluğundaki hendeğe yönetildiler… En alta ulaştıklarında, Schulpolizei hali hazır ölü olan Yahudilerin üzerine yatmaları için zorladı… Cesetler resmen katman katmandı. Bir polis gelip her Yahudiyi boynundan vurdu… Hepsini tek tek vurarak öldürdü.

Himmler 1941 Ağustosunda Minsk’e gitti ve 100 Yahudinin öldürüldüğüne bizzat şahit oldu. Karl Wolff’un günlüğünde anlattığı olayda: “Himmler’in yüzü yeşildi. Cebinden bir mendil çıkardı ve yanağına sıçrayan beyin parçasını sildi. Sonra kustu. Tekrar doğrulduğunda, SS adamlarına, uymaları gereken kurallar hakkında dersler verdi.”

Yeni kitle katliamı metotları
Aralık 1939 itibarıyla, Naziler, yeni toplu infaz yöntemi olan gazla öldürmeye başladı. İlk olarak, deneysel gaz kamyonetleri tecrübe edildi. Pomeranya’daki akıl hastalarında, Doğu Prusya ve Polonya’da Action T4 adlı operasyonlarla denendi.1941 Kasımı itibarıyla, Sachsenhausen toplama kampında 100 kişiyi alabilecek kamyonetlerde kullanılmaya başlandı. İlk denemelerde gaz silindirleri kullanılırken, bu büyük araçlarda, araçların egzozları kullanıldı Bu kamyonetler Chelmno toplama kampına Aralık 1941’de götürüldü ve diğer 15 kamyonette Sovyetler Birliği'nden alınan topraklarda Einsatzgruppen tarafından kullanıldı. Bu kamyonetler Reich Ana Güvenlik Ofisi tarafından kontrol edildi ve 500.000 civarında Yahudi, Roman ve diğer insanların öldürülmesinde kullanıldı. Kamyonetler iyice gözlemlendi ve bir ay sonunda, raporlar, 97.000 kişinin, makineler sorun vermeden üç araçla öldürülebileceği ortaya çıktı. Yeni bir imha yöntemine duyulan ihtiyaç Hans Frank tarafından dile getirildi ve bu ihtiyaçla birlikte SS daha geniş kapsamlı infazlar için gaz odalarını kullanmaya başladı. Gaz odalarının Christian Wirth tarafından icat edildiği bilinir.

Wannsee Konferansı ve Final Çözüm (1942–1945)
Wannsee Konferansı, 20 Ocak 1942 tarihinde, Berlin Wannsee’de Reinhard Heydrich tarafından toplandı. Konferansa içlerinde devlet sekreterlerinin, kıdemli subayların, parti liderlerinin, SS yetkililerinin ve Yahudilerle ilgili politikalardan sorumlu devlet görevlilerinin olduğu 15 Nazi lideri katıldı. Toplantının ana nedeni “Avrupa’daki Yahudi problemine” çözüm bulmak için tartışmaktı. Heydrich, Hitler’in emri olan “Avrupa’daki Yahudi problemine çözüm bulmak” amacıyla, işgal edilen yerlerdeki toplu ölümleri plânlamak istedi… Böylece bürokratlar, bu çözüm için gerekli bilgiyi ve sorumluluğu paylaşacaktı.

Eichmann tarafından hazırlanan belgeler bu güne kadar hayatta kaldı, fakat Heydrich’in talimatıyla örtmeceli bir dille yazıldı. Bu nedenle toplantıda kullanılan asıl kelimeler bilinmemekte. Buna rağmen, Heydrich’in toplantıda, Yahudilerin doğuya sürülmesi politikasının, başka ülkeleri gönderilmeleri politikasıyla yer değiştirdiğini ve bu politikanın da son çözümden önceki bir adım olduğunu söyledi. Son çözüm, sadece Almanlar tarafından kontrol edilen yerlerdeki değil, Birleşik Krallık ve Birleşik Devletler gibi büyük ülkelerdeki aşağı yukarı 11 milyon Yahudiyi içerecekti. Kendini açıklar şekilde, Heydrich’in plânladığı “son çözüm” Yahudileri ya çalıştırarak ya da toplu infazlarla yok edecekti.

Yetkililer Genel Hükûmet bölgesinde 2,3 milyon, Macaristan’da 850.000, diğer işgal edilmiş yerlerde 11.000 ve iki milyonu Sovyetler tarafından yönetilen yerlerde olmak üzere beş milyon kadar Yahudi de Sovyetler Birliği'nde vardı. 6,5 milyon Yahudi, Polonya’daki ölüm kamplarına (Vernichtungslager) trenlerle gönderilecekti ve topluca gazla öldürülecekti. Auschwitz gibi bâzı kamplarda, çalışabilecekler bir süre hayatta kalacaktı fakat sonunda bütün Yahudiler öldürülecekti. Göring’in temsilcisi, Dr. Erich Neumann, bâzı endüstri işçileri için istisna elde etti.
Tepkiler

Alman Halkı
Ian Kershaw, 1983 yılında yayınladığı Nazi Almanyası’ndaki Politik Muhalefet ve Popüler Fikir kitabında, Nazi dönemi Bavyera’sındaki günlük hayatı (Alltagsgeschichte) inceledi. Birçok Bavyeralının tavırlarını inceleyen Kershaw, genel bakış açısının, Yahudilere olanlar karşısında vurdumduymazlık olduğunu belirtti. Kershaw’a göre, Bavyeralılar, Shoah hakkında yeterince bilgiye sahip değillerdi ve Yahudi problemi için yürürlüğe konulan son çözümden ziyade, daha çok savaşla ilgileniyorlardı. Kershaw, “Auschwitz’e giden yol nefretle inşa edildi ama vurdumduymazlıkla döşendi” diye belirtti.

Kershaw’ın, Bavyeralıların ve diğer birçok Almanın Shoah’ya karşı vurdumduymaz olduğu kanısı, Nazi Almanyası popüler fikir uzmanı İsrailli tarihçi Otto Dov Kulka ve Kanadalı Michael Kater tarafından tepki aldı. Kater’a göre, Kershaw; Almanya’daki antisemitizmin büyüklüğünü göz ardı etmişti. Yahudilere karşı yapılan bütün girişimler birçok Nazi tarafından biliniyordu ve diğer insanların bilmemesinin imkânı yoktu ve ayrıca, Yahudilerin yaşadıklarını organize eden Nazilerdeki antisemitizm tabii ki tepeden gelme değildi, aksine toplumun içinde gelişmişti. Kulka, Almanların çoğunun, Kershaw’ın gösterdiğinden daha antisemitist olduğunu ve vurdumduymazlıktan ziyade, “pasif uymacılık” in daha uygun bir açıklama terimi olduğunu belirtti. Alman tarihçi Chrisof Dipper, 1983 yılında yazdığı yazıda, Nazi karşıtı muhafazakârların da antisemitist olduğunu yazdı. Alman popülasyonun büyük bir kısmı, bir “Yahudi Problemi” nin olduğuna ve çözülmesi gerektiğine inanıyordu. 2012 yılında yapılan bir araştırmaya göre, sadece Berlin’de 3.000 ve Hamburg’da 1.300 kamp bulunuyordu ve Alman nüfusunun olup bitenlerden haberdar olmamaları imkânsızdı. Robert Gellately, Alman nüfusunun olup bitenden haberdar olduğunu belirtti. Gellately’e göre, Naziler medya aracılığıyla sivillere birçok şeyi ilettiler ve Almanlar, gaz odaları dışında her şeyi biliyorlardı.

ULUSLARARASI
Motivasyon

Tarihçi Hans Buchheim, 1965 yılındaki “emir ve uyma” yazısında, Yahudileri öldürmek için kimseye baskı uygulanmadığını ve Yahudileri katleden herkesin kendi kişisel iradesiyle bunları gerçekleştirdiğini yazdı. Buchheim SS emirlerine uymayan ve Yahudilerin ölümlerine katılmayan hiç kimsenin öldürülmediğini ve toplama kamplarına gönderildiklerine dair hiçbir delil olmadığını yazdı. Buccheim’a göre, bâzı kişiler yapılanları hoş görmese bile grubun değerlerine sahip çıkmak ve arkadaşları arasında zayıf görünmemek için emirleri uyguladı.

1992 deki kitabı Sıradan Adamlar: 101 numaralı Polis Taburu ve Polonya’da son Çözüm kitabında, Christopher Browning, Yahudileri toplayıp öldüren ve ölüm kamplarına gönderen, 101 no lu tabur (Ordnungspolizei) üzerinde bir çalışma yaptı. Taburdakiler, Hamburglu, orta yaşta, çalışan sınıftan insanlardı ve askerî görev için uygun değillerdi. Soykırım için de özel bir eğitim almamışlardı. Komutanları, bu insanlara, eğer yapılanları çok kötü bulurlarsa katılmamaları seçeneğini sundu. Çoğunluğu bu seçeneği kullanmadı. 500 kişilik taburdan, 15 kişiden azı bu seçeneği kullanmak istedi. Stanley Milgram’dan esinlenen Browning, taburdaki kişilerin itaat ve çevrelerindeki insanların baskılarından dolayı katliamlara katıldıklarını ve kana susamışlıktan dolayı katılmadıklarını belirtti. Kitabın genel olarak anlatmak istediği, insanlar görev için bir gruba katıldıklarında, grubun çoğunluğu, otoritenin verdiği emirlere, emirleri ahlâkî bulmasalar da uyarlar. Bu durum, Milgram’ın deneyindeki hipotezle aynıdır.

Rus tarihçi Sergei Kudryashov, Reinhard operasyonu kapsamındaki ölüm kamplarında personel olan, Trawniki SS bölüğü üzerinde çalışma yaptı. Bâzı Trawniki korumaları, Kızıl Ordu'da görevli olup Savaş tutsağı olarak mahkûm tutulan askerlerdi. Bu askerler, tutsaklıktan kurtulmak için, SS’e gönüllü olarak katıldı. Holokost tarihçisi Christopher R. Browning, bu gönüllülerin, ne kadar anti-komünist hisler taşıdıklarına göre ayırt edildiklerini belirtti Çoğunluğu Ukraynalı, Leton ve Litvanyalıydı bu kişilerin. Kudryashov’a göre, bu kişilerde Nasyonal Sosyalizme karşı bir sempati yoktu ve mahkûm edilmeden önce hepsinin komünist olduğunu belirtti. Buna rağmen, Trewniki adamları, Yahudilerin ölümlerinde aktif rol oynadı. SS’in verdiği emirleri harfiyen yerine getirdiler ve her biri düzinelerce Yahudi öldürdü. Browning’den sonra, Kudryashov, Trawniki adamlarının normal vatandaşlardan, istekli katillere dönüşmenin örnekleri olduğunu belirtti.

Trawniki adamları (Trawnikimänner), son çözüm için bütün büyük ölüm merkezlerinde görevlendirildiler, eğitimleri bu yönde yapıldı. Bu kişiler Yahudilerin Belzec, Sobibor, Treblinka II,Varşova (üç defa), Czestochowa, Lublin, Lvov, Radom, Kraków,Bialystok (iki defa), Majdanek, Auschwitz ve Trawniki’deki toplu katledilmelerinde görev aldılar.

İmha kampları
1942 yılında, Auschwitz’ın yanı sıra, diğer beş kamp, Reinhard plânını yürütmek amacıyla, imha kampı Vernichtungslager) olarak ilan edildi Bu kamplardan ikisi (Chelmno.ve Majdanek) hali hazırda çalışma kampı olarak görev görmekteydi ve şimdi de imha tesisleri bu kamplara eklenmişti. Üç yeni kamp, sadece öldürme amaçlı inşa edildi ve Yahudileri oldukça çabuk bir şekilde öldürmeye tasarlandı. Bu kamplar, Belzec, Sobibor ve Treblinka’da kuruldu. Belarus’taki Maly Trostinets kampı da bu iş için kullanıldı ve Jasenovac kampı da etnik Sırpların genelde öldürüldüğü bir kamp oldu.

İmha kampları sık sık Dachau ve Belsen’deki toplama kamplarıyla karıştırılır. Ama toplama kampları, sadece insanları (genelde Komünist ve homoseksüeller) tutsak edip çalıştırmak için vardı ve genelde çoğunlukla Almanya içindeydiler. Bütün Nazi kamplarında ölüm oranı oldukça fazlaydı. Ölüm nedenleri, yorgunluk, açlık ve hastalıktı ama sadece imha kampları toplu ölümler için tasarlanmıştı. Trenlerle gelen Yahudilerin vardığı rampa diye adlandırılan bir yer vardı. Gece gündüz bu kamplara varmaktaydılar. Bazen günde birken diğer günler günde beş defa kampa ulaşan tren seferleri olurdu… Devamlı olarak, Avrupa’nın kalbinden insanlar gelip yok oluyorlardı. Biliyordum ki kampa varan o kitlelerin 90%'ı birkaç saat içinde yok olacaklardı gazlanarak.

Rudolf Vrba, 18 Ağustos 1942 tarihinden 7 Haziran 1943 tarihine kadar Auschwitz’deki Yahudi rampasında çalışan biri. İmha kampları SS subayları tarafından yönetilmekteydi fakat genelde bu kamplar, Ukraynalı ya da Baltık yardımcı gruplar tarafından korundu.



Gaz odaları
Buchenwald kampında yakılan tutsaklardan toplanan altın dişlerin bir kısmı.

Gaz odaları olan imha kamplarına, kurbanlar trenle geldi. Bazen trenle gelen herkes doğrudan gaz odalarına gönderildi, ama genelde kamptaki doktorlar, gelenleri seçim için toparladılar bir yerde ve çok az bir yüzde çalışmaya uygun bulunarak çalışma alanlarına gönderildi. Gelenlerin çoğunluğu platformlardan bir kabul alanına alınırdılar ve burada bütün kıyafetleri ve diğer eşyaları, savaşa destek için Naziler tarafından ele geçirilirdi. Hepsi tamamen çıplak bir şekilde gaz odalarına gönderilirdi. Genelde bu odaların duş ve dezenfektasyon odaları olduğu söylenirdi ve odaların dışındaki kapılarda “duş” ve “sauna” yazıları vardı. Bazen ellerine sabun ve havlu tutuşturulurdu ve eşyalarını koydukları yerleri hatırlamaları söylenirdi paniği engellemek için. Susayıp su isteyenlere acele etmeleri gerektiğini ve kampta onları kahvenin beklediğini söylerlerdi.

Auschwitz komutanı Rudolf Höss’e göre, birinci sığınak 800 ve ikinci sığınak 1.200 kişi içine alabiliyordu. Odalar dolduğunda ve kapıları tamamen kapatıldığında, odaların içine katı Zyklon-B topakları duvardaki deliklerden atılırdı. Bu topaklar, zehirli Hidrojen Siyanür yayardı. Odaların içindeki herkes 20 dakika içerisinde ölürdü. Ölümlerin hızı, kişilerin duvardaki gaz deliklerine ne kadar yakın olduklarına göre değişirdi. Höss’e göre, kurbanların üçte biri hemen ölürdü. SS doktoru Johann Kremer, gaz odasını sürecini takip ederdi ve ifadesine göre, deliklerden insanların çığlıkları duyulurdu ve hayatları için çırpındıkları çok açıktı. Odadan çıkarılırken, eğer oda çok sıkı doluysa -ki genelde öyleydi, kurbanların çoğu iki büklüm bulunurdu; vücutlarında kırmızı, pembe ve yeşil benekler vardı; bâzılarının ağzında köpük vardı ve bâzılarının kulaklarından kan gelirdi.

Gaz odadan vakumla çekilirdi, cesetler odalardan alınırdı (bu süreç dört saat kadar sürerdi), altın dişler ve dolgular, dişçi mahkûmlar tarafından alınırdı ve kadınların saçları kesilirdi. Odanın tabanı temizlenirdi ve duvarları tertemiz yıkanırdı. Bu işler, Sonderkommando olarak adlandırılan Yahudi mahkûmlar tarafından yapılırdı. Krematoryumda çalışan Yahudilerden bâzıları krematoryumun çatısında, bâzıları da gaz odalarında yatardı. Sonderkommando işini bitirdiğinde, SS kontrol ederdi ve kurbanların ağızlarına altınlar tamamen alındımı diye bakardı. Eğer içlerinde kayıp olursa, Sonderkommando lardan sorumlu olan canlı canlı fırının içine atılırdı.

İlk önce, cesetler oldukça derin çukurlara gömülürdü ve alçıyla kaplanırdı ama Eylül ve Kasım 1942 arasında, Himmler’in emriyle, çukurlardan çıkartılıp yakıldılar. 1943 başında, yeni gaz odaları ve krematoryumlar, artan sayıları karşılamak için inşa edildi.

“Treblinka üzerinden geliştirmeler yaptık. Treblinka’daki 10 gaz odasının her biri 200 kişiyi alabiliyordu ama biz odaları 2000 kişi alacak şekilde tasarladık. Kurbanlarımızı, gelen trenlerden Auschwitz doktorları seçerdi. Çalışmaya uygun olanlar, kampa gönderilirdi ve diğerleri hemen imha alanlarına gönderilirdi. Çok küçük olduklarından ve çalışamayacaklarından, çocuklar istisnasız bir şekilde öldürüldü. Treblinka’dan farklı olarak, biz kurbanları kaderleriyle ilgili kandırabiliyorduk, ama Treblinka’da hemen her kurban öldürüleceğini biliyordu. Yapılanları gizlilik içinde yürütmemiz gerekiyordu fakat yanan cesetlerden gelen pis ve mide bulandırıcı koku bütün kampı ve çevredeki alanları kaplıyordu. Bu nedenle çevredeki halk Auschwitz’te olup bitenleri biliyordu. — Rudolf Höss, Auschwitz kampı komutanı, Nüremberg ifadesi.

Yahudi ayaklanmaları
Dünya’nın en bilindik Holokost çalışmacılarından bilim insanı Raul Hilberg, yeni ufuklar açan çalışması Avrupalı Yahudilerin Yok Edilmelerinde şunları belirtmiştir:
Yahudilerin tepkileri, direnmeden yoksun olarak karakterize edilebilir. Oldukça belirgin Alman Propagandası karşısında, Yahudilerin ayaklanmasını kanıtlayan aleni veya gizli kantılar, oldukça azdır. Avrupa’nın her tarafında aktif bir direniş organize edilmemişti ve hiçbir silahlı girişim yapılmamıştı. Psikolojik savaş bile yapılmamıştı. Tamamıyla hazırlıksız yakalandılar.

… Alman tarafından kayıpları göz önünde bulundurulduğunda, Yahudilerin silahlı ayaklanmalarının olduğundan söz edilemez. …Bütün katliamların en önemli öğelerinden biri, Yahudilerin katılımlarıyla, en basit olarak kişilerin olanlara sessiz kalarak kabul etmeleriydi. Bunun yanı sıra Judenrat gibi konseylerin katkısı da göz önünde bulundurulmalıdır. … Yahudilerin eylemsizliklerini değiştirmeye çalışan Yahudi direniş kuruluşları Yahudilerin kuzular gibi kurban edilmeye doğru gitmemelerini söyledi. …Batı Almanya’daki bir hapishane de, iki toplama kampını yöneten Franz Stangl’a, Yahudi kurbanlara karşı tepkisi soruldu. Kısa süre önce lemmings hakkında bir kitap okuduğunu ve ona Treblinka’yı hatırlattığını söyledi.

Peter Longerich, önemli çalışmasında, benzer gözlemler belirtmiştir: “Yahudiler tarafında, pratik olarak hiç ayaklanma yoktu.”. Hilberg, Yahudi tepkisizliğini ve itaatkârlığını, Holokostla ilgili sorumlu tutar. Yüzyıllarca, baskı uygulayan yöneticilere itaat ederek ve emirlere uyarak problemlerin dinmesi ve azalmasını bekledi Yahudiler. “Sıkıntı dönemlerinde birçok Yahudi kaybı oldu, fakat Yahudi toplumu tekrar küllerinden doğdu. Yahudiler hiçbir zaman yok edilemedi. Holokost döneminde durumun farklı olduğunun farkına çok geç vardılar.”.

Varşova’da olanlar üzerine çalışan Timothy Snyder, Yahudilerin ancak geniş çaplı transferlerden sonra,1942 yazında, silahlı direnişin gerekli olduğu kanısına vardıklarını belirtti. 1943 yılında gerçekleşen ve en büyük silahlı direniş olan, Varşova Gettosu Ayaklanmasında sadece küçük bir azınlık olarak kalan Polonyalı Yahudiler vardı. Yehuda Bauer ve diğer tarihçiler, ayaklanmanın sadece fiziksel olmadığını ve Yahudilere bu utanç verici ve insanlık dışı koşullarda tekrar asalet ve insanlık veren her türlü aktivitenin olduğunu belirtmiştir.

Her gettoda, her trende, bütün çalışma kamplarında ve hatta ölüm kamplarında bile direniş isteği güçlüydü ve birçok farklı hal aldı. Bulunan her silahla saldırmak, bireysel meydan okumalar ve protestolar, ölüm korkusu olsa bile gizlice su ve gıda sağlamak, Almanların çaresizlik ve panik karşısında sevinmelerini engellemek. Pasif kalma bile bir direniş türüydü. Şerefle ölmek bir türüydü. Merhametsizliğe ve karşı duruş, hayvanların seviyesine inmeyi kabul etmemek, işkenceleri sessizce yaşamak ta direnişin parçalarıydı. Olanlar hakkında şahitlik yapmak, zafere katkıda bulunmaktı. Hayata kalmaya çalışmak insanlık ruhu için bir zaferdi. —Martin Gilbert. Holokost: Yahudi Trajedisi.

Yahudi ayaklanmasının en meşhur örnekleri; Varşova Gettosu Ayaklanması, Bialystok Gettosu Ayaklanması ve Çestohova Gettosu Ayaklanması'dır. Varşova Gettosu Ayaklanması bunların en sertiydi. Ocak 1943’te birkaç bin Yahudi çok güçlü olmayan silahlarla dört hafta boyunca, SS’e karşı direndi. Fakat dört hafta sonunda SS in oldukça daha güçlü silahlarına dayanamayıp kaybettiler. Yahudilerin bildirdiklerine göre 100 civarında Almanı öldürmüştü fakat Almanlar 17 kişinin öldüğünü ve 93 kişinin yaralandığını iddia etti. 13.000 Yahudi öldürülmüştü, 57.885 Yahudi de imha kamplarına gönderilerek gaz odalarında öldürüldü Almanların kayıtlarına göre. Direnişi daha sonra Mayıs 1943’te Treblinka imha kampı ayaklanması takip etti. 200 mahkûm kamptan kaçtı. Mahkûmlar görevlilerden daha fazla sayıyla direnip görevlileri öldürdü ve kamptaki binaları ateşe verdi. 900 kamp mahkûmu da öldürülmüştü. İki hafta sonra Bialystok Gettosunda da ayaklanma oldu.

Eylül ayında kısa süren Vilna Gettosu ayaklanması gerçekleşti. Ekim ayında 600 Yahudi mahkûm Sobibor İmha kampından kaçmaya çalıştı. Mahkûmlar 11 Alman SS görevlisini ve birkaç kamp gardiyanını öldürdü. Öldürülenler bulunduğunda, kaçmaya çalışan mahkûmların üzerine ateş açıldı ve 300 mahkûm kaçmaya çalışırken öldürüldü. Kaçanlar büyük bir kısmı kampında etrafındaki mayın tarlalarında öldürüldü ya da bulunup infaz edildi. 60 civarında mahkûm hayatta kaldı ve Sovyet partizanlarına katıldı 7 Ekim 1944’te 250 Yahudi kamp çalışanı, Auschwitz’te gardiyanlara saldırdı ve dört numaralı krematoryumu patlayıcılarla havaya uçurdu. Patlayıcıları kadın mahkûmlar yakındaki fabrikadan içeri sokmuştu. Üç Alman gardiyan öldürülmüştü. Bu Yahudiler topluca kaçmaya çalıştı fakat bir süre sonra hepsi öldürüldü. Tahminlere göre 20.000–30.000 arasında Yahudi partizan, aktif bir şekilde Nazilere ve Doğu Avrupa’daki yandaşlarına karşı savaştı. Gerilla savaşına girip, Nazilere karşı sabotaj girişimlerinde bulundular, getto ayaklanmalarını kışkırttılar ve mahkûmlara yiyecek sağladılar. Litvanya’da 3.000 Alman askeri öldürdüler. 1,4 milyon Yahudi asker, müttefikler ordusunda savaştı. Bunların 40%’ı Kızıl Ordu’da savaştı. Kızıl Ordu’da savaşan 200.000 Yahudi asker öldü. İşgal altındaki Polonya’da ve Sovyet sınırlarında, binlerce Yahudi, her zaman kabul edilmeseler de bataklıklara ve ormanlara kaçarak partizanlara katıldı. Yahudilerin çok sayıda olduğu Litvanya ve Belarus’ta Yahudi partizanlar binlerce Yahudinin hayatını kurtardı. Budapeşte gibi bâzı şehirlerde böyle gelişmeler için hiç şans yoktu. Amsterdam’da ve Hollanda’nın birçok yerinde, Yahudiler Hollanda direnişinin içinde yer aldı. 1944 Varşova Ayaklanmasında, 1943 Varşova Gettosu Ayaklanmasından daha fazla insan vardı.

Fransız Yahudiler, Fransız Direnişinde oldukça aktif rol aldı. Gerilla savaşıyla, Nazilere ve Vichy Hükûmeti’ne karşı savaştılar. Müttefiklerin Fransa’da daha güçlü saldırılar yapmalarına yardımcı oldular ve birçok Fransa şehrinin kurtulmasına katkı sağladılar. Yahudiler Fransa toplumunun 1%’ini oluşturmalarına rağmen, Fransa direnişinin 15-20%’sini oluşturdular (208). Siyonist Yahudiler Yahudi Ordusunu (Armee Juive) kurdu ve direnişe Siyonist bayrakla katıldı. Ayrıca Yahudilerin ülke dışına kaçmalarına yardımcı oldu. Daha sonra diğer Yahudilerle Paris,Lyon, Toulouse, Grenoble ve Nice şehirlerinin kurtulmasına yardımcı oldular.

Birçok insan Yahudilerin ölümlerine kurbanlık kuzular gittiğini düşünür ama bu doğru değildir. Uzun yıllardır birçok Yahudiyle beraber çalıştım direnişte ve açıkça söyleyebilirim ki benden daha çok risk aldılar. – Pieter Meerburg.

Yahudilerin büyük bir kısmı için, direniş, erteleme, kaytarma, ikna etme, pazarlık etme ve mümkün olduğunda Almanlara rüşvet verme gibi pasif formlar aldı. Tarihten gelen, Avrupa’daki Yahudilerin anlaşma yöntemine gitmeleri, direnişlerini oldukça sona bırakmalarına neden oldu Holokost’ta. Varşova gettosu ayaklanması, Yahudi nüfusunun 500.000’den 100.000’e azalmasından sonra, Yahudilerin artık anlaşacak bir şeylerin kalmadığına ikna olduklarında gerçekleşti. Paul Johnson şunları yazdı:

Yahudiler bir milenyum boyunca zulme maruz kaldılar ve tecrübelerinden, direnişin hayat kurtarmaktan ziyade hayatların son bulmasına neden olduğunu öğrendiler. Tarihleri, dinleri, folklorları, sosyal yapıları ve hatta konuştukları sözcükler, onları anlaşmaya, ödemeye, yalvarmaya, protesto etmeye ve kavga etmemeye alıştırdı

Yahudi toplumu, Holokost süresince, Almanların gündemi hakkında yalanlara maruz kaldı ve kandırılarak olan bitenden haberdar olamadı. Dış dünyadaki ve içteki birçok habere ulaşmaları engellendi. Almanlar Yahudilere, çalışma kamplarına gittiklerini söyledi ve gaz odalarına girene kadar yalanlarla gerçeği sakladı. Resimlerde de görüldüğü gibi, Yahudiler trenlerden valizlerle inip gaz odalarına bunlarla gittiler. Ölüm kamplarda Yahudilerin başlarına nelerin geldiği çok yavaş bir şekilde gettolara iletildi ve çoğu zaman anlatılanlara gettolardakiler inanmadı.

Zirvesi
Reinhard Heydrich Haziran 1942'de Prag'da öldürüldü ve yerine Ernst Kaltenbrunner geçti. Kaltenbrunner ve Eichmann, Himmler’in yakından takibiyle, Final Çözüm'ün doruk noktasını yönetti. 1943 ve 1944'te imha kampları durmadan çalışarak birçok kişinin hayatlarına son verdi. 1944 baharında, her gün 8.000 kadar Yahudi Auschwitz kampında öldürülüyordu.

Savaş endüstrisine yardımları büyük olmalarına rağmen, 1943'te birçok Yahudi Gettosu boşaltıldı ve popülasyonları imha kamplarına gönderildi. Bunların arasında en genişi 1943’te Varşova Gettosundan 100.000 Yahudinin imha kamplarına gönderilmesiydi. Bu olay, Varşova gettosu ayaklanmasını ateşledi ve ayaklanma gaddarlıkla sona erdirildi. 42.000 Yahudi, 3-4 Kasım 1943’te Hasat Festivali Operasyonunda vuruldu. Aynı zamanda, trenlerde batıdan Yahudileri Güney Avrupa’ya getiriyorlardı. Sovyet sınırlarındaki imhalar, yine aynı sınırlarda SS ve yerel güçler tarafından gerçekleştiriliyordu. 1943 sonlarında Almanlar Sovyet sınırlarının büyük bir kısmından geri itilmişti. Alman tren yollarının önceliği Yahudileri imha kamplarına taşımaktı. Bir süre sonra, ekonomi yöneticileri, kaynakların, ekonomiye yarayan yetenekli Yahudileri öldürmek için kullanılmasına karşı şikâyet ettiler. 1944’e doğru Nazi fanatizmiyle kör olmayan her Alman, Almanya’nın savaşı kaybettiğini biliyordu. Birçok subay, Almanya’nın başına gelecekler ve kişisel olarak başlarına gelecekleri düşünüp korkmaya başlamıştı fakat Himmler ve SS’e karşı direnmek imkânsızdı.

Ekim 1943’te, Himmler, Poznan’da toplanan Kıdemli Nazi Subaylarına bir konuşma yaptı. Burada her zamankinden daha açık bir şekilde Avrupa’daki Yahudileri yok etmek istediğini belirtti ve Yahudi probleminin hayatındaki en zor sorunlarından biri olduğunu belirtti. Anne, çocuk bütün Yahudilerin Dünya’dan yok edilmelerinin önemli olduğunu anlattı. Bu konuşmayı dinleyenler arasında, Amiral Karl Dönitz ve Silahlı Kuvvetler Bakanı Albert Speer vardı. Dönitz, Final Çözüm'den haberdar olmadığını Nüremberg mahkemelerinde anlattı. Speer, öte yandan, “anlamadıysam, anlamak istemediğim içindi” dedi. Mahkemeler esnasında, konuşmaya ait yazı bilinmiyordu.

19 Mart 1944’te Hitler, Macaristan’ın asker tarafından işgal edilmesini emretti ve Eichmann’ı, Macaristan’da bulunan 800.000 Yahudinin imha kamplarında gönderilmesini yönetmesi için Macaristan’a gönderdi. Hitler kişisel olarak, Macar Amiral Miklos Horthy’e şikâyet etti. 18 Mart 1944’te şunları bildirdi:

Macaristan, Yahudi problemi hakkında bir şey yapmadı ve büyük rakamlardaki Yahudilerle ilgili adım atmak için hazır değildi.

Yahudilerin yarısından fazlası Auschwitz’e gönderildi. Komutan Rudolf Höss, üç ayda 400.000 Macar Yahudinin öldürüldüğünü yargılanırken bildirdi.

“Yarar için kan”
Macaristan’daki Yahudileri öldürmeyi amaçlayan operasyon, Nazi hiyerarşisinde muhalefetle karşılandı ve bâzı kişiler, Hitler’in müttefiklerle, hayatların karşılığında barışçıl bir anlaşma isteyerek görüşmesini önerdi. İstanbul’da Himmler’in ajanları, İngiliz ajanları ve Yahudi kurumların temsilcileri resmi olmayan görüşmeler yapıyordu. Bir noktada, Eichmann bir milyon Yahudiye karşı 10.000 kamyon istedi (sonra bu istek Yarar için Kan olarak adlandırıldı) fakat bu çapta bir anlaşmanın gerçekleşmesi imkânsızdı.

Kaçışlar, gerçekleşenler hakkındaki yayınlar (Nisan–Haziran 1944)
Kamplardan kaçışlar azdı fakat biliniyorlardı. 1940’ta, bir Auschwitz komutanı şunları belirtti, “yerel nüfus fanatik Polonyalı ve nefret ettikleri SS’e karşı her türlü müdahaleye karşı hazırlardı. Kamptan kaçan herkes ulaştıkları ilk çiftlikte yardım alabileceklerine emindi”. Ruth Linn, öte yandan, kaçan Yahudilerin yerel halka güvenemediklerini belirtti. Şubat 1942’de Chelmno imha kampından kaçan mahkûm Jacop Grojanowski, Varşova Gettosuna ulaştı ve Oneg Şabat grubuna Chelmno kampı hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Verdiği bilgiler (Grojanowski raporu) getto dışına çıkarıldı ve Polonya’daki yeraltı gruplarına oradan da Haziran 1942’de İngiltere’ye ulaştırıldı. Rapora o nok tada ne olduğuna dair bir bilgi bulunmamakta. Bu arada, 1 Şubat'ta Birleşik Devletler Savaş İstihbarat Ofisi, Yahudi imha kamplarıyla ilgili bilgileri dağıtmama kararı aldı. Nedeni bu bilgilerin insanları yanlış yönlendirip, savaşın sadece bir Yahudi problemi olmasını düşünmelerine sebep olacaktı.

Aralık 1942’de Batılı müttefikler, Birleşmiş Milletler Ortak Deklarasyonunu yayınladılar. Bu deklarasyonda, Hitler’in Yahudileri yok etme isteklerinin Avrupa’da gerçekleştiğini ve gerçekleşen bu vahşetin mümkün olan en güçlü ifadelerle kınandığını belirttiler.

1942’de Jan Karski, Polonyalı, İngiliz ve ABD hükûmetlerine, Polonya’daki durumu, özellikle Varşova Gettosunun yok edilmesini ve Holokost’u raporladı. Sürgündeki Polonyalı politikacılarla ve birçok parti üyeleriyle görüştü. İngiliz dış işleri sorumlusu Anthony Eden’e konuştu ve Varşova ve Belzec’te gördüklerini anlattı. 1943’te Londra’da, meşhur gazeteci Arthur Koestler ile görüştü. Sonra Amerika’ya giderek, başkan Franklin D. Roosevelt’le görüştü. Verdiği raporlar, batının bilgilendirilmesindeki anahtar girişimlerdi.

Temmuz 1943’te Karski, yine Roosevelt’e Polonya’da olanları anlattı. Ayrıca içlerinde Felix Frankfurter, Cordell Hull, William Joseph Donovan ve Stephen Wise’nin olduğu önemli liderlerle de görüştü. Karski ayrıca raporlarını medyayla, rahiplerle ve Hollywood film endüstrisi ve artistleriyle paylaştı. Pek başarıya ulaşamadı. Konuştuğu birçok insan ona inanmadı ya da abartılarla dolu, sürgündeki Polonyalı politikacıların propagandası olarak gördü. Yahudilerin gaz odalarında öldürüldükleri, yasadışı gazetelerde de yer aldı. Ama anlatılanlar o kadar inanılmazdı ki, birçok insan bunları savaş propagandası olarak algıladı.

Eylül 1940’ta Witold Pilecki gönüllü olarak Auschwitz’e gitti ve bir örgüt oluşturdu. Dışarı sızdırdığı raporlar, Batıyı Auschwitz hakkında bilgilendiren ana kaynak oldu. Pilecki Auschwitz’ten kaçtı ve hazırladığı rapor Ağustos 1942’de iki kısımlık bir rapor olarak Londra’daki Strateji Ofisine gönderildi. Raporda gaz odaları, seçmeler ve kısırlaştırma girişimleri hakkında bilgiler ve detaylar vardı. Raporda, Birkenau’da üç krematoryum vardı ve günde 10.000 kişinin yakılmasında kullanılabiliyor, kampta bir günde 30.000 Yahudinin gazlanabiliyordu.

Pilecki’nin kaçışından önce, Auschwitz 20 Haziran 1942 tarihinde inanılmaz bir kaçışa sahne oldu. Ukraynalı Eugeniusz Bendera ve Kazimierz Piechowski, Stanislaw Gustaw Jaster ve Józef Lempart adlı üç Polonyalı SS kıyafeti giyerek ve bir SS aracını alarak kamptan kaçtı. Yanlarından Pilecki’nin Holokost hakkındaki raporu vardı. Almanlar daha sonra hiçbirini yakalayamadılar.

Rudolf Vrba ve Alfred Wetzler, 1944’te Auschwitz’ten kaçtılar ve Slovakya’ya gittiler. Yayınladıkları 32 sayfalık Vrba-Wetzler raporunda Auschwitz’teki toplu katliamların nasıl gerçekleştiğini daha detaylı anlattılar. İyi hafızasından dolayı kamptaki süreci en derin detayları yazdı Vrba ve diğer raporlarla karşılaştırıldıklarında tutarlı olması, detaylarından dolayı raporu müttefikler için daha değerli kıldı. 27 Mayıs 1944’te Auschwitz’ten kaçan Arnost Rosin ve Czeslaw Mordowicz, Slovakya’da paylaştıkları raporda diğerlerine ek olarak, 100.000 Macar Yahudinin inanılmaz hızlı bir şekilde insan vücudundan çıkan yağların yardımıyla yakıldıklarını belirtti.

BBC ve New York Times, Vrba-Wetzler raporundan kısımları15 Haziran, 3 Temmuz ve 6 Temmuz’da yayınladı

Ölüm marşları (1944–1945)
1944 ortalarında, Son Çözüm tam gazla yürütülüyordu. Nazi rejiminin ulaşabileceği yerlerdeki bütün Yahudi toplumu imha kamplarında yok edilmişti. Fransa’da bu sayı 25% ve Polonya’da 90%’dı. Himmler bir konuşmasında, Yahudi probleminin Almanya ve Almanya’nın işgal ettiği yerlerde genel olarak çözüldüğünü belirtti. 1944’te bu süreç, Alman askerlerinin yenilgileriyle daha zor bir hal aldı. Haziran ayında, müttefikler Fransa topraklarına indi. Hava saldırıları tren ulaşımını zorladı. Bu dönemde, Sovyet Orduları yaklaştığında doğu Polonya’daki kamplar boşaltılıp kapatılmışlardı ve hayatta kalan mahkûmlar, Almanya’ya daha yakın kamplara gönderilmişlerdi. Auschwitz, Sovyet kuvvetlerinin yaklaşmasıyla kapatıldı. Son 13 kadın mahkûm 25 Kasım 1944 tarihinde Auschwitz’te öldürüldü.

Kamplarda neler olduğunu anlatacak bütün deliller yok edilmeye çalışıldı. Gaz odaları bozulup aletler çözüldü. Krematoryumlar patlatıldı. Toplu mezarlar açıldı ve cesetler yakıldı. Polonyalı çiftçilerden bu alanlara ekin ekmeleri istendi, böylece olanlar hakkında hiçbir fikri olmayacaktı kimsenin. Savaşın son haftalarına kadar, Yahudiler kamptan kampa zorla söylenen ölüm marşlarıyla gönderilip durdular. Halihazırda hasta ve yıllarında verdiği yorgunluktan bitkin olan Yahudiler uzun uzun yürütüldü karlı havalarda ve daha sonra yük trenleriyle aç susuz diğer kamplara gönderildi. Duraksayan ve bitap düşenler silahlarla vuruldu. 250.000 Yahudi bu yürüyüşlerde öldü. En meşhur ve en geniş ölüm yürüyüşleri Ocak 1945’te Sovyet ordusunun Polonya’ya girmesiyle gerçekleşti. Sovyetler Auschwitz’e ulaşmadan dokuz gün önce SS 60.000 Yahudiyi Wodzislaw’a doğru trenlere bindirmek amaçlı yürüttü. Yolda 15.000 Yahudi öldü.
Kurtuluş

23 Temmuz 1944 tarihinde ilk büyük kamp, ilerleyen Sovyet askerleri tarafından bulunan Majdanek kampıydı. 20 Ocak 1945 tarihinde Chelmno Sovyetler tarafından kurtarıldı. 27 Ocak 1945’te Sovyetler Auschwitz’i kurtardı. Buchenwald, Amerikalılar tarafından 11 Nisan’da özgür bırakıldı. Bergen-Belsen 15 Nisan’da İngilizler tarafından, Dachau 29 Nisan’da Amerikalılar tarafından,, Ravensbrück Sovyetler tarafından aynı günde,Mauhausen Amerikalılar tarafından 5 Mayıs'ta ve Theresienstadt Sovyetler tarafından 8 Mayıs'ta kurtarıldı. Treblinka, Sobibor ve Belzec Naziler tarafından 1943 yılında yok edilmişti. Albay William W. Quinn, Dachau’da şunları söyledi: “taburlarımız sesler duydu ve dayanılmaz kokuları hissetti. Vahşet o kadar büyüktü ki normal bir akıl anlamakta zorluk çekiyordu

Sovyetlerin keşfettikleri kampların çoğunluğu boşaltılmıştı. Auschwitz’te sadece 7.600 mahkûm sağ bulundu. İçlerindeki 180 çocuk doktorlar tarafından deneylerde kullanılmıştı. 60.000 mahkûm Bergen-Belsen’de İngilizlerce bulundu 13.000 ceset gömülü bulundu ve 10.000 civarında Yahudi ilerleyen haftalarda tifo ve yetersiz beslenmeden öldü İngiliz kuvvetleri, SS i zorlayarak cesetleri toplayıp toplu mezarlara gömmelerini istedi.

KURBANLAR VE TOPLAM ÖLÜ SAYISI
Kurbanların sayısı, “Holokost” un hangi anlamda kullanıldığına göre değişir. Donald Niewyk ve Francis Nicosia Holokost’a Kolombiya Rehberi adlı kitaplarında, Holokost’un genelde beş milyondan fazla Avrupalı Yahudinin kitleler halinde öldürülmesi için kullanıldığını belirttiler.Daha sonra, herkesin bu tanımı tatmin edici bulmadıklarını yazdılar. Martin Gilbert’a göre, toplam sayı altı milyonun biraz altında ve bu sayı içerisindeki Yahudiler, Avrupa’daki 7,3 milyon Yahudinin yüzde 78%’iydi Timothy D. Snyder, Holokost’un iki anlamda kullanıldığını yazdı. Birisi, Nazi Almanyası’nın savaş dönemdeki bütün öldürme politikalarına verilen ad, diğeri ise Yahudilerin Nazi rejimi boyunca maruz kaldıkları zulme verilen addı. Daha geniş tanımlar, yaklaşık üç milyon olan Sovyet savaş mahkûmlarını, iki milyon etnik Polonyalıyı, 1.500.000 civarında Rumen’i, 200.000 özürlü, politik ve dini muhalifleri, 15.000 homoseksüeli ve 5.000 Yehova Şahidini içererek, toplam sayıyı 11 milyona çıkarır. En geniş tanım, altı milyon Sovyet vatandaşını da içerir ve 17 milyona çıkarır kurban sayısını. Birleşik Devletler Holokost Anma Müzesinin yaptığı bir araştırma projesinin sonuçlarına göre, 15–20 milyon arasında insan öldürüldü ya da tutsak edildi. R.J. Rummel, Nazi Almanyası’ndaki toplam ölü sayısının 21 milyon olduğunu belirtti.

Yahudiler
1945 yılından beri, altı milyon, genelde Holokost süresince öldürülen Yahudilerin toplam sayısı olarak kullanıldı. Kudüs’teki Yad Vashem Holokost Şehitleri ve Kahramanları Anma Otoritesi, öldürülen Yahudilerle ilgili kesin bir sayının olmadığını belirtti. En çok kullanılan sayı olan altı milyon, kıdemli SS yetkililerinden Adolf Ecihmann’a dayandırılır. İlk tahminler arasında, Gerald Reitinger’in Final Çözüm (1953) adlı kitabındaki tahminler 4,2-4,5 milyon aralığındaydı, Raul Hilberg’e göre 5,1 ve Jacob Lestschinsky’ye göre 5,95 idi. Holokost Ansiklopedisinde, Yisrael Gutman ve Robert Rozett sayının 5,59 ve 5,86 milyon arasında olduğunu belirtti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde Wolfgang Benz’e göre, sayı 5,29–6,2 arasındaydı. Yad Vashem’e göre, istatistikler, savaş öncesi ve sonrasındaki nüfus sayımlarının karşılaştırılmasından ve Nazi sürgün ve infaz belgelerinden ortaya çıkmıştır. Shoah Kurbanlarının isimlerinin olduğu Yad Vashem veri tabanında üç milyona yakın Holokost kurbanının adı bulunmaktadır ve veri tabanına çevrimiçi ulaşılabilir. Yad Vashem tarihi dokümanlarından ve tanıkların bilgilerinden günümüzde hâlâ bilgi toplamakta.

Auschwitz-Birkenau kampı girişi, 1945
Hilberg’in 5,1 milyon olan tahmini, Avrupa Yahudilerinin Yok Edilmesi kitabının üçüncü baskısında, daha derin açıklanır. 800.000 kişi gettolardan ve genel mahrumiyetten, 1.400.000 kişi açık havada kurşuna dizilerek ve 2.900.000 civarında kişi de kamplarda öldü. Hilberg’e göre, Polonya’daki ölü Yahudi sayısı 3.000.000 civarındaydı. Hilberg’in verdiği rakamların genelde muhafazakâr olarak bilinir, çünkü genelde bu sayılar sadece resmi olarak kayıtlara alınmış kişileri içerir ve istatistiki ayarlamalara yer verilmemiştir. İngiliz tarihçi Martin Gilbert, ölen Yahudi sayısının minimum 5,75 milyon olduğunu belirtmiştir.Lucy S Daidowicz, savaş öncesi nüfus sayımını kullanarak, toplam sayının 5.934 olduğunu belirtti. Almanya tarafından direkt ve a endirekt şekilde kontrol edilen sınırlarda, 8–10 milyon Yahudi vardı (sayının belirsizliği, Sovyetler Birliği’ndeki Yahudilerin sayısının bilinmemesiydi). Holokost süresince öldürülen Yahudiler, böylece Yahudilerin 60–75%'iydi. Polonya’daki 3,3 milyon Yahudinin 90%’ından fazlası öldürüldü. Letonya ve Litvanya’da da aynı oranlarda Yahudi öldürüldü, ama Estonya’daki Yahudiler zamanında ülkeyi terk etti. 1933 yılında Almanya ve Avusturya’daki toplam 750.000 Yahudiden sadece çeyreği hayatta kaldı. Aslında birçok Yahudi 1939 öncesinde Çekoslovakya, Fransa ya da Hollanda’ya göç etti fakat bilindiği gibi daha sonra bu ülkelerin Nazi Almanyası tarafından işgal edilmesiyle daha sonra ölümlerine gönderildiler. Çekoslovakya, Yunanistan, Hollanda ve Yugoslavya’da Yahudileri 70%’i öldürüldü. Romanya, Belçika ve Macaristan’da 50–70% arası öldürüldü. Aynı miktarda Yahudinin Belarus ve Ukrayna da öldürüldüğü bilinir fakat bu oranlar bu ülkeler için kesin değildir. Daha az oranda kayba sahip ülkeler arasında, Bulgaristan, Danimarka, Fransa, İtalya ve Norveç vardır. Arnavutluk, Almanlar tarafından işgal edilip, 1945 yılında 1939 dan daha fazla sayıda Yahudiye sahip tek ülkedir. Ülke içerisindeki ve göç eden Yahudilere sahte kimlikler verildi, birçoğu gerektiğinde saklandı ve genelde 60%’ı Müslüman olan köylerde onurlu bir şekilde misafir edildiler. Bu tahminler göz önünde bulundurulduğunda ölenlerin 80-90%’ı Yahudiydi. Polonya’daki ölen Yahudilerin neredeyse hepsi kamplarda öldü.

İNTİKAMI MÜSLÜMANLARDAN ALMAK...
Yahudi, Müslüman ve Hristiyanlar, uzlaşmaya kapalı duruşları için dini argümanlara başvururlar. Günümüzdeki Arap-İsrail savaşlarının tarihi; Hristiyan, Yahudi ve Müslümanların inançlarından, “söz verilmiş topraklar”, “seçilmiş insanlar” ve seçilmiş şehir Kudüs ile ilgili anlayışlarından etkilenmiştir. Her dinin mensubu insanlar, seçilmiş insanların kendileri olduklarına ve seçilmiş topraklarla seçilmiş şehir Kudüs’ün kendilerine ait olduğuna inanmaktadır.

Tevrat’a göre, Kenan bölgesi ya da Eretz İsrail (İsrail toprakları) tanrı tarafından İsrail oğullarına söz verilmiştir. 1896 yılındaki “Yahudi Devleti” adlı manifestosunda, Theodor Herzl, tekrar tekrar kutsal kitaptaki söz verilmiş topraklar kavramından bahseder. Likud, İsrail topraklarıyla ilgili kutsal kitaptaki iddiaları parti politikasına ekleyen en seçkin partilerden biridir.

Müslümanlar da, Kur’an’a göre, İsrail’in bulunduğu toprakların kendilerine ait olduğuna inanır. Toprakların tanrı tarafından İbrahim’in en küçük oğlu İshak’a söz verilmiş olduğuna inanan Yahudilerin aksine, Müslümanlar; Kenan topraklarının, İbrahim’in büyük oğlu İsmail (Arapların soyunun kökeni olduğuna inanılır)de dâhil olmak üzere, bütün torunlarına söz verildiğine inanır. Müslümanlar, İbrahim Tapınağı ve Tapınak Tepesi gibi birçok kutsal Yahudi alanlarına saygı gösterir. Geçen 1400 yılda, Müslümanlar, bu antik İsrail oğulları toprakları üzerinde birçok İslami abide inşa etti. Bunların arasında, Kubbet-ü Sahra ve Ağlama Duvarı’na oldukça yakın olan Mescid-i Aksa vardır. Bu yakınlık, Müslümanlar ve Yahudileri Kudüs’le ilgili savaşa getirdi. Müslümanlara göre, Muhammed, cennete ilk çıktığında Kudüs’ten geçti. Hamas’a göre, İsrail’in bulunduğu topraklar, Müslüman Araplara aittir ve Müslümanlar tarafından yönetilmelidir.

Hristiyan Siyonistler, Yahudilerin bu topraklar üzerindeki haklarını desteklemekteler çünkü Hristiyan Siyonistlere göre, Yahudilerin İsrail topraklarına dönmesi, İsa’nın ikinci gelişi için bir ön koşuldur.

Milli Hareketler
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, 400 yıl boyunca, Güney Suriye’de dâhil olmak üzere Orta Doğu, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi altındaydı. İmparatorluğun sonlarına doğru, Osmanlılar Türk etnik kimliklerini benimseyip, İmparatorluk içerisinde Türklerin önceliklerini öne sürdüler ve Araplara karşı ayrımcılığa yöneldiler. Osmanlı İmparatorluğu’ndan kurtulma arzusu, birçok Yahudi ve Arabın, Birinci Dünya Savaşı esnasında İtilaf Devletleri’nin yanında olmasına neden oldu. Bu aynı zamanda geniş çaplı bir Arap milliyetçiliğinin önünü açtı. Hem Arap milliyetçiliği hem de Siyonizm ilk olarak Avrupa’da başladı. Siyonist Kongresi, 1897 yılında Basel’de ve Arap Kulübü 1906 yılında Paris’te kuruldu.

19. Yüzyılın sonlarında Avrupa ve Orta Doğu’daki Yahudi toplulukları artarak Güney Suriye’ye göç etmeye ve yerel Osmanlı toprak sahiplerinden toprak almaya başladılar. 19. Yüzyılın sonlarına doğru Güney Suriye’nin nüfusu 600.000’e ulaştı. Bunların çoğu Sünni Müslüman Araplardı ama kayda değer sayılarda Yahudi, Hristiyan, Dürzi, Samiri ve Bahailer de vardı. Bu dönemde Kudüs, duvarlarla çevrili alanı geçmiyordu ve nüfusu 30.000 civarındaydı. Kibbutz adı verilen kolektif çiftlikler kuruldu ve aynı zamanda ilk defa, tamamıyla Yahudiler tarafından yerleşim alanı olarak kullanılan, Tel Aviv şehri kuruldu.

1915-16 yıllarında, Birinci Dünya Savaşı başlama aşamasındayken, Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri, Henry McMahon, Mekke ve Medine’nin yönetiminden sorumlu, Haşimi Ailesi’nin patriği Hüseyin İbn Ali’yle gizlice yazıştı ve Hüseyin’i Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir Arap ayaklanmasına liderlik etmesi için ikna etti. McMahon Araplara, eğer savaşta İngilizlerin yanında olurlarsa, Haşimi’lerin yönettiği bağımsız bir Arap Devleti kurmalarına destek verecekleri sözünü verdi. Bu devlet Filistin’i de kapsayacak ve Osmanlı’nın Arap vilayetlerini içine alacaktı. Arap Ayaklanması T.E. Lawrence (Arabistanlı Lawrence) ve Hüseyin’in oğlu Faysal tarafından yönetildi ve Osmanlılara karşı zaferle sonuçlandı. İngilizler Osmanlı’ya ait birçok alanın kontrolünü ele geçirdi.

Filistin’deki İlk Çatışmalar
1917 yılında, Güney Suriye, İngiliz güçleri tarafından işgal edildi. İngiliz hükümeti Balfour Deklarasyonu’nu yayınladı. Bu deklarasyon, hükümetin, Filistin’de Yahudiler için milli bir vatan kurulmasına sıcak baktığını belirtiyordu ve aynı zamanda bu kuruluş esnasında Filistin’de bulunan gayri-Yahudilerin bütün haklarına (dini ve sivil hakları) sahip çıkılacağını da belirtiyordu. Deklarasyon, başta başbakan David Llyod George olmak üzere birçok İngiliz hükümetindeki kilit ismin, savaşı kazanmak için Yahudi desteğine ihtiyaç duydukları düşüncesinden ortaya çıktı. Arap dünyasında ise, deklarasyon büyük bir endişeyle karşılandı. Savaştan sonra, bölge, 1923 yılında, Filistin İngiliz Mandası olarak İngilizlerin yönetimine geçti ve günümüzdeki İsrail Devleti sınırlarını, Filistin bölgesini ve Gazze şeridini içerdi.

1920 yılında Suriye Arap Krallığı’nın kurulmaya çalışılması başarısızlıkla sonuçlanınca Arap milliyetçileri arasında büyük bir kriz oluştu. Fransız-Suriye savaşının kötü sonuçlarıyla, başkenti Şam olan Haşimi Krallığı yenildi ve Haşimi hükümdar, manda yönetimindeki Irak’a kaçtı. Krizin ilk çarpışması, 1920’de Tel Hai mücadelesiyle Arap ve Yahudiler arasında oldu. Krizin önemli sonuçlarından biri de Hajj Amin el-Hüseyni’nin Şam’dan Kudüs’e dönmesiyle ve Pan-Arabist Haşimi Krallığı’nın çökmesiyle, Arap milliyetçiliğinin, Filistin’de yerel versiyonu oluştu.

Bu dönemde, manda yönetimindeki Filistin’e Yahudi göçü devam etti. Filistinli Araplar, bu Yahudi göç akımını anavatanlarına ve kimliklerine tehdit olarak gördüler. Ayrıca Yahudilerin toprak alım politikaları ve Yahudilere ait işlerde ve çiftliklerde Araplara iş vermemeleri Arapları öfkelendirdi. 1920 yılının başlarında İngiliz yönetiminin Yahudi göçmenlere yaklaşımlarının Araplar için adil olmayan sonuçlar doğurduğu gerekçesiyle gösteriler yapıldı. Aynı yıl bu kızgınlık, El-Hüseyni’nin Kudüs’te ayaklanmaları kışkırtmasıyla, şiddetin meydana çıkmasına neden oldu.1922 tarihli Beyaz Kâğıtta Winston Churchill, Araplara, Belfour Deklarasyonu’nun amacının bir Yahudi Devleti kurmak olmadığını belirtti.

Vladimir Jabotinsky’nin Betar adlı politik grubunun 1929 yılında Ağlama Duvarı’nda gerçekleştirdiği gösterilerden sonra, Kudüs’te bir ayaklanma başladı ve Filistin’in her yanına yayıldı. Araplar 67 Yahudi’yi Hebron şehrinde öldürdü. Daha sonra bu Hebron Katliamı olarak adlandırıldı.

1929 yılındaki ayaklanmaların haftasında 116 Arap ve 133 Yahudi öldü ve 339 kişi yaralandı.

1931 yılına gelindiğinde Filistin’deki nüfusun 17% si Yahudi’ydi ve bu sayı 1922 yılından itibaren 6% artmıştı. Yahudi göçü Nazi’ler Almanya’da yönetime geldiğinde uç noktaya ulaştı ve İngiliz yönetimindeki Filistin’de bulunan Yahudi sayısını ikiye katladı. 1930’ların ortasında İzzettin El Kasım Suriye’den Filistin’e giderek, Kara El adlı anti-Siyonist ve anti-İngiliz milis güçlerini kurdu. Çiftçileri toplayarak askeri eğitim verdi ve 1935 yılına gelindiğinde 800 kadar adamı vardı. Hapishanelerde bombalar ve silahlar vardı ve buralarda Yahudi yerleşimcileri öldürürlerdi. 1936’ya doğru tansiyonun yüksekliği 1936-1939 Filistin Arap Ayaklanmasına götürdü.

Arap tarafından gelen baskılarla birlikte, İngiliz Manda otoritesi Filistin’e göçen Yahudi sayısını oldukça azalttı. Getirilen kısıtlamalar, mandanın sona ermesiyle sona erdi. Bu Nazi Holokost’u ve Avrupa’daki Yahudi göçmenlerin Filistin’e akmasıyla aynı döneme denk geldi. Birçok Filistin’e giriş yasadışı olarak kabul edildi ve bölgede daha fazla probleme sebep oldu. Problemi diplomatik şekilde çözmeye çalışma girişimleri sonuç vermedi ve İngiltere, yeni kurulan Birleşmiş Milletler’ den yardım istedi. 15 Mayıs 1947 tarihinde, BM Genel Kurulu UNSCOP adlı komiteyi görevlendirdi. Komitede 11 devletten temsilciler vardı. Filistin’de gerçekleştirilen beş haftalık çalışmadan sonra, 3 Eylül 1947 tarihinde Genel Kurul’a rapor sunuldu. Raporda bir çoğunluk ve bir azınlık raporu vardı. Çoğunluk raporu Ekonomik olarak bağlı bir Ayrılma Planı sundu. Azınlık raporu ise bağımsız Filistin Devleti’ni önerdi. Birkaç değişiklikle, Ekonomik Birlikle Ayrım Planı, 29 Kasım 1947 tarihinde 181 numaralı çözüm önergesiyle sunuldu. Çözüm önergesi 33 evet 13 hayır ve 10 çekimser oyla kabul edildi. Arap Ligi önergeye karşı oy kullandı. Filistin’de ise Araplar ve Yahudi Filistinliler stratejik noktaları kontrol etmek için açıkça savaşıyorlardı. Her iki tarafta büyük zulümlerle karşı karşıya kaldılar.

Filistin’de Sivil Savaş
Mandanın sona ermesine birkaç hafta kala, Haganah, BM tarafından Yahudi Devleti’ne verilen bütün sınırlarda kontrolü sağlamak için saldırılarda bulundu. Çok sayıda mülteci yarattı bu saldırılar ve Tabariye, Haifa, Safad, Beisan ve Jaffa şehirlerini ele geçirmelerini sağladı. 1948 başlarında, İngiltere, 14 Mayısta manda yönetimi sona erdirmek istediğini çok açık bir şekilde belirtti. Buna cevap olarak, ABD başkanı Harry S. Truman, 25 Martta bölünme yerine BM vekilliğini önerdi. Önerisi esnasında, bölünmenin barışçıl yollarla olmayacağını, acil adımlar atılmazsa, Filistin’de kanun ve düzeni koruyacak hiçbir otoritenin kalmayacağını belirtti. Şiddet ve kan, kutsal topraklara dökülecekti. Ülkedeki insanların geniş çapta bir savaşa gitmesi engellenemeyecekti.

2006 Lübnan Savaşı
2006 İsrail-Lübnan Savaşı, Hizbullah'ın askeri kanadı ile İsrail Savunma Kuvvetleri arasında Lübnan toprakları ve İsrail'in kuzeyinde, 12 Temmuz-14 Ağustos 2006 tarihleri arasında sürmüş olan silahlı çatışmadır.

Kriz, Lübnan'da yerleşmiş Hizbullah örgütünün, 12 Temmuz 2006 tarihinde 2 İsrail askerini kaçırması ve 8'ini öldürmesiyle başlamıştır. Askerlerin kaçırılmasına ek olarak güney Lübnan'daki Hizbullah militanlarının İsrail topraklarına Katyuşya füzeleri ateşlemesi; İsrail tarafından Lübnan'ın bir savaş hareketinde ("act of war") bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır. Bunun üzerine İsrail, Lübnan'a hava ve kara saldırıları yapmış ve ülkenin limanlarını denizden ablukaya almıştır. İsrail'in bu davranışına karşılık olarak Hizbullah, güney Lübnan'dan İsrail'in kuzeyine yaptığı füze saldırılarını şiddetlendirmiştir.

Bir aydan fazla süren çatışmaların ardından, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı 1701 sayılı karar uyarınca 14 Ağustos'da taraflar saldırılarını durdurmuştur. İsrail, Lübnan'a uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 yerel saatle 18:00'e kadar kaldırmayı taahhüt etmiştir. Litanni Nehri'ne kadar olan Güney Lübnan topraklarını işgal etmiş olan İsrail, Lübnan ve UNIFIL askerlerinin konuşlandırılmasına paralel olarak birliklerini geri çekmiştir.

Krizin ilk günlerinden beri aralıksız süren İsrail saldırılarının 1.000'in üzerinde sivil Lübnanlıyı öldürmüş olması, İsrail'in uluslararası alanda çok ağır eleştirilere hedef olmasına sebep olmuştur.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Louise Arbour, kriz sırasında savaş suçlarının işlenmiş olabileceğini söylemiştir

Krizin başlaması
İsrail-Lübnan arasındaki kriz Hizbullah'ın yaptığı saldırıyla başlamış gibi görünüyor olabilir. Lakin krizi başlatan kumsalda denize giren filistinli ailelere yapılan hava saldırısıyla başlamıştır. Ortadoğu'da İslami militanlar ile İsrail arasındaki savaşın tekrar alevlenmesi bir ay kadar önce olmuştur. 9 Haziran'da İsrail'in Gazze Şeridi'ne yaptığı bir saldırıda aynı aileden sekiz kişiyi öldürmesi, Filistin'de iktidarda olan Hamas örgütünün İsrail ile yaptığı ateşkesi sonlandırmasına yol açmıştır. Aynı zamanda 2006 Gazze Krizi'ni başlatan bu olay başta İslam dünyası olmak üzere birçok kesimden tepki almıştır.

Hizbullah'ın saldırısı
12 Temmuz 2006 günüde, yerel saate göre sabah saat 9.05'de, Hizbullah militanları güney Lübnan'daki mevzilerinden İsrail askeri birliklerine ve sınır kasabalarına havan ve füze saldırısında bulundular. Daha sonra ise İsrail ordusunu bağlı iki Humvee personel taşıyıcılarına da saldıran Hizbullah militanları, sekiz askeri öldürdü ve iki tanesini esir aldı.

Hizbullah ve Lübnan polisi, esir alınan İsrail askerlerinin Lübnan topraklarına sızmış olduğunu iddia etmektelerse de, İsrail bu iddiaları reddetmektedir.

İsrail'in tepkisi
Hizbullah'ın Lübnan'da hiçbir engelle karşılaşmadan var olabilmesi ve kaçan militanların Lübnan'da saklanması sebebiyle İsrail hükümeti bu davranışı bir savaş ilanı olarak kabul etmiş ve Lübnan hükümetini sorumlu tutmuştur. Saldırılardan çok kısa bir süre sonra İsrail birlikleri sınırı geçerek takibe başladı ve Güney Lübnan'daki yerleşim merkezlerine hava saldırısı yaptı.

Kaçırılan askerleri kurtarmak için takibe başlayan İsrail birliklerinden bir Merkava tankı bir Hizbullah bombasının üzerinde geçti ve bombanın patlamasıyla havaya uçtu, tankın dört mürettebatı öldü. Hizbullah militanlarıyla çıkan çatışmada, saat öğlen üç sularında bir İsrail askeri daha öldü.

Lübnan'ın bu saldırıdan dolayı çok ağır bir bedel ödeyeceğini söyleyen İsrail genelkurmay Başkanı Korgeneral Dan Halutz, "Lübnan'ı 20 yıl öncesine geri döndürebiliriz" dedi.

Lübnan'ın tutumu
İsrail'in Beyrut hükümetini krizden sorumlu tutmasına rağmen Lübnan başbakanı Fuad Sinyora saldırıdan hükümetinin haberi olmadığını ve Lübnan'ın sorumlu tutulamayacağını söylemiştir. Kriz boyunca ateşkes çağrıları yapmak birlikte, Beyrut hükümeti edilgen bir tutum sergilemiş ve Lübnan silahlı kuvvetleri İsrail birlikleri ile çatışmaya girmekten kaçınmıştır.

Sinyora'nın uluslararası arabulucuların çatışmayı sonlandırması için çağrıda bulunmasına rağmen çatışmalar hala devam etmiştir.

İsrail'in saldırıları
İsrail hava kuvvetleri, Hizbullah militanları ve liderlerinin bulunduğunu tahmin ettikleri bölgelere hava saldırıları yapmaya başladı. Ayrıca, Suriye ve İran'ın Hizbullah'ı desteklemesini engellemek iddiasıyla Beyrut ve çevresindeki altyapı tesislerine ve yollara saldırılar düzenledi.

13 Temmuz'da yapılan saldırılar sonucu Beyrut Havalimanı hasar gördü ve uçuşlara kapatıldı. Bunun yanı sıra İsrail uçaklarının dört haftayı aşan yoğun bombardımanı sonucunda Beyrut'ta ve çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu köy ve kasabalarda 1000'den fazla sivil öldürüldü. Başta Beyrut'ta olmak üzere Lübnan'da büyük derecede maddi hasar meydana geldi. Hastaneler, yollar ve televizyon/radyo istasyonları da İsrail saldırıları sonucunda yıkıldı. Lübnan hükümeti, Lübnan'da meydana gelen maddi zararın yaklaşık 2.5 milyar dolar civarında olduğunu söylemiştir.

Saldırılarda ölenler arasında Lübnan'da bulunan yabancılar da bulunuyor. Fakat, kısa bir süre içinde birçok devlet kendi vatandaşlarını deniz yoluyla tahliye etti. Bu tahliyelerin çoğunluğunda Türkiye önemli roller oynamış, taşımacılık ve ev sahipliği yapmıştır. Buna karşın İsrail, Avustralyalıları taşıyan gemiye taciz atışları gerçekleştirmiştir.

İsrail hava saldırıları sırasında Birleşmiş Milletler'e bağlı bir gözlemleme tesisi füzeler tarafından vuruldu ve 4 silâhsız Birleşmiş Milletler personeli hayatını kaybetti. 25 Temmuz'da gerçekleşen bu saldırının sonrasında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, İsrail'in kasten bu saldırıyı gerçekleştirdiğini söylemişse de, İsrail bu iddiayı reddetmiş ve olaydan derin üzüntü duyulduğunu söylemiştir. Saldırıya rağmen Birleşmiş Milletler, ABD'nin veto hakkını kullanmasıyla İsrail'e karşı bir "kınama" kararı alamamıştır.

Hizbullah'ın saldırıları
İsrail'in ilk tepkisinden sonra açıklama yapan Hizbullah, ellerinde İsrail'i vurabilecekleri 13,000 füze olduğunu söylemiştir. Kriz boyunca Hizbullah tarafından, güney Lübnan'daki mevzilerinden İsrail'in kuzeyindeki şehir kasaba ve köylere 3.970 roket fırlatıldı. Bu füzelerden bazıları İsrail'in orta kesiminde yer alan Hadera şehrine kadar ulaştı. Hizbullah'ın roket saldırılarında 40'ın üstünde İsrailli öldü. İsrail Savunma bakanı Hizbullah'ın saldırılarının başlamasından sonra yaklaşık 1.000.000 sivilin ülkenin değişik bölgelerine yerleştirildiğini açıkladı.

Hizbullah, Katyuşa füzelerine ek olarak İran yapımı Fajr-3 ve Ra'ad 1 füzeleri ile de İsrail topraklarına bombalamıştır.Ayrıca Hizbullah Rus yapımı tanksavarlar sayesinde dünyanın en iyi tanklarından biri olarak kabul edilen Merkava tanklarını vurmayı başarmıştır. Bu tanksavarlar ve daha birçok Rus yapımı silah savaşın Hizbullah lehine dönmesinde çok büyük bir rol oynamıştır.

Bunlara ek olarak, İsrail donanmasının savaş gemilerinden biri olan Saar-5, radarla çalışan Çin yapımı C-802 tipi bir füzeye hedef olmuştur.

Barış girişimleri
Krizin başlangıcından beri birçok barış girişimi olmuşsa da çatışmalar ancak krizin başlamasından bir ay sonra durmuştur. Tarafların ateşkesin koşulları üzerinde anlaşamaması çatışmaların durmasını geciktiren en önemli unsur olmuştur.

Hizbullah ve Lübnan, çatışmaların derhal ve koşulsuz olarak durması gerektiğini savunurken İsrail ateşkes yapılmadan önce bazı koşulların yerine gelmesi gerektiğini söylemiştir. İsrail başbakanı Ehud Olmert, kaçırılan İsrail askerleri iade edilmeden ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı 1559 numaralı karar gereğince Hizbullah silahsızlandırılıp Lübnan ordusu İsrail sınırına yerleşmeden ateşkes olmayacağını söylemiştir.

15 Temmuz'de Birleşmiş Miletler Güvenlik Konseyi, gündemine aldığı ateşkes çağrısını ABD'nin karşı oy kullanmasıyla reddetmiştir.

Kriz, Roma'da yapılan; Suriye ve İran dışındaki Arap ulusları, Avrupa Birliği, ABD ve Rusya'nın temsil edildiği bir konferans ile çözümlenmeye çalışılmış olsa da bu konferans sonucunda taraflar arasında ateşkes sağlanamamıştır. Konferans sırasında Lübnan başbakanı Fuat Sinyora, kendi hükümetinin hazırladığı ateşkes planını sunmuşsa da plan kabul edilmemiştir.

Gazze Savaşı
Gazze Savaşı, İsrail Savunma Kuvvetleri'nin, Işık Bayramı'nın devam ettiği 27 Aralık 2008 tarihinde yerel saatle 09:30 sıralarında Hamas'ın İsrailli sivillere ve askeri birimlere karşı kassam roketli saldırılar yaptığı gerekçesi ile başlattığı savaş. İsrail'in savaşta sadece 3 vatandaşı hayatını kaybederken yaptığı saldırılar nedeniyle Gazze'de 1133 insan hayatını kaybetmiş 4000'den fazla insan yaralanmış ve on binlerce insan evsiz kalmış ve yaşam alanını terk etmek zorunda kalmıştır.

19 Haziran'da Mısır'ın arabuluculuğuyla 6 aylık ateşkes ilan edildi. 24 Haziran'da İsrail bir İslami Cihad komutanını öldürdü. Aynı gün İsrail'e üç Kassam roketi atıldı, 2 kişi yaralandı. 26 Haziran'da El Fetih İsrail'e roketler gönderdi. Aynı gün Hamas İsrail'in Gazze şeridindeki sınır kapılarını açmamasını ateşkesin ihlali olarak nitelendirdi. Bu nitelemenin ardından Gazze şeridinden İsrail'e her ay çok sayıda roket ve havan topu atışı devam etti, ancak ne İslami Cihad, ne El Fetih, ne de Hamas bu atışların sorumluluğunu üstlenmedi.

4 Kasım'da İsrail askerleri Gazze şeridine operasyon düzenleyip 6 Hamas üyesini öldürdüler. Operasyonun sebebinin sınırın altından kazılan, İsrail karakolunu basıp askerleri rehin almayı hedefleyen bir tünel olduğu söylendi.

13 Aralık'ta İsrail, Hamas'ın da onayıyla ateşkesin devam etmesini istediğini açıkladı. Ancak daha önceki açıklamalarında da ateşkesin devam etmesini Filistin halkının istemediğini söyleyen Hamas, 20 Aralık'ta İsrail sınırı açmadığı için ateşkesi sürdürmeyeceklerini belirterek batı Negev'e havan ve roket atışlarına başladı. Hamas, ateşkesi bozmalarının sebebinin Gazze sınırının açılmaması, dolayısıyla sadece insani yardımların ulaşması olduğunu belirtti. İsrail, Hamas'ın roket ve havan atışları ile silah kaçakçılığını durdurması halinde sınırı açacağını belirtti. Hamas'ın razı gelmemesi üzerine Gazze ablukası devam etti.

23 Aralık'ta İsrail ordusu Gazze sınırına patlayıcı yerleştirmeye çalışan üç Filistinliyi öldürdü. 24 Aralık'ta 24 saat içinde İsrail'e 700'den fazla roket düştü. Negev'e 60'tan fazla Katyuşa ve Kassam roketi ile havan mermisi isabet etti. Hamas İsrail hedeflerine 87 roket ve havan mermisi attığını açıkladı. İsrail ordusuna operasyon izni çıktı.

26 Aralık'ta İsrail, Gazze şeridine beş geçiş kapısını insani yardımlar için açtı. Kapılardan 100 kamyon tahıl, insani yardım ve diğer mallar Gazze'ye taşındı. Ayrıca Gazze'deki elektrik santralinin yakıt vanaları açıldı. Bu hamleye rağmen Gazze şeridinden bir düzine civarı roket ve havan mermisi ateşlendi. İsrail, kapıları açmasına rağmen Hamas'ın davranışına göre operasyon yapıp yapmayacağını 28 Aralık'ta açıklayacağını bildirdi.

Gelişmeler
İHH İnsani Yardım Vakfı, Gazze'ye bir yardım filosu gönderme kararı almıştır. Filo yola çıkmış; ancak İsrail özel timi tarafından "Uluslararası sularda" silahlı saldırıya uğramış ve Gazze filosu saldırısına yol açmıştır. Saldırıda 9 kişi ölmüş ve 60 kişi yaralanmıştır.

Ağustos 2011 Gazze Şeridi hava saldırıları
18 Ağustos 2011 tarihinde, İsrail’in güneyindeki, Mısır sınırına yakın olan, 12. anayola düzenlenen ve daha sonra paralel ataklarla sürdürülen bir seri saldırıdır. Saldırılar 4 kişilik gruplardan oluşan 12 militan tarafından gerçekleştirilmiştir. Saldırılar öncesinde İsrail iç güvenlik servisi Şin Bet, bölgede büyük bir terörist saldırısı beklediklerini belirtti ve bölgeye taburlar konumlandırıldı. Militanlar önce 12 nolu anayol üzerindeki yolcu otobüsüne Eliat yakınlarında ateş açtı. Birkaç dakika sonra, Israil-Mısır sınırı uzerindeki bir İsrail askeri devriyesinin yanında bomba patlatıldı. Üçüncü saldırıda, bir tanksavar, özel bir aracı vurarak dört sivilin ölmesine sebep oldu. Sekiz İsrailli bu çok aşamalı saldırılarda hayatını kaybetti. İsrail Güvenlik Güçleri sekiz saldırganın öldürüldüğünü raporladılar ve Mısır güvenlik güçleri ise iki saldırganı öldürdüklerini bildirdiler.

Beş Mısırlı asker saldırılar esnasında öldürüldü. Mısır’a göre, ölen mısırlı askerler, Mısır sınırı boyunca militanlari takip eden İsrail güvenlik güçleri tarafından öldürülmüştü, İsrailli bir subaya göre ise, sınırdan Mısır tarafına geçen bir canlı bomba tarafından öldürülmüşlerdi. Beş ölü asker, İsrail ve Mısır arasında diplomatik münakaşalara neden oldu ve Kahire’deki İsrail elçiliğinin önünde protestolar yapıldı. Medyaya göre, Mısır, İsrail’deki elçisini çekmekle tehdit etti, ama daha sonra Mısır dışişleri bakanı bu haberi yalanladı  İsrail ölümlerden dolayi pişmanlıklarını resmi bir özür mektubuyla Mısır’a iletti. İsrail Güvenlik Güçleri bu olayla ilgili askeri soruşturma başlattı ve 25 ağustos 2011 yılında, İsrail, Mısırla ortak inceleme kararı aldı.

Saldırganların üçünün Mısırlı olduğuyla ilgili ortaya atılan haberler herkes tarafından doğru bulunmadı ve şimdiye kadar hiçbir grup saldırılardan sorumlu olduklarını açıklamadı. İsrail hükümeti, Gazze merkezli, silahli militanlarla saldırılar düzenleyen Filistin Halk Kurtuluş Cephesini sorumlu tuttu fakat Filistin Halk Kurtuluş Örgütü saldırılarla alakasının olmadığını belirtti. Buna rağmen, İsrail, saldırılardan hemen sonra Gazze şeridindeki 7 hedefi vurarak, Kurtuluş Cephesinin liderini ve dört militanını öldürdü.

21 Ağustos 2011 tarihinde, İsrail ve Hamas arasında, gittikçe artan ve 15 Filistinlinin öldürüldüğü saldırılardan dolayı resmi olmayan bir ateşkes ilan edildi. 100 den fazla roket ve havan topu Gazze’den İsraile fırlatıldı. Bir İsrailli öldü ve bir düzine sivil yaralandı. Ateşkes, Gazze tarafından güney İsrail’e fırlatılan bir roketle çok kısa bir sürede sona erdi ve İsrail havadan misillemeler yaptı ve 7 Filistinliyi öldürdü. Ölenlerin arasında Filistin İslamî Cihat Örgütü’nün iki lideri de vardı. 26 Ağustos 2011 tarihinde Gazze’li militanlar ikinci ateşkes için çağrıda bulundu. 9 Mart 2012’de İsrail Hava Kuvvetleri, Gazze’ye yönelik saldırılarında, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin genel sekreteri Zuhir El-Qaisi’yi öldürdü. İsrail’e göre El-Qaisi 18 Ağustos 2011 Saldırılarının baş yöneticilerinden biriydi.

12 nolu anayolunun güney kısmı İsrail-Mısır sınırıyla bitişiktir. 1990lı yıllardaki çeşitli saldırılar burada gerçekleşti. 2000 yılının sonuna doğru İsrail hükümeti İsrail-Mısır bariyerini kurma kararı aldı, ama 2011 yılına doğru 10% u tamamlanmıştı ama saldırı bu tamamlanan alanın oldukça uzağında gerçekleşti.

2011 yılındaki Mısır ihtilalinin ardından, militan gruplar Sina Yarımadası’ndaki aktivitelerini artırdı ve El-Kaide militan grupları kuruldu. Saldırılardan önceki aylarda, İsrail’e giden doğal gazın akışını etkileyen beş patlama sonrasnda, Mısır, Sina yarımadasındaki silahli güçlerini 1000 yeni askerle güçlendirdi. Mısır bunu yaparken İsrail’in rızasını aldı.

30 Temmuzda, militanlar, Mısır El-Arish’teki bir polis karakoluna saldırdılar ve altı kişiyi öldürdüler.

2 ağustosta, El-Kaide’nin Sina kanadı olduğunu iddia eden bir grup, Sina İslami Halifeliği’ni kurmayı amaçladıklarını deklare etti.

14 Ağustos 2011’de Mısır güçleri Sina Yarımadasını, teröristlerin hücrelerini araştırma amacıyla süpürdü. Ürdün istihbaratı, İsrail’e, güneyde gerçekleşmesini bekledikleri bir terör saldırısıyla ilgili bilgiye sahip olduklarını iletti. Saldırılardan iki gün önce, Mısır ordusu, Sina Yarımadasının Kuzeyindeki bir boru hattını patlatmayı amaçlayan dört İslami başkaldırı üyesini yakaladı.

Şin Bet, güneyde 80 km uzunluğundaki bu bölgede bir terörist saldırısı olacağını ve saldırının gece gerçekleşeceğiyle ilgili uyarıda bulundu. Bu uyarılar, İsrail Güvenlik güçlerinin bölgeye çok sayıda tabur göndermesine ve 12 nolu anayolun kapanmasına sebep oldu. Yol, saldırıların olduğu gün, İsrail Güvenlik Güçlerinin güney komutası başkanı Tal Russo’nun emriyle açıldı.

18 Ağustos Sınır Ötesi Saldırıları ve İsrail’in Ani Cevabı
Asıl saldırılar üç koordine aşamada gerçekleşti. Saldırılar 12 militan tarafından 4 er kişilik gruplarla 12 km uzunluğundaki bir alanda gerçekleşti. Bazı saldırganlar, Mısır Ordusu’nda kullanılan kahverengi üniformalara benzeyen üniformaları giyiyordu. İsrail ordusu ve polis kuvvetleri, Şin Bet’le işbirliği yaparak saldırganları hemen yakaladı ve alanı kapadı.

Saldırılar saat 12.00 civarında, Ein Netafim çeşmesinin yakınında, Mitzpe Ramon’dan Eliat’a uzanan 12 nolu anayol üzerinde gerçekleşti. 3 militan 200 metre aralıklarla yerleştiler saldırı alanlarına. Üzerlerinde patlatılmaya hazır bomba yelekleri, el bombaları, RPGler ve makineli silahlar vardı. 392 hattındaki, içindeki çoğunlukla asklerin bulunduğu ama sivillerinde olduğu, Egged yolcu otobüsüne saldırganlar tarafından ateş açıldı. Çoğunluğu asker olan yedi yolcu yaralandı. Tanıklara göre, otobüsü beyaz bir araba takip ediyordu ve askeri üniformalar giyinen kişiler araçtan inip ateş açtılar. Şöför Benny Belevsky, aracı durdurmayıp hızla uzaklaştı ve İsrail Güvenlik Güçlerinin Netafim sınır geçiş noktasına yakın olan bir karakoluna doğru sürdü.

Mısır ordusuna ait üniformaya benzeyen üniformalar giyinen militanlar, geçen araçlara saldırmaya başladılar ve geçen motorcuları kandırmak için beyaz mendil salladılar. Militanlardan biri yanından geçen otobüse saldırdı ve giydiği intihar bombasını patlattı. Araç boştu ama saldırganla şöför öldüler. Diğer bir militan geçen bir araca saldırdı ve sürücüsü olan kadını öldürdü. Aynı militan İsrail Güvenlik Güçlerine ait bir helikoptere RPG ile ateş etti ama kaçırdı. Güvenlik güçlerine ait bir cip Golani tugayından gelip militana çarpıp üzerinde geçti. Aynı tugaya ait diğer bir cip yol kenarındaki bir bombanın üzerinden geçti. Zarar gören cipten çıkmaya çalışan askerlere hayatta kalan bir militan ateş açtı. Askerler ve Yamam özel polis kuvvetlerinin elemanları militanı bulup öldürdüler çatışma esnasında. İki militan Mısır sınırından ateş açtı. İsrail güçleri hızlıca sınırı geçip ikisini de öldürdüler. Bir İsrailli asker yanlışlıkla dost ateşinden öldü ve birçok asker yaralandı. Mısır ordusu İsrail güçlerine Sina’da iki militan öldürdüklerini bildirdi.

12.35’teki üçüncü saldırıda, İsrail askerlerinin üzerine İsrail-Mısır sınırında kurulmuş olan güvenlik örgütleri üzerinde yaptıkları rutin onarım esnasında, havan mermileriyle ateş açıldı. Saldırıda herhangi bir can kaybı gerçekleşmedi.

13.30’a doğru, militanlar, tank savarlarla birlikte ateş açtı. Ürdün sınırı yakınlarında bulunan 90 nolu hat üzerindeki bir otobüs ve araca saldırdılar. Doktorlara göre, saldırılarda beş kişi öldü. Başka bir aracın tank savarla vurulmasıyla birlikte yedi kişi yaralandı. Görgü tanıkları bazı saldırganların Mısır Ordusu Üniforması giydiğini belirttiler. İki İsrail Hava Kuvvetleri helikopteri, yaralıları kurtarmak için bölgeye çağırıldı. 18.30 civarında, militanları arayan bir İsrail devriyesi üzerine Mısır tarafından ateş açıldı. İsrail askerleri de ateşle cevap verdi ve çatışma bir saat sürdü. Yamam özel timinden bir sniper kullanıcısı asker ciddi bir şekilde yaralandı ve daha sonra öldü. Çatışma haberleri İsrail Güvenlik Bakanı Ehud Barak ve Kurmay Başkanı Benny Gantz’ın verdiği brifingi böldü.

Mısır’ın yaptığı araştırmalara göre, İsrail taburlar teröristleri kovalarken Sina Yarımadasına girdi ve Mısırlı polislerle çatışma durumuna geçtiler ve daha sonra İsrail helikopteri teröristlere iki roket attı ve Mısırlı güvenlik güçlerinin üzerine makineli tüfeklerle ateş açtı. Bu saldırılarla Mısırlı bir subay ve iki polis öldürüldü. Canlı bomba olduğu raporlanan sonraki bir saldırı esnasında diğer iki Mısırlı asker öldürüldü fakat daha sonra bu ölümlerin İsrail kuvvetleri tarafından açılan ateşlerden dolayı olduğu öne sürüldü. Bazı İsrailli kaynaklar, soruşturmalar sonucu helikopterlerden açılan ateşin Mısırlı askerleri vurmaktan kaçındığını ve ölümlere sebep olan atışların kimin tarafından geldiğinin bilinmediğini belirtti.

Beş ölü iki ülke arasında diplomatik krize sebep oldu ve Kahire’deki İsrail elçiliği önünde protestolar gerçekleştirildi.

Saldırılardan sonra, Eliat’a giden bütün yollar kapatıldı ve Ovda Havaalanındaki bütün operasyonlar askıya alındı. Eliat şehri girişine bariyerler kuruldu ve alan çevrelendi. İsrai’in Acil Yardım, afet, medikal yardım ve kan bankası olan kurum, Kızılkalkan (Magen David Adom) alarm durumunu yükseltti ve tıbbi cihazlarla donanan doktor ekipleri kurdu. Eliat’taki İsrail Hava Kuvvetleri çok sayıda güvenlik gücü elemanını görevlendirdi. Yaralanan 29 kişinin 7 si önce Yoseftal Tıbbi Merkezi’ne götürüldü ve daha sonra Beersheba’daki Soroka Tıbbi Merkezine transfer edildiler. Polis halka, Eliat girişinde bariyerler olacağını ve şehirde yoğun bir polis varlığının olağını bildirdi. Ayrıca uyanık olmalarını ve şüpheli kişiler ya da cisimler gördüklerinde polisi aramalarını da bildirdiler.

2014 İsrail-Gazze çatışması
2014 İsrail-Gazze çatışması ya da İsrail hükümetinin ifade ettiği adla Koruyucu Hat Operasyonu İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF)'nin 8 Temmuz 2014'te Gazze Şeridi'ne yönelik başlattığı kara, hava ve deniz operasyonlarını içeren askeri harekat.

Kara harekatı
İsrail Savunma Kuvvetleri tarafından 17 Temmuz 2014 gecesinde Gazze'deki Filistinli sivillere yönelik başlatılan ve Filistin sınırları içerisinde gerçekleştirilen kara harekatı sonrası on binlerce Filistin'li Gazze'den sürülerek Birleşmiş Milletler'in kontrolündeki 6 okula sığınmıştır.

Çocuk ve sivillere yönelik saldırılar
Gazze'de yaşayan Hamas varlığı hedef gösterilerek, Filistinliler'e yönelik olarak İsrail Savunma Kuvvetleri'nce başlatılan ve Koruyucu Hat Operasyonu olarak adlandırılan karadan ve havadan saldırıları ve operasyonlarda sivil ve çocuk ayrımı gözetmeksizin tüm Gazze coğrafyasında yaşayan bireyler hedef alınmış, bunun bir sonucu olarak İsrail askerlerinin saldırıları sonucu sivil ve çocuk ölümleri yaşanmıştır. Çocuk ve sivillere yönelik saldırılar uluslararası kamuoyunda da yankı uyandırmıştır.



28 Temmuz tarihinde Fransız Haber Ajansı bir İsrail tankının bir çocuğu hedef aldığını açıklamış, saldırılarda havadan ve karadan İsrail saldırılarının hedefi olan Filistinli yaralı sivillerin tedavi gördüğü Şifa Hastanesi İsrail Savunma Kuvvetleri tarafından 29 Temmuz tarihinde bombalanmış, 10'dan fazla çocuk hayatını kaybetmişti.

İsrail saldırıları sonucunda Gazze'de sağlık hizmetleri durma noktasına gelmiş, hastanelerde ilaç ve tıbbi malzeme eksikliği giderek artmakta, saldırılarda yaralanan ancak hastaneye getirilen yaralılar yaşamanı kaybetmektedir.

Elektrik santralinin bombalanması
İsrail Hava Kuvvetleri tarafından düzenlenen, Gazze'deki hükümet ve camileri de hedef alan saldırılardan birinde de Gazze'deki hayati önem arz eden tek elektrik santrali 19 Temmuz tarihinde bombalanmıştır.

Şucaiyye katliamı
Gazze'nin Şucaiyye mahallesine rastgele açılan ateş sonucu 72 Filistinli sivil hayatını kaybetti. 420 kişinin yaralandığı katliamda, Uluslararası Kızılhaç Örgütü'nün ölü ve yaralıların çıkarılması için İsrail ordusu'nun onayı ile saat 13.30'da başlayan 2 saatlik ateşkes, 15.30 sona erdi.

Zaman çizelgesi
20 Temmuz tarihinde Gazze'ye yönelik süren İsrail saldırılarında 378 Filistin'li yaşamını yitirirken 2 bin 685 yaralı olduğu bildirildi. Eski Filistin hükümeti sağlık bakanlığı sözcüsü Eşref el Kudra, İsrail Hava Kuvvetleri tarafından 21 Temmuz tarihinde hedef alınan bir hastanede en az dört Filistinli'nin hayatını kaybettiğini söyledi. El Kudra, olayda 16 kişinin de yaralandığını belirtti.

27 Temmuz tarihinde iki taraf için geçerli 12 saatlik ateşkes ilan edildi. Fakat İsrail ateşkesin üzerinden 2 saat geçtikten sonra ateşkesi ihlal edip kara saldırısına devam etti. İsrail'in attığı füzelerden 40 kişi daha hayatını kaybetti.

Almanya Başbakanı Angela Merkel İsraili desteklediklerini ve Hamas'ın bu teröre son vermesi gerektiğini dile getirmiştir.
Cem Sultan
Yorum Yazın
sohbet islami chat omegle tv türk sohbet islami sohbet cinsel sohbet