• Genel

Yalnızların sahibi var Türkmen'ime 'yar'dır rahman

Türk olmak en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumaktır, en dertli gününde bile ufunetin bir şafakta biteceğine tevekkül etmektir.
Yalnızların sahibi var Türkmen'ime 'yar'dır rahman
Ozan Koltuk - Türk olmak, Kerkük’te kaledir. İstanbul’da, Kız kulesidir. Anadolu’da buğday, Çukurova’da pamuk, Ege’de, Zeybek’tir. Türk olmak, Karadeniz’de fındık, Trakya’da ayçiçeğidir. Türk olmak, Çanakkale’de ölmektir,

Türk olmak, zor iştir, veballi bir yüktür, Türk olmak, Allah-ı tanımak, Resule inanmak, amentüye boyun kesmektir; Türk olmak, her yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başağa şükretmektir, Türk olmak, medeniyetler mezarlığında dik durmaktır.

Irak Türkmenleri
Irak Türkmenleri veya Irak Türkleri, Irak'ın kuzey bölgelerinde yaşayan ve genellikle Türkçe ve Arapça konuşan etnik gruptur.

Türkmen Adı
I. Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı Devleti'nden ayrılmış, Irak adı ile kurulan devletin vatandaşları olarak varlıklarını sürdüren Türklerden, uzun yıllar "Türkler" diye söz edilmiştir. Mustafa Kemal Harbiye Mektebi öğrencisiyken "Bayat Türkleri" demiştir.

Ancak Lozan Konferansı sıralarında İngiliz heyeti "Türkmenler" olarak ifade etmişlerdir. Buna karşılık olarak Türk delegesi başkanı İsmet İnönü Türkmen ile Türk'ün eş anlamlı olduğu ve Türkiye Türkleri'nin de Türkmen olduklarını savunmuştur.

1923 Lozan ve 1926 Ankara antlaşmalarında "Musul Türkleri" denilmiştir.

1959 yılında Abdülkerim Kasım'ın yönetimi ele geçirdikten sonra Irak'ta yaşayan Türkler'e "Türkmen" denilmeye başlamıştır.

Tarih
Türkmenler sadece Kafkasya’ya değil, birçok coğrafyaya yayılmışlardır. Afganistan’ın Herat, Lakay, Ak Çah, Ândhui, Devletabad ve Maruçak bölgelerinde Türkmen boyları bulunmaktadır.

Ayrıca J. H. Kramers, "12. yüzyılda Kerkük civarının, başkenti Erbil olan Türk beyliği Begtekinlilerin idaresinde" olduğunu İslam Ansiklopedisi'nde belirtmek suretiyle, bölgedeki Türk varlığının Osmanlı Devleti'nden önceye dayandığını vurgulamaktadır.

İngiliz İşgali ve Türkmenler
I. Dünya Savaşı'nın sonunda, toprakları İngiliz işgaline uğrayan Musul, Kerkük ve Erbil Türkmenlerinin ileri gelenleri, istilacı güçlere karşı mücadele etmek için, hemen harekete geçmişlerdi.

Anadolu toprakları üzerinde yürütülen Milli Mücadele'ye paralel olarak başlayan, bölgedeki hareketler, gücünü yine Anadolu'dan alıyordu. İlk olarak, İngilizlerin, halkı Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmalarını önlemek için, acil biçimde önlemler alınmaya başlandı. İngilizlerin bölgedeki siyasi hâkimleri, para vererek elde ettikleri bazı aşiret reislerini yanlarına çekmek için büyük gayret gösteriyorlardı. Buna karşılık, Türklerin ileri gelen liderleri, İngilizlerin bu gayretlerini boşa çıkarmak için, olağanüstü çaba harcıyorlardı. Bunların arasında Erbil Türklerinin çok sevilen ve sayılan din alimi Küçük Molla Efendi'nin (1867-1943), halkı İngilizlere karşı mücadeleye davet eden ve işgalcilerin propagandalarına karşı uyanık olmaya yönelik konuşma ve sohbetleri, büyük etki yapıyordu.

Nüfus
Türkmeneli

Irak Türkmenleri, Irak'ın kuzeyinden itibaren Telafer, Musul, Erbil, Altunköprü, Kerkük, Tuzhurmatu, Kifri, Kara Tepe, Hanekin, Mendeli ve Bağdat'ın güney doğusunda bulunan Bedre'ye kadar uzanan bir şerit üzerinde yerleşmektedir.

Irak’ta Türk/Türkmen nüfusu 2.000.000 ila 3.000.000 civarında belirtilmiştir. 600.000 civarı bir nüfus rakamından söz eden kaynaklar da vardır.

1958 yılında Bağdat'ta yayınlanan "The Iraqi Revolution 14th July Celebrations Committee" adlı kaynakta ve 1987'de Londra'da Inquiry Dergisi'nde yayınlanan "The Forgotteen Minority: The Turkomans of Iraq" adlı makalede 1957 yılında yapılan sayımda Irak' ta 567.000 Türkmen'in yaşadığı belirtilmiştir. Bu kaynaklara göre Irak'ın % 8,94'i Türkmen’dir. Daha sonra Irak'ta yayınlanan resmi kaynaklar ise Türkmenleri % 2 olarak göstermiştir.

Ancak Irak Türkmen Cephesi adlı bir örgüt, resmi internet sitesindeki ifadesine göre Irak'ta en az 2 milyon Türkmen'in yaşadığını iddia etmektedir. Irak'ta yaşayan Türkler 1920'den itibaren kendilerine karşı uygulanan Kuzey Irak'taki asimilasyon politikalar ve Sünni - Şii mezhep anlaşmazlığı sebeplerinden dolayı siyasi olarak birlik gösterememektedirler.

 

Suriye Türkmenleri
Günümüzde ağırlıklı olarak Şam, Lazkiye, Hama, Humus, Halep ve Rakka kentlerinde ve köylerinde bulunmaktadırlar. Şam bölgesinde yaşayanlara Şam Türkmeni denirken, Halep ve Rakka bölgesindekilere Halep veya Culap Türkmeni, Lazkiye Türkmenlerine Bayır-Bucak Türkmeni denmektedir.

Suriye yönetimi tarafından azınlık olarak kabul edilmezler ve gündelik hayatta Türkmen olarak anılsalar da kayıtlarda “Müslüman” olarak geçmektedirler. Nüfus sayımlarında milliyetleri ile sayılmadıklarından sayıları hakkında kesin bilgi yoktur. Çeşitli kaynaklarda 200.000 ilâ 3.500.000 arasında farklı tahminler verilmektedir. 10.ve 11. yüzyıllarda bu bölgeye yoğun Türk göçlerin gerçekleştiği Suriye’nin yönetimi, 1516’dan sonra Osmanlı Devleti’ne geçmiş ve bölge 1918 yılına kadar kesintisiz olarak 402 yıl boyunca Türklerin hakimiyeti altında kalmıştır. Bu dönemde Suriye’de Türkmen yerleşimi artarak devam etmiş ve bölgede önemli bir Türk nüfusu oluşmuştur. Konuştukları diller Arapça ve Türkiye Türkçesine çok yakın bir Türkçe'dir. Anadolu’daki uzantıları olan Türk boyları arasında inanç, gelenek ve folklorik pratikler bakımından çok önemli benzerlikler bulunmaktadır.

Günümüz Suriyesi’nde Arap sosyalizmi asimilasyon programları çerçevesinde, dil öğrenimlerini engellemiş, köylerinin isimlerini değiştirmiştir. Dillerini unutmuş olan Türkmenler kimliklerinin bilincinde olmakla birlikte yaşadıkları bölgenin dili, kültürü ile bütünleşmiştir. Küçük gruplar halinde yaşayanlar önemli ölçüde Araplaşmış; ancak büyük gruplar halinde yaşayan Türkmenler, milli benliklerini korumuşlardır. Türkmen kimliğinin ve haklarının korunmasını talep eden Türkmenler, Suriye İç Savaşı’nda muhalif hareketlerin içinde yer almaktadır.

Oğuz boyları akıncıları Suriye’de 7. yüzyıldan itibaren görünmeye başlamış, 10.ve 11. yüzyıllarda bu bölgeye yoğun göçler gerçekleşmiştir. Tolunoğulları ile başlayan Türklerin yerleşimi 11. yüzyılda Selçukluların bölgeye gelmesi ile devam etti. Selçuklular'ın 1040 yılında kazandıkları Dandanakan Savaşı'ndan sonra bir çok Türkmen boy ve oymağı 1063 yılından itibaren Suriye'ye girerek kendi hayat şartlarına uyabilecek alanları vatan edinmeye başlamıştır. 1071-1071 yıllarında Nâvekiyye Türkmenleri Suriye'ye geldiler ve Nâvekiyyelerden olan Atsız Kudüs, Dimaşk ve çevresinin hakimi oldu. 1077'de Selçuklu hükümdarı Melik Şah, kardeşi Tutuş'u Suriye melikliğine tayin ettiğinde beraberinde bir çok Türkmen beyi mahiyetlerindeki kalabalık zümrelerle birlikte Suriye'ye geldi. 1078 yılında Suriye Selçuklu Devleti kuruldu. Suriye'deki Türk boyları, 1096 yılında Haçlı seferleri başladığında Selahattin Eyyubi komutasındaki Müslümanlarla birleşerek Haçlılara karşı bölgeyi savundular. 1243 yılında Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilen Türk boyları da Halep bölgesine yerleştiler. 1260’tan itibaren Suriye’ye idari ve askeri gücü Türkler’den oluşan Memluk Devleti hakim oldu.

Yavuz Sultan Selim, 1516 yılında Mercidabık'ta Memluklular'ı yenmesi ile Suriye topraklarında Osmanlı yönetimi başladı. Bölge 1918 yılına kadar kesintisiz olarak 402 yıl boyunca Türklerin hakimiyeti altında kaldı. Suriyeli Türkmenler Osmanlı kayıtlarında "Halep Türkmenleri" olarak yer aldı. Halep Türkmenleri has (padişah hassı) reayası idi ve bu statü onlara görece bir serbestlik sağlıyordu. Çoğu konar-göçer gruplar halinde yaşıyorlardı; kışları Halep civarında, yazlarını ise Sivas'a kadar uzanan Anadolu yaylalarında geçirirlerdi. Devlet için önemli bir vergi kalemi meydana getiren Suriye Türkmenleri, yaşadıkları bölgede istikrarın korunmasında belli bir role sahiptiler.

Halep Türkmenleri, 17. yüzyıl başlarında siyasal ve ekonomik nedenlerle bulundukları yerden göç etmek ya da yerleşik hayata geçmek zorunda kaldılar. Osmanlı Devleti 17. yüzyıl ortalarında onları belirli yörelerde iskana zorladı. 18. yüzyılın sonlarında Türkmen boylarının yarısı Antep, Hama, Humus, Rakka gibi bölgelerde yerleşik hayata geçirilmiş durumdaydı. Rakka, gerek iklim gerekse toprak yapısı bakımından Türkmen aşiretlerin yaşamına uygun değildi. İskana tabi tutulan oymaklar, eski yurtlarına dönmek istedilerse de yeniden aynı yerlere sürüldüler. Bir kısmı 18. ve 19. yüzyıllarda Anadolu içlerine dağıldılar, köyler ve kasabalar kurdular.

19. yüzyıl başında gerek 1822 depremi ve bunu izleyen salgın hastalıklar; gerekse Kavalalı İbrahim Paşa’nın bölgeyi işgali ve kadim aşiret çatışmalarından Türkmenler çok olumsuz etkilendi. Fırsatını bulanlar Anadolu’ya göç ettiler. Bulamayanların bir bölümü Sünni Arap aşiretleri içinde asimile oldu. Zamanla Türkçe biraz daha az konuşulur oldu, Arap dili ve gelenekleri baskın gelmeye başladı.

93 Harbi'nden sonra Kafkasya'da yaşadıkları yerlerden ayrılmak zorunda kalmış Türkler'e Osmanlı Devleti Suriye'yi mesken gösterdi ve yeni bir göç dalgası oluştu.

Osmanlılar I. Dünya Savaşı’ndan sonra bölgeden çekildi. 25-26 Ekim 1918 gecesinde Halep’i terk edip kuzeye çekilen orduların sonuncusu 7. Ordu idi ve başında Mustafa Kemal bulunuyordu. Ordunun çekilmesi ile Suriye tarafında kalmış olan Türkler, Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetleri kurarak mücadeleye başlamışlardır. Suriye ve Filistin Kuvva-yı Milliye-i Osmaniye adıyla örgütlenen bölgedeki direnişin reisi “Özdemir” takma ismini kullanan Ali Şefik Bey’dir. Kurtuluş Savaşı boyunca bölgedeki Türkmen direnişinin temel hedefi Türkiye’ye katılmaktı. Şubat 1919 tarihinden 22 Ekim 1921 tarihli Ankara Anlaşması’na kadar bölgede Fransızlara karşı sayısız çatışma ve taarruz yaşanmış, bu çatışmalarda çok sayıda işgal askeri öldürülmüş veya esir alınmıştır.

Türkiye ile Fransa arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması’nın 7. maddesi ile Suriye Türkmenleri konusunda Türkiye’ye garantörlük verildi. 20 Kasım 1922 tarihinde başlayan Lozan Konferansı’nda Suriye sınırı neredeyse hiç konu edilmeden kabul edildi. 31 Ocak 1923 tarihinde Suriye ile sınırlar belirlenirken, Ekim 1921 tarihindeki Türk Fransız anlaşması temel esas olarak alınmıştı. Türkiye topraklarında kalmak isteyen köylerin isyanı olduysa da amaçlarına ulaşamadılar.

Türk ve Kürt silahlı milislerin Türkiye sınırına yakın bölgelerde Fransız manda idaresine yönelik başkaldırıları 1924 yılına kadar sürmüştür. Fransız manda idaresi mahalli idarelerinden oluşan Suriye Devletler Birliği’ni meydana getirerek ülkeyi yönetmeye çalıştı. Bu düzen, Araplarla Arap olmayanlar arasındaki gerilimi arttırdı. Türkler, hem milliyetçiler hem de Manda idaresinin gözünde “dikkatli olunması gereken” bir azınlık durumuna düştü. Fransız mandası altında oldukları dönemde nüfusları 500binden fazla olan Türkmenlerin liderliğini Bekmişlilerin Hacı Ali aşiretinden Kel Muhammed yürütüyordu. Onun ardından Türkmenlerin lideri Hacı Nasen oldu.. Türkmenler, Fransız mandası altındaki çalkantılı ilk on yıllık dönemden sonra daha sakin bir dönem yaşadılar; varlıklarını ve kimliklerini sürdürebildiler.

1936 yılında Fransa'nın bölgedeki hâkimiyetinin zayıflaması ile birlikte baskılara maruz kalmaya başladı. 1936-1939’da sancağın Hatay adıyla Türkiye’ye katılması sürecinde Suriye sınırları içerisinde kalan Türkmenlere ilişkin hiçbir görüşme ya da anlaşma yapılmamış olması, Suriye Türkmenlerinin hukuki durumunu belirsizleştirdi. Bu belirsizlik Suriye yönetimlerinin Türkmenlere karşı baskı ve asimilasyon politikası uygulamasına neden oldu. 1946 ve 1972 anayasalarına göre Suriye Arap vatandaşı olarak kabul edilen Türkmenlere kimlikleri ile yaşama hakkı tanınmadı. Türkçe gazete yayımlama imkanı ortadan kalktı; hatta Türkçe konuşmak bile yasaklandı.

1958'de yapılan toprak reformu ile Türkmenlere ait birçok tarla, bağ ve bahçe kamulaştırıldı. Bu ve benzeri uygulamalar yüzünden 1950'ler boyunca Halep’ten Türk asıllı aileler, Türkiye’ye kaçmaya devam ettiler.

1963'te yaşanan darbeden sonra baskılar artarak devam etti. Türkmenler herhangi bir sivil ya da yasal örgütlenme oluşturamadı. Hafız Esad rejimi “Tek Suriyeli Kimliği” politikası çerçevesinde, Türkmenleri asimile ederek “Araplaştırma” politikası izledi.

Günümüzde Suriye Türkmenleri özellikle Şam, Lazkiye, Hama, Humus, Halep ve Rakka kentlerinde ve köylerinde bulunmaktadır. Şam bölgesinde yaşayanlara Şam Türkmeni denirken, Halep ve Rakka bölgesindekilere Halep veya Culap Türkmeni, Lazkiye Türkmenlerine Bayır-Bucak Türkmeni denmektedir. Ülkenin diğer toplulukları tarafından “Türkmenler” olarak adlandırılmaktadırlar.

Suriye Arap Cumhuriyeti'nde sadece Ermeniler azınlık kabul edildiğinden nüfus sayımlarında milliyetleri ile sayılmazlar ve bu nedenle sayıları hakkında kesin bilgi yoktur. Çeşitli kaynaklarda 200.000 ilâ 3.500.000 arasında farklı tahminler verilmektedir. ORSAM’IN 2011 tarihli araştırmasında Suriye’de Türkçe konuşan Türkmen sayısı yaklaşık bir buçuk milyon, Türkçeyi unutmuş Türkmenlerle beraber sayılarının 3,5 milyon civarında olduğu belirtilmektedir.

Suriye’de büyük gruplar halinde yaşayan Türkmenler, milli benliklerini koruyabildikleri halde küçük gruplar halinde yaşayanlar önemli ölçüde Araplaşmıştır. Köy ve kasabalarda yaşamaya devam eden Türkmenler kendi aralarında Türkçe konuşmayı sürdürür. Şive ve edebiyatları bakımından Türkiye’nin bir uzantısı gibidir. Suriye’de konuşulan ağız, Hatay bölgesinde konuşulan Türkmen ağızlarının bir devamı niteliğindedir. Hama ve Humus Türkmenlerinin şivesi eski Osmanlı diline son derece yakındır.

Eğitim, Türkmenlerin en ciddi sorunlarından biridir. Türkmen toplumunda okuryazarlık oranı, Suriye genel ortalamasına yakındır ancak Türkçe okur-yazar çok azdır. Türkçe yayın organları, 1922’den 1937’ye kadar, sürgündeki Refik Halit’in de katkılarıyla çıkan “Doğru Yol” ve “Vahdet” olmuştur. Türkmenler kendine “aydın sınıfı” denilebilecek bir eğitimli sınıf çıkaramamıştır.

Dini yapıya bakıldığında Suriye Türkmenlerinin büyük çoğunluğu Sünni Hanefi mezhebine mensuptur. Çok az sayıda Alevi Türkmen bulunmaktadır.

Suriye Türkmenleri ekonomik olarak genelde alt-orta sınıfta yer almaktadır. Geçimlerini genellikle tarım ve ayakkabı sanayisi ile sağladıkları görülmektedir. Lazkiye ve Tartus Türkmenleri narenciye ve ormancılıkla meşgul olurken Hama ve Humus Türkmenleri hayvancılık ve tarımla uğraşmaktadırlar. Şam’da yaşayan Türkmenler memurluk ve serbest meslek, Rakka ve Deraa’da ise tarım başlıca gelir kaynağıdır.

Fransız mandası döneminde başlayan ve sonrasında da devam eden politikalar sonucu Türkmenler önemli oranda asimile olmuştur. Suriye hükûmeti tarafından Türkçe yer adları Arapça’ya çevrilmiştir. Kendilerine örgütlenme hakkı tanınmamış Suriye Türkmenleri, Suriye İç Savaşı’nda muhalif hareketlere katılmışlardır



Afganistan Türkmenleri
Afganistan Türkmenleri, Afganistan'da Afgan Türkistanı ya da Güney Türkistan denen kısmında, çoğu Türkmenistan sınırına yakın, bir kısmı da İran (Meşhed) sınırında yaşayan Türkmenlerin bir kolu olan Türk halkı. Sünni Müslüman olup Afganistan Özbeklerinden sonra Afganistan Türklerini oluşturan ikinci büyük halktır. Özbeklerin aksine yerleşik değil göçebedirler ve hayvancılıkla geçinirler. 1885 yılında Rusya ve Afganistan arasında yapılan sınır tespitinden sonra Türkmenistan Türkmenleri ile Horasan Türkmenlerinden ayrılmışlardır. Afganistan Türkmenlerinin başlıca urukları Ersarı, Çavdır, Yamut, Göklen, Teke, Sarık, Salur ve Abdal uruklarıdır. En büyükleri Ersarı uruğudur.

Nüfus
1990 lardaki nüfusu 200.000 kişidir. Nüfusları hakkında 600.000'den 1.000.000'a kadar varan tahminler vardır. Afganistan’da yapılmış olan nüfus sayımlarında Türkmenlerin yaşadığı bazı köy ve kasabalar nüfusa dahil edilmemiştir ve Türkmen kadınlarının neredeyse hiçbiri nüfusa kayıtlı değildir ve Afganistan Türkmenlerinin sayısı 3 milyon olarak tahmin edilmektedir.

Grupları
İsveçli diplomat ve Türkolog Gunnar Jarring Afganistan Türkmenlerini beş gruba ayırır:

* Salur Ogurcik'in neslinden gelenler: 140 kola ayrılan Yomutlar, 110 kola ayrılan Salurlar, Sarıklar ve Tekeler.
* Oğuz Kağan'ın neslinden gelenler: 78 kola ayrılan Göklenler, 50 kola ayrılan Çavdurlar, Hataplar, Mukriler, Karkınlar, Ersarılar, Bayatlar, Agarlar, Ogurcaliler.
* Türkmenleşmiş olanlar: Bu gruptakiler 55 kola ayrılmaktadır.
* Sunçı, Nuhurlı, Anaulı, Murça aşiretleri.
* Oğuz menşeinden gelmeyen yeni teşekkül etmiş aşiretler.

1930'lu yıllarda Sovyetler Birliği'nden göç eden Türkmenler ise Andhoy'a yerleşmişlerdir, ticaret ve işçilikle geçinirler.

Doğu Türkistan
Doğu Türkistan, Orta Asya'nın orta bölümünde yer alan büyük Türkistan'ın doğu kesimidir. 1949 yılından bu yana Çin Halk Cumhuriyeti'nin siyasi ve iktisadi kontrolü altındadır. Bir ortaçağ Uygur el yazmasında "Uygurların Ülkesi" anlamına gelen, "Uygur ?li" terimi bulunmuştur.

Doğu Türkistan, Türkistan’ın bir parçasıdır. Türkistan, batıda Hazar Denizi’nden, doğuda Altay ve Altın Dağları’na; güneyde Horasan, Karakurum Dağları’ndan, kuzeyde Ural Dağları ile Sibirya’ya kadar uzanmaktadır. Doğu Türkistan; Türkistan’ın doğusunda ve Asya kıtasının tam ortasında bulunmaktadır. Güneyde Pakistan, Hindistan, Keşmir ve Tibet, güneybatı ve batıda Afganistan ve Batı Türkistan, kuzeyde Sibirya ve kuzeydoğuda Çin ve Moğolistan ile sınırdır.

Doğuda Çin ve Moğolistan, kuzeyde Rusya Federasyonu, batıda Batı Türkistan ile Afganistan, güneyde Keşmir ve Tibet ile çevrilmektedir. Doğu Türkistan'ın büyük bölümü Karakoram, Tanrı Dağları, Tarbagatay ve Altay sıradağları ve Taklamakan Çölü ile kaplıdır. Bu bölgede büyük ölçüde 50 milyon Uygur, Müslüman olup Türkçe konuşan insanlar yaşar.

Doğu Türkistan, günümüzde 1,65 Milyon km2 alanı kapsar, önceleri resmi kaynaklara göre 1,82 milyon km2 alanı kapsardı. Güneydeki Kunlun Dağları, Doğu Türkistan ile Tibet arasında sınır, ve kuzeydeki 400 kilometre uzun Altay Dağları Doğu Türkistan ile dış Moğolistan, Rusya ve Kazakistan arasında sınır oluşturur. Tanrı Dağları 1700 kilometre uzunlukta ve 250-300 kilometre genişlikte, büyük bir bölümü Doğu Türkistan'da, güneyden kuzeye doğru uzanırlar.

Çok zengin bir tarihe sahip ve görkemli görünümlü Doğu Türkistan, yüksek dağlarla, çok iyi ve ilginç çöllerle, güzel otlaklar ve ormanlarla kaplıdır.

İklim
Doğu Türkistan'ın deniz kıyılarından uzak kalması ve yüksek dağlarla çevirilmiş olması, çölleşmesine sebep olmuştur. Bu yüzden de kurak bir iklime sahiptir.

Coğrafya
Tanrı Dağları'nın bulunduğu bölgede, Uygurların Tushuk tash dedikleri (shipton's arch diye de geçer) Kaşgarda yer alan Tushuk Tash görülmesi gereken nadir güzellikteki yerlerden biridir.

Bölgeler
Doğu Türkistan üç büyük bölgeye ayrılmaktadır:

1. Cungarya Havzası, bozkır iklimli alçak alandır. Urumçi, Gulca ve Karamay bu bölgededir.

2. Tanrı Dağları, dağlık bölgedir. En yüksek tepesi Han Tanrı tepesidir (7.300 metre). Turfan Havzası da bu bölgede yer almaktadır. Yanan Dağlar, Tanrı Dağlarının silsilesinde çorak bir, aşınmış, kırmızı kumtaşlı tepelerdir.

3. Tarım Havzası, Tarım Irmağından adını alan yüksek dağlarla çevilmiş çukurdur. En alçak yeri deniz yüzeyinden 800 metre yüksektedir. Bu bölgenin büyük kısımı Taklamakan Çölü ile kaplıdır. Tarım Nehri ile bir kolu olan Kaşgar Derya, Yarkent Derya, Hotan Derya ve Aksu ile birlikte Çerçen Derya, Karaburan Gölü'ne dökülür. Tarım Nehri'nin diğer kolu Kuruk Derya ise Lob Çukuruna gider.

Yerleşme yerleri
Yerleşim yerleri akarsular boyunca uzanan Kaşgar, Yarkent, Hotan, Aksu, Uçturfan, Kumul, Altay, Gulca ve Turfan vahalarında gelişmiştir.

Doğu Türkistan’ın kısa tarihi
12 Kasım 1933 tarihinde ilan edilen Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti, 6 Şubat, 1934 yılında Ma Chnagying'in ordusu Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti ordusunu imha etmiş ve yeni kurulan Cumhuriyeti yıkmıştır.

12 Kasım, 1944 yılında tekrar oluşan Doğu Türkistan Cumhuriyeti beş yıl sonra 20 Ekim, 1949 yılında tekrar yıkılmış ve Aralık 1949'da Çin Halk Kurtuluş Ordusu bölgeye girerek konuşlandırılmış ve Doğu Türkistan, Çin Halk Cumhuriyeti'ne bağlanmıştır. Doğu Türkistan halkı da o zamandan beri Çin işgaline karşı direnmektedir.

1953 yılında Türkiye 900'den fazla Doğu Türkistanlı ilticacıyı Kaşmir ve Pakistan'dan kabul etmiştir.

Çin devleti aldığı karar çerçevesinde Doğu Türkistan bölgesinde başörtüsü takan, burka giyen kadınların ve uzun sakallı olan erkeklerin toplu taşınmadan yararlanmasını yasaklamıştır. Karara göre kıyafetinde hilal ve yıldız sembolü olan herkes bu yasak kapsamında toplu taşımadan yararlanamayacaktır.



Kırım Tatarları
Kırım Tatarları, anavatanları Karadeniz'in kuzeyindeki Kırım yarımadası olan Türk topluluğudur. 1783'te Kırım Hanlığı'nın Rusya tarafından ilhak edilmesiyle birlikte Osmanlı Devleti'ne zorunlu göçe tabii tutulmuşlar ve kendi vatanlarında azınlığa düşmüşlerdir. SSCB döneminde Stalin'in emriyle 18 Mayıs 1944'te sürgüne uğrayarak nüfuslarının yarısını yitirmişlerdir. SSCB'nin yıkılmasıyla sürüldükleri topraklardan Kırım'a geri dönen halk, Ukrayna'nın ana Müslüman unsurunu teşkil eder.

Günümüzde Kırım Tatarlarının sürgünden dönen kısmı Kırım'da, sürgünden dönemeyenlerin çoğu Özbekistan'da, Rusya İmparatorluğu'nun Osmanlı İmparatorluğu'na zorunlu göçe tabii tuttuğu kısmı ise Dobruca(Günümüzde Romanya ve Bulgaristan'da kalmaktadır.) ve Türkiye'de yaşarlar.

Tarih
Kırım, konumu gereği tarih boyunca birçok göçebe ve yerleşik halka ev sahipliği yapmış bir yarımadadır. Kırım'ın kıyı kesimleri çoğunlukla denizcilikle ve ticaretle uğraşan halklarca yurt edilirken, Kırım'ın iç kesimleri ve kuzeyinde yer alan düzlükler göçebe halkların yurt tuttuğu bölgelerdir. Bu nedenle Kırım kıyılarına, Kerç boğazına ve Azak kıyılarına başta Antik Yunan kolonileri yerleşmiş, daha sonra onların yerini Bizans ve Ceneviz kolonileri almıştır. Kırım'ın iç kesimleri ve Karadeniz kuzeyinde yer alan düzlüklerde ise İskitler, Kimmerler, Hunlar, Alanlar, Hazarlar, Göktürkler ve Kıpçaklar gibi göçebe bozkır halkları yerleşmiştir. Moğol İmparatorluğu'nun orduları bu bölgeye geldiklerinde karşılarında Kıpçakları buldular. Deşt-i Kıpçak, Moğol hakimiyetine girdikten sonra bölgedeki tüm halklar da bu devlete tabii oldular. Ancak Moğol ordusunun yalnızca komuta kademesi Moğol olup, geri kalanı Türklerden oluşmaktaydı. Az sayıda Moğol askeri ve boyları da bu çoğunlukta Türkleşmişlerdir. Cengiz Han'ın ölümünden sonra Cuci'nin oğlu Batu Han'a düşen Deşt-i Kıpçak, Kafkasya, Rus prenslikleri, İdil boyu, Hazar'ın kuzey kıyıları ve batıda kalan tüm topraklar Altın Orda Devleti adı ile anılmıştır. Bu devletin ardılları olan Kırım Hanlığı, Kazan Hanlığı, Astrahan Hanlığı, Sibir Hanlığı ve Şeybani Hanlığı genel olarak Kıpçak kökenli Türklerden oluşmuşlardır. Bu ardıllardan Karadeniz'in kuzeyinde hükmeden Kırım Hanlığı'nın halkına Kırım Tatarları denmiştir.

Nüfus
Türkiye'de Osmanlı dönemindeki yoğun zorunlu göç nedeniyle çok sayıda Kırım Tatarı olduğu bilinmekle birlikte, nüfus sayımlarında köken sorulmadığından kesin sayıları bilinmemektedir. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu arşivleri baz alınarak yapılan hesaplamalara göre yaklaşık 1.200.000 kişi Osmanlı topraklarına Kırım Hanlığı'ndan göç etmiştir.Türkiye Cumhuriyeti'nin nüfus artış oranlarına düşünüldüğünde 5.000.000 Türk vatandaşının Kırım kökenli olması olasıdır.

O dönem Osmanlı İmparatorluğu toprağı olan, günümüzde ise Romanya ve Bulgaristan arasında paylaşılan Dobruca bölgesinde de toplamda 50.000 civarı Kırım Tatarı'nın kaldığı düşünülmektedir. Burada yaşayan Kırım Tatarlarının önemli bir kısmı Türkiye'ye ve az bir kısmı da Kanada'ya göç etmişlerdir.

SSCB'nin çöküşünden sonra Ukrayna'da kalan Kırım Özerk Cumhuriyeti'nde ise, sürgündeki Kırım Tatarlarının Kırım'a geri dönmelerine görünüşte müsaade verilmesine rağmen Kırım'daki Rus yetkililerce ve Moskova etkisindeki Kiev hükümetince sürekli zorluklar çıkarılmış ve geri dönüş yavaşlatılmaya çalışılmıştır. 1990 sonrası onbinlerce Kırım Tatarı kendi imkanlarıyla Kırım'a döndükten sonra 2000'li yıllarda geri dönüş hızı binlerle ifade edilmeye başlanmıştır. Sürgünden Kırım'a geri dönen Kırım Tatarlarının sayısı 2014 Rus işgali öncesinde 350.000 kişi olduğu tahmin edilmekle birlikte Rus işgalinin getirdiği olumsuz koşullar, baskı ve insan hakları ihlalleri nedeniyle yaklaşık 20.000 Kırım Tatarı Ukrayna anakarasına zorunlu göçmek durumunda kalmıştır. Yan taraftaki demografik haritalarda da görüleceği üzere, 1939 yılına atıf yapan haritada Kırım Tatarları 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü öncesinde kıyı kesimlerinde çoğunluktaydılar, iç kesimde yaşayan Kırım Tatarları ise Çarlık döneminde Osmanlı topraklarına zorunlu göçmek durumunda kalmışlardı. 2001 yılına atıf yapan haritada ise Kırım Tatarları iç kesimlere yerleşmek zorunda kaldılar. Birçok insan vatandaşlık almaktan ve haklarını kullanmaktan yoksun kaldı, Kırım'da bıraktıkları hiçbir mülkü geri alamadılar ve geldikleri ilk yıllarda turistik Kırım kıyılarında yaşamaları yasaktı.

Kırım'ın Rusya tarafından işgal edilmesi sonrası Kırım'da 300.000 ila 350.000 kişi olduğu tahmin edilirken, Kırım'dan Ukrayna'ya sığınan Kırım Tatarlarının sayısının 20.000 kişi olduğu düşünülmektedir. Bu sığınmacıların önemli bir kısmı Lviv ve Kiev'de yaşamaya çalışmaktadır. Ukrayna anakarasında ise 1990 yılı öncesinde sürgünden dönüp Kırım'a girmesi engellenen ve bu nedenle Herson'a yerleşen 10.000 ila 15.000 kişi bulunmaktadır. Ayrıca Kırım'ın Kerç boğazının karşı kıyısı olan Krasnodar'da da yine 1990 öncesi gelip Kırım'a girmesi engellendiği için oraya yerleşen 10.000 kişi kadar Kırım Tatarının olduğu tahmin edilmektedir.

Kırım Tatar Sürgünü ile çoğunlukla Özbekistan'da olmak üzere eski Sovyet çoğrafyasında önemli miktarda Kırım Tatarı yaşamaktadır. Özbekistan'da kalanların sayısının 150.000 ila 200.000 kişi olduğu tahmin edilmektedir. Eski Sovyet çoğrafyasında yaşayanlar ise dağınık hallerde binlerle ifade edilmektedirler.

Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Hollanda ve Kanada'da yaşayan Kırım Tatar diasporaları da çoğunlukla Türkiye'deki Kırım Tatar diasporasındandırlar.

 
Yorum Yazın
sohbet islami chat omegle tv türk sohbet islami sohbet cinsel sohbet