Bunlar unutulacak mı?
Türkiye'de başörtüsü ve türban sorunu, başta üniversite öğrencilerine yönelik olmak üzere bütün kamu ve bazı özel kurumlarda kadın çalışanlara uygulanan türban yasağı ile bu yasağın sosyal ve siyasal etkileri etrafında yaşanan sorunlardan biri olmuştu. Siyasal İslam'ın simgesi olduğu iddia edilen türbanı kamusal alanda yasaklayan mahkeme kararları ve bu kararların türban dışında da başörtüsü tiplerine uygulanması, bu sorunun temelini oluşturmuştu.
Türkiye’de başörtüsü yasağının en fazla mağduriyet ve tartışma yarattığı yer üniversiteler oldu. Bir dönem başları örtülü olduğu için birçok öğrenci yükseköğrenim hakkını kullanamadı.
Yasaklarla ilgili uygulamalar, 1990'ların ikinci yarısındaki “28 Şubat süreciyle” zirveye çıktı. Muhafazakar AK Parti hükümetinin iktidara gelmesi de, yasağın hemen kalkması sonucunu getiremedi. Hatta 2007'de AKP'nin Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül'ün eşinin başörtülü olması, askerlerin "e-muhtıra" olarak bilinen 27 Nisan bildirisini yayınlamalarının başlıca sebepleri arasındaydı.

Rektörler! İlk hedef başörtüsü
Ya eğitim ya başörtüsü sorunu İmam Hatip liselerinde bulunmadığı için genellikle örtülü bayanlar bu okulları tercih etmek zorunda kaldı. ÖSS-ÖYS’deki başarıları da artınca büyük illerdeki bazı okullar talep nedeniyle birkaç şube açmak zorunda kalıyorlardı. Üstelik yükseköğretim kurumlarında da boy göstermeye başlamışlardı. Hemen duruma el konulmalıydı. Daha önce 12 Mart muhtırası ve 12 Eylül askeri darbesinin yapamadığı yapılmalıydı.
YÖK Başkanı Kemal Gürüz, ”Başörtülü öğrencileri üniversitelerine almayın!”
Bu yüzden 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında topyekün savaş ilan edildi. “Kıyafet Kanununa aykırı olarak rtaya çıkan uygulamalara kesinlikle mani olunmalı” kararının altına imzalar atıldı. Tüm üniversite rektörlerine iletilerek karar uygulamaya konuldu. Kolları sıvayan YÖK Başkanı Kemal Gürüz işe rektörleri başörtülü öğrencileri üniversitelerine almayın uyarısıyla başladı. İÜ Rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun eline de koz geçmişti. Önceleri saç, sakal uzatanları, küpe takanları da arada kaynatırken artık tek başörtüsü ile mücadele verecekti.

Sahne: 28 Şubat
Artık film başlamıştı. İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, bilime ara verip başörtüsü yasağına takmıştı kafayı. İrticayı eğitimden uzak tutmak için tam anlamıyla her yol denendi. Yasakçı uygulamalardan yönetim kadrolarındaki öğretim görevlileri de paylarına düşeni aldı. Yetkileri gasp edilen 1 dekan ve 3 bölüm başkanı görevinden uzaklaştırılan ilk mağdurlardan oldu.

Üniversitelerdeki ikna odalarında işkence mi yapılıyordu?
Şaşırtıcı ataklar için yöntemde değişikliğe gidilmeliydi. Alemdaroğlu işkence diğer adı ile ikna odaları kurdurdu. Hitler faşizmini andıran bu psikolojik baskı ile hesaba çekilen öğrencilerden bir kısmı fazla direnemedi.
Aralık 98’de toplanan YÖK Yürütme Kurulu, ÖSYM'nin yükseköğretim kurumlarına öğrenci alımıyla ilgili yaptığı bütün sınavların başvurularında “Başörtüsüz fotoğraf” koşulunu getirdi. Ayrıca LES, TUS ve YÖS’de de bu şart geçerliydi. Sınırlamaların yanı sıra öğrencilerin okuldan atılmasının alt yapısı olarak toplu disiplin cezalarının verilmesini gündeme alındı.
Böylece 1999 yılında başörtülü öğrencilerin kökü kazınmış olacaktı.
YÖK 98 yılı raporunu sunduğunda sinsi oyunun kurban rakamları da ortaya çıkmış oldu.
İşte gurur tabloları:
- Kılık- kıyafet genelgesine uymadığı gerekçesiyle 101’i bir veya iki yarıyıl olmak üzere toplam 637 öğrenci okuldan uzaklaştırıldı.
- 1579 öğrenciye uyarı, 1017 öğrenciye kınama cezası verildi.
- 1006 öğrenci hakkında soruşturma açıldı.
- Disiplin yönetmeliğine aykırı davrandığı gerekçesiyle 25 öğretim görevlisi ve idari personel, üniversite öğretim üyeliği mesleğinden veya kamu görevinden çıkarıldı.
- 91 üniversite görevlisine aylıktan kesme, 140’ına kınama, 216’sına uyarma ve 9’una da kademede ilerleme cezası uygulandı.
YÖK Başkanı Kemal Gürüz, başarı sağladığını düşünerek kararttığı hayatlar için şu yanlış cümleyi kurdu; “Türbanlı öğrenciler aydınlatıldı ve aydınlatılmaya devam edilecek.”
Erkek öğrenciler kızların başını açtırmayarak onlarla direnişe katıldı!
2001 yılına gelindiğinde yasak Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde de uygulanmaya başlandı. Üstelik burada ekranlardan tanıdığımız bir isim, Zekeriya Beyaz görev yapıyordu. Onun tutumu da diğerlerinden farklı olmadı. 10 Ocak sabahı yaklaşık bin 500 kız öğrenciyi kapıda bir sürpriz bekliyordu. Kampüs girişinde polislerin “Ya başınızı açarsınız ya giremezsiniz” engeliyle karşılaştılar. Onlar girmemeyi tercih etti. Başörtülü öğrencilerin direnişine bin 100 erkek öğrenci de içeri girmeyerek destek verdi. Böylece arkadaşlarının cezalarına da ortak olmuşlardı.

İlk başörtülü öğrenci
Üniversitelerdeki ilk başörtülü öğrenci 1964 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nde ortaya çıktı. Tıp öğrencisi Gülsen Ataseven Cerrahpaşa'yı birincilikle bitirdi ancak başı örtülü olduğu için kürsüye çıkarılmadı.

İlk eylemci halasıydı
Daha önce yaşanan bu iki başörtüsü olayı bireysel girişimler boyutunda kalırken üniversitelerde ilk başörtüsü eylemcisi üç yıl sonra ortaya çıktı. Eylemcinin ismi pek bilinmese de soy ismi bugün artık çok tanıdık: BABACAN.
İlk ögrenci eylemi
AKP Hükümeti'nde iki dönemdir bakanlık yapan Ali Babacan'ın halası Hatice Babacan, 1967'de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ndeki derslerine başını örterek girmeye başladı. Okul yönetimi tepki gösterince, öğrenci eylemleri başladı. İşin ilginç tarafı bu eylem Türkiye'de yapılan ilk öğrenci eylemi olarak tarih sayfalarındaki yerini aldı. Ancak sonunda kaybeden Hatice Babacan oldu ve okuldan atıldı.
İlk eylemci “Şenler”
Türkiye'nin ilk türban eylemcisi ise Şule Yüksel Şenler oldu. İstanbul'da eyleme başlayan Şenler, Mehmet Şevket Eygi ile il il dolaşıp kadınlara tesettür çağrısında bulundu. "Başörtüsü saçı ve gerdanı gizlemeli, vücut hatlarını belli etmeyen manto veya pardösü giyilmeli" diyerek tesettürün ana hatlarını çizdi. O günlerde türbanın adı "Şulebaş" oldu.

Hapse girdi
Başörtüsü yüzünden hapis yatan ilk eylemci de Şenler oldu. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, "Sokaklardaki başı kapalı hanımların öncüleri cezalarını görecekler uyarısında bulununca Şenler onu özür dilemeye çağırdı. Sunay özür dilemedi ama Şenler, Cumhurbaşkanına hakaretten hapse girdi.
Türkiye Şulebaş’la tanıştı
Cumhurbaşkanı Sunay, Şenler'i 2 ay sonra affetti ama Şenler affı reddetti. Şenleri örnek alan gençler başlarını onun gibi bağlamaya başlayınca Türkiye, "Şulebaş" kavramıyla da tanışmış oldu.
Adliye'de bir türbanlı
Adliye koridorlarında görülen ilk türbanlı avukat ise Emine Aykenar oldu. 1970'lerin başlarında duruşmalara türbanıyla girmek isteyen Aykenar protesto edildi. Baro, 29 Nisan 1973'te Aykenar'ı ihraç etti. Aykenar, kararı Danıştay'a taşıda ancak mücadeleyi orada da kaybedince avukatlığa dönemedi ve Milli Gazete'de yazı yazmaya başladı.
YÖK yasağı başlıyor
1980 darbesinden sonra kurulan YÖK'ün 1982'deki kıyafet genelgesine göre başörtüsü yasaklandı. Ancak yine bu yasağı kaldırmak için YÖK girişimde bulundu. 1984'te YÖK, boynu açıkta bırakacak ve kulakların arkasından dolanarak bağlanılan örtülere izin verdi. Ancak Cumhurbaşkanı Kenan Evren, "Türkiyede irtica tehlikesi var" deyince 1987de başörtüsü yeniden yasaklanarak disiplin suçu kapsamına alındı.
Evren'den irtica uyarısı
1982 yılında YÖK tarafından çıkarılan kıyafet genelgesiyle başörtüsü üniversitelerde yasaklandı. Bu yasağı kaldırmak için ilk adımsa 1984de atıldı. YÖKten ilk olarak boynu açıkta bırakacak ve kulakların arkasından dolanarak bağlanılan örtülere izin çıktı. Ancak Cumhurbaşkanı Kenan Evrenin, "Türkiyede irtica tehlikesi" olduğuna ilişkin söylemleri üzerine 1987de başörtüsü yeniden yasaklanarak disiplin suçu sayılmaya başlandı.
Çarşaflılar ne olacak
1987'de Genel Seçimlerin ardından Özal hükümeti YÖK Kanununda bir değişiklik yaparak başörtüsünün yeniden serbest bırakılmasını sağladı. Evren'in "Türbanlılar tamam ama çarşaflı ve mayolular da gelirse ne olacak" diyerek yasayı veto etti.

Yüksek Mahkeme’den iptal
Vetonun ardından Evren'e giden Özal, "Yükseköğretim kurumlarında, dersane, laboratuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir" hükmünü getiren yasa Aralık 1988de Meclisten geçti. Evren yasayı bu defa imzaladı, ancak Anayasa Mahkemesine götürdü. Mahkeme, 26 Mart 1989 yerel seçimlerinden hemen önce yasayı iptal etti.
Gürüz ile yasak yine başladı
ANAP hükümeti, iptal gerekçesini dikkate alarak 25 Ekim 1990 da yükseköğretim kurumlarında başörtüye serbesti getiren üçüncü kanunu çıkardı. Bu defa SHP iptal talebiyle Anayasa Mahkemesine başvurdu, ancak talep reddedildi. 2547'nin ek 17. maddesi uyarınca üniversitelerde her türlü kılık ve kıyafet serbest oldu. 1997de Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanı seçilmesine kadar serbestlik devam etti.

Üniversitelerde eylemler
1997-1998 öğrenim yılında kayıt yaptırmak için başvuran türbanlı kız öğrenciler kabül edilmeyince yine kitlesel eylemler başladı. Üniversite rektörlükleri, Milli Eğitim Bakanlığı'nın 15 Eylül 1997 tarihli genelgesine dayanarak bu öğrencileri okullara almadı. Başta Beyazıt meydanı olmak üzere aylarca eylemler yapıldı.

Türban meclis'te
1999'a gelindiğinde türban sorunu bu kez kendisini TBMM'de gösterdi. FP Milletvekili Merve Kavakçı, türbanıyla Meclis'e gelerek yemin etmek istedi. Ancak DSP, MHP ve ANAP'lı milletvekilleri kürsünün önünü keserek Kavakçı'ya engel oldu. Yemin edemeyen Kavakçı, daha sonra partisinin kapatma davasının gerekçelerinden biri oldu.
Türbanlı eş gerilimi
3 Kasım 2002 seçimlerinde yüzde 34.4 oyla iktidarı ezici bir çoğunlukla ele geçiren AK Parti hükümetiyle birlikte türban sorunu yine kendisini gösterdi. Yaklaşık 10 yıl sonra Başbakanlık Konutu'nda yine bir türbanlı first lady geldi. Bakanların da çoğunluğunun eşinin türbanlı olması başta Çankaya olmak üzere Genelkurmay ve diğer devlet erkanının hükümetle arasına mesafe koymasına yol açtı.
Eşsiz davetler başladı
Devletin zirvesini bir araya getiren resepsiyonlar eşsiz düzenlenmeye başlandı. Ardından üst düzey bürokrat koltuklarına da eşleri türbanlı olanların atanması toplumda rahatsızlık yaratmaya başladı. AKP döneminde türban konusunda yaşanan en büyük sınır savaşı ise Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşandı.
Hayrünnisa Gül davasını geri çekti
Türban nedeniyle AİHM'e başvuranlar arasında Dışişleri Bakanı'nın eşi Hayrunisa Gül bulunuyor. Hayrünnisa Gül, 1998'de fotoğrafı başörtülü olduğu için üniversiteye kaydı yapılmadığı gerekçesiyle AİHM'ye dava açtı, ancak daha sonra eşinin Dışişleri Bakanlığı döneminde davayı geri çekti.
Türban Çankaya’da
Çankaya'ya eşi türbansız birinin aday gösterileceği tahminler tutmadı ve Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı'na aday gösterildi. Gül'ün adaylığının açıklandığı gün Genelkurmay'dan e-muhtıra uyarısı geldi. CHP, DYP ve ANAP'ın da Meclis'teki oylamayı kilitlemesinin ardından Çankaya seçimi, ağustos sonuna kadar ertelendi. Ve bu sürecin sonunda Cumhriyet Tarihi'nde bir ilk yaşandı ve ilk kez türbanlı bir First Lady Çankaya Köşkü'ne çıktı.
Yeni YÖK başkanı ateşledi
Bu aşamadan sonra gözler Gül'ün yapacağı atamalara çevrildi. En çok merak edilen koltuklardan biri de türban sorunu konusunda kilit önemdeki YÖK Başkanlığı'ydı. Gül bu makama eşi türbanlı birini atamadı. Ancak üniversitelerde türbana serbestlik yanlısı Yusuf Ziya Özcan'ı atadı. Zaten bu tartışmaların ilk fitilini de Özcan ateşledi ve göreve geldiği ilk günlerde "Üniversitelerde yasaklara karşıyım" diye konuştu.
AKP-MHP ittifakı
Özcan'ın göreve gelmesinden yaklaşık bir ay sonra Başbakan Erdoğan, İspanya'dan "Siyasi simge bile olsa nasıl yasaklarsınız" çıkışını yaptı. Erdoğan'ı MHP izledi ve Anayasa'nın 10'uncu Maddesi'nde değişiklik teklifi verdi. Böylece ilk adım atılmış oldu.