Tek bir gözyaşı ne çok şey anlatır değil mi? Adeta kurşundur, ciğerleri deler de geçer… Çocuktur deyip geçmeyin, şehit babasının arkasından döktüğü yaşlar tonlarca ağırlıktadır...
Eymen'in gözyaşlarını unutmadık
Diyarbakır Sur'da patlayıcıları imha ederken PKK'lı teröristlerin keskin nişancı tüfeği Kanas ile ateş açması sonucu şehit düşen bomba imha uzmanı Haydar Çetin (32) son yolculuğuna uğurlanırken. 6 yaşındaki Eymen'in cenaze töreninde döktüğü gözyaşları herkesin yüreğini dağlamıştı. Unutmadık.
''Bak bu benim babam''
Babasının tabutunun başındaki fotoğrafı kuzenine gösteren Melih Yıldız, “Bak, bu benim babam” diyerek asker selamı vermesi törene katılanları ağlatmıştı. Unutmadık.
Ne oldu baba üzüldün mü?
Hakkari'nin Yüksekova ilçesindeki Yeşiltaş Karakolu'na 3 yıl önce PKK'lı teröristler tarafından düzenlenen hain saldırıda şehit düşen Samsunlu Piyade Er Umut Bulut'un sünnet olan 3.5 yaşındaki oğlu Selçuk Yağız Bulut, sünnet kıyafetleriyle babasının mezarını ziyaret etti. Babasının mezar taşındaki resmine uzanıp "anne babam bu mu" diye soran küçük Yağız daha sonra mezardaki toprakları avuçlayıp, "Ne oldu baba üzüldün mü?" ve "Böyle yaparsam babama mı görürüm" sorularını yöneltti. Yağız'ın "baba ben sünnet oldum" sözleri ise yürekleri dağladı.
Şehit İrem Çiftçi
İrem Çiftçi daha 4 yaşındaydı daha 4 yaşında şehadet şerbeti içmişti. Belki daha yeni beraber şehit olduğu babasına baba demeyi öğrenmişti, kıydılar ona...
Şehit Hüseyin Utku
Hüseyin Utku 5 yaşındaydı, PKK tarafından Bölge Trafik Denetleme İstasyon Amirliğine bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıda şehit oldu...
''Kalk diyorum kalkmıyorlar''
Askeri uçaktan inen şehidin eşi Betül Gülbahar kucağına aldığı diğer çocuğuyla, "Kalkın diyorum kalkmıyorlar" diyerek gözyaşı döktü.
"Ben kuzularımı aldım neden kalkmıyorlar"
Şehit annesi Şadiye Gülbahar ise, "Ben kuzularımı aldım neden kalkmıyorlar" dedi.
Çanakkale'nin şehit çocukları
Galatasaray, Konya, İzmir liseleri 1915'te tek bir mezun verememişti. Çünkü tüm öğrencileri Çanakkale'de şehit olmuştu.
Çanakkale ve İstiklal Savaşı'na katılan çok sayıda çocuk, vatan savunmasında destan niteliğinde kahramanlık örnekleri sergileyerek, "meçhul çocuk askerler" olarak Türk tarihinde yerini aldı. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nuri Köstüklü, Türk milletinin vatan savunması verdiği dönemlerde erkek ve kadınlar kadar çocukların da çok önemli görevler üstlendiğini söyledi.
Türk çocuklarının milli bir sorumluluk şuuru içinde gösterdikleri fedakarlıklar, çektiği çileler ve eziyetlerin tam olarak bilinmediğini vurgulayan Köstüklü, Anadolu'nun hemen her köşesinde, özellikle işgal gören yörelerde, çocukların da bir destan niteliğinde kahramanlık örnekleri sergilediğini anlattı. Çocuk askerler üzerine bir araştırma yaptığını ve elde ettiği bilgileri bazı seminerlerde sunduğunu dile getiren Köstüklü, bunlardan bazılarını şöyle sıraladı: "Antep savunmasında Kebapçı Said Ağa'nın oğlu küçük Mehmet, Şahin Bey'in oğlu Hayri, şehit Yolağası'nın oğlu Mehmed Ali gibi 11-12 yaşlarındaki çocukların özverisi göz yaşartıcı boyuttadır. Bu çocuklar Arslan Bey'in başında bulunduğu milis kuvvetlerinin içinde diğer Kuvayi Milliyeciler gibi silahlı olup yeri geldiğinde çatışmalara katıldılar ve çoğu zaman da istihbarat hizmetinde bulundular.
Kahramanlığı türkü oldu
Adanalı çocukların da İstiklal Savaşı'nda milli heyecan içinde hareket ettiğini dile getiren Köstüklü şöyle dedi: "Urfa'da 14 yaşındaki Bozan, Fransızlar kaçarken Kuvayi Milliye önünde harbe katıldı. Bu yavrunun kahramanlığını gören halk, Bozan için türkü bile yazdı. Sebeke dağından indim dereye/Atılıyor bombalar, bilmem nereye/Türk çeteleri dönmez geriye/Be yürü! yürü Bozan Yavrum yürü!/Vursun kırsın Fransızları, aslanım yürü!..." Köstüklü, Maraş savunması sırasında kendisine verilen köprü uçurma görevini yerine getiren Sarıca Köyü'nden 14 yaşındaki Ali ile milis kuvvetler arasında bir çok yeri dolaşmak suretiyle bilgi alışverişini sağlayan 10 yaşındaki Osmaniyeli Niyazi Aykan'ın da tarihe adını altın harflerle yazdırdığını ifade etti.
Yüzlerce gazi çocuk
Köstüklü, Çanakkale Savaşı'na katılan Galata-saray, Konya ve İzmir Liseleri gibi birçok okulun öğrencisinin şehit düştüğünü belirterek, savaşın olduğu dönemde bu üç lisenin mezun bile veremediğini söyledi. Türk milletinin kadını erkeği ve çocuğuyla tek vücut olarak düşmana karşı koyduğunu ve yabancı unsurları Türk topraklarından attığını belirten Köstüklü, "Türk çocuğu yeri geldiğinde omzunda silahla cephede savaştı, yeri geldi istihbarat için haber taşıdı, yeri geldi Türk askerine mermi götürdü" dedi.
12 yaşındaki Nezahat onbaşı
Tabur Komutanı Binbaşı Halit Bey'in kızı 12 yaşındaki Nezahat onbaşının da, elinde silahı asker kıyafetiyl e çeşitli muharebelere katıldığını anlatan Köstüklü, "Ata binmesini ve silah kullanmasını çok iyi bilen bu kız çocuğu Milli Mücadele boyunca 70. Piyade Alayı'nın bir mensubu olarak tam bir asker gibi, cepheden cepheye koştu. Hatta bu Alaya, o bölgede 'Kızlı Alay' denmişti" diye konuştu.
Fakülte siyaha boyandı
Çanakkale destanında bugünkü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi eski adıyla Darul Fünun öğrencilerinin ise ayrı bir yeri var. 1915'te Darül Fünun 1. sınıfta öğrenim gören 2 bin 500 tıbbiyeli, okullarını bırakarak Çanakkele'ye koştu. İki tümen hâlinde Gelibolu'ya gelen gençler, bir Anzak baskını sonucu şehit oldular. Bu nedenle sonraki yıl açılışta siyaha boyanan Darul Fünun, 1921 yılında hiç mezun veremedi.
Tek bacağı ile savaştı
Çocuk askerlerden Mehmet ve İsmail, şehrin durumu ile ilgili orduya dilenci kılığında bilgi götürürken düşman askerlerine yakalandılar ve hiçbir konuda düşman kuvvetlerine bilgi vermediler. Serbest bırakıldıktan sonra ateş açılması nedeniyle küçük Mehmet 4, İsmail ise 9 yerinden yaralandı. Mehmet'in hastanede ayağı kesilerek kurtarıldı. Ancak İsmail hastanede şehit oldu. Bir ayağı kesilen Gazi Mehmet, geri döndükten sonra tek ayağıyla Milli Mücadelede yine görev aldı.
Cennete mevzun olanlar
İsmi söylenen her gencin arkasından, merasime gelenler, özellikle de aileleri Şehit, Cennet-i Âlâda!.. diye bağırdı. Bu yoklama, Çanakkale Zaferinin ardından İstanbul Sultanisinde alındı.
Ölüm ile hayat, esaret ile hürriyet arasında kıl kadar mesafenin kaldığı bir zamanda, vatanı için hiç düşünmeden canlarını feda eden 50 İstanbul Liseli şehidin ruhlarını şâd etmek için düzenlenen bir merasimde. Çanakkalede şehit olan tıbbiyeliler, Darül-Fünun öğrencileri gibi bu liseli öğrencilerin hikâyeleri de günümüze kadar kulaktan kulağa anlatıldı durdu. Fakat kimlikleri hakkında ne bir bilgiye ne de belgeye rastlanmadı. Emekli öğretmen Halide Alptekin, yalnızca hikâyeleri bilinen bu isimsiz kahramanların da bir ismi olsun ve kurgu da olsa dünya durdukça hatırlansınlar diye Şehadetname isimli romanı yazdı. Bu öğrencilerle ilgili hiçbir belgenin olmayışını garip bulduğunu ve kendisinde bir merak uyandırdığını söyleyen Alptekin, öğrencilerine kol kanat geren bir öğretmen şefkati ile bu romanı kaleme aldığını söylüyor. Romanda bu elli gençle birlikte sayıları iki şehrin nüfusunu bulan kahramanların bu topraklar için toprağa girişinin destanı anlatılıyor. Yıl 1915. Harbiye Nâzırı Enver Paşa, Beyazıt Meydanındaki Harbiye Nezaretinin bahçesinde ünlü konuşmasını yapıyor.Vatan elden gidiyor, daha çok asker lazım! Bahçe hınca hınç dolu. İstanbul halkı orada, İstanbul Sultanisinin (lisesinin) elli öğrencisi de orada...Onlar gibi Darül Fünun öğrencileri ve tıbbiyeliler de meydanda. Herkesin içi kan ağlamakta...Balkan faciasının da izleri taze üstelik. Meydandaki o 50 öğrenci , her vatan evladı gibi cepheye koşmak için can atmaktalar. Ancak bir kanun var: 1909-1914 Askerî Mükellefiyet Kanunu. Kanuna göre Sultaniye öğrencileri askere alınamaz.
Ancak durum değişir, Çanakkalede asker ihtiyacı doğar. Gönüllü olmak koşuluyla lise öğrencileri de askere kabul edilmeye başlanır. O 50 öğrenci Bu öğrenci soluğu cephede alır. İkinci tümen ihtiyatları ile birlikte oluşturulur. Tümenin başında Yarbay Hasan Bey vardır. Bu gencecik yiğitler bu bıyığı yeni terlemiş gençler, gece yarısı cepheye intikal ederler. Başlarındaki Yarbay Hasan Bey üstlerine, Bunlar daha yeni geldiler, biraz cepheyi tanısınlar, sabah çatışmalara girsinler der fakat dinletemez. Ne hazindir ki cepheye gittikten altı saat sonra şehit olurlar. General Liman Von Sandersin yanlış savaş taktiği, sürekli taarruz istemesi, gençlerin erkenden ölmelerine sebep olur.
19 Mayıs saldırılarında Türk tarafında 10 bin kayıp (3 bin şehit, 6 bin yaralı) olmasına karşın Anzaklarda ise 160 ölü, 468 yaralı vardı. Anzakların o saldırıda makineli tüfeklerle attığı mermi sayısı 948 olarak tespit edildi. 2. Tümenin bazı alaylarının yer aldığı cephe uzunluğu 600 metre olup her 15 cmye bir asker düştüğü biliniyor. Her bir Türk askerine 95 adet mermi isabet etti. Bu saldırıda İstanbul Tıp Fakültesinden 100 öğrenci ile İstanbul Lisesinden 50 öğrenci şehit oldu.
İstanbul Lisesi (İstanbul Sultanisi) I. Dünya Savaşının başlaması ile 1914 yılında, Karaköyde bulunan Saint Benoit Fransız Lisesi binalarına nakledildi. Zira savaş halinde bulunulan Fransanın denetiminde bulunan okullar kapatılmış ve buralarda görev yapmakta olan çoğunluğu din görevlisi Fransız öğretmenler yurtdışına çıkarılmışlardı. Kapatılmış olan Fransız okulları da genellikle okul ya da hastane olarak kullanılıyordu. 1911 yılından itibaren sürmekte olan savaşlar sebebiyle, okulların bir bölümü hastane olarak kullanılmaktaydı. Çanakkale Savaşına gönüllü olarak katılan 50 İstanbul Sultanisi (İstanbul Lisesi) öğrencisinin şehit düştüğü haberi okula ulaşınca, geride kalan öğrenciler ağabeylerinin anısına okulun kapılarını ve pervazlarını matem rengi siyaha boyadılar. Böylece sarı-siyah okulun simgesi halini aldı. 4 Ocak 1926 yılında Kemal Halim Gürgenin girişimleriyle kurulan İstanbulspor da renklerini okulun rengine borçlu.
Öğretmenlik iç güdüsü ve 50 şehit öğrenci
Çanakkale Savaşları ile ilgili birçok kahramanlık hikâyesi vardır. Bunlardan biri de çok bilinmez; ama İstanbul Sultanisinin 50 yiğit öğrencisinin hikâyesidir. Bir gül bahçesine girercesine vatan için canlarını feda eden 50 vatan aşığının hikâyesi. Ne yazık ki bu 50 öğrenciden geriye ne bir bilgi ne de bir belge kalmış. Kimliklerine ait kesin bir kayıt da halen mevcut değil. İsimleri bilinmese de artık onları anlatan kocaman bir roman var. Emekli bir öğretmen olan Halide Alptekin, bir öğretmenin öğrencilerine gösterdiği şefkatle sahip çıkmış onların hatırasına. İzlerini arşivlerde aramış; ama bir ize rastlayamamış. Bunun üzerine bu 50 gencin ruhları şad olsun diye, şimdiki gençlere örnek olsunlar diye Bir Çanakkale Destanı Şehadetname adlı romanını kaleme almış. Daha önce gezi amaçlı gittiği Çanakkaleye bu kez her ayrıntıyı inceleyen, attığı her adıma dikkat eden bir yazar olarak gitmiş.
Halide Alptekin, bu öğrencilerle ilgili hiçbir belgenin olmayışını garip bulduğunu ve kendisinde bir merak uyandırdığını söylüyor. İstanbul Lisesinin arşivlerinde ve devlet arşivlerinde yaptığı araştırmalar sonucunda ne bir bilgi ne de bir belgeye ulaşabilmiş Alptekin. Bunun üzerine okullarından diploma dahi alamadan şehit olan bu öğrenciler için diploma anlamına gelen Şehadetname adlı romanı kaleme almış. Romanı yazma nedenini şu sözlerle belirtiyor Alptekin: Bu kitabı yazış ve yola çıkış amacım da aslında bir öğretmenlik içgüdüsü. Hani öğretmenler öğrencilerine kol kanat gererler ya
İstedim ki, isimsiz kalmasınlar, boyunları bükük olmasın, bir adları olsun, kurgu da olsa bir isimleri olsun. Dünya durdukça, bu kitap okundukça bu öğrenciler bir kez daha hatırlansınlar ve rahmetle ruhları şad olsun. Diliyorum umuyorum isimleri açığa çıkar. Alptekin yakınlarda lisenin depolarında elli dosyanın bulunduğunu ve lisenin Genelkurmay Başkanlığı ile diyaloğa geçerek bu gençlerin kimliklerinin tespiti için bir çalışma başlattığının haberini aldığını da sözlerine ekliyor.
Ölüm ile hayat, esaret ile hürriyet arasında kıl kadar mesafenin kaldığı bazı zamanlar var olduğunu vurguluyor Halide Alptekin. Vatanı korumak için vatanın binlerce kilometre ötesinden gelindiği ve burada kalındığı zamanlar olduğunu. İstanbul Sultanisinden elli yiğit gencin işte böyle bir zamanda yola çıktığını söylüyor yazar Alptekin. Geride gözü yaşlı analar, babalar ve yârlarını bıraktıklarını ifade ederek, Çanakkalede kıpkırmızı açan birer cennet gülü olurlar sonra; ardından okulları sarı ve siyaha boyanır. Mezar taşlarına yazılamasa da isimleri, tarihin kara sayfalarına altın harflerle kazınır. Ve Sultaniden alamadıkları diplomayı cephede alırlar. Bu belge vardıkları mertebenin de nişanı olur Şehadetname diyor.
Bu elli gencin ardına bakmadan cepheye gidişini o zamanki ruha bağlıyor Alptekin. İnsanı insan yapan değerler manadır, inançtır, yüreğindeki değerlerdir. İnsanı eşref-i mahlukat yapan bu manevi yöndür. İnancı ve imanı eksik olan toplumlar zararda ve ziyandadır. Ama bunun tam tersi kutsal değerlere saygı gösteren birbirini seven ve sayan toplumlar baki ayakta kalırlar. diyen yazar Çanakkale ruhunun özünde de bu yüksek inancın yer aldığını hatırlatıyor.
Romanın başkahramanı Mehmet Salih o zamanın Türk gencini temsil ediyor. Mehmet Salih, Osmanlı terbiyesiyle yetişmiş, edepli, milli ve manevi değerlerine bağlı bir Türk genci. Halide Alptekin, aslında Mehmet Salihin şahsındaki genç portresinin bugün de istenilen ve özlenilen genci temsil ettiğini vurguluyor. Alptekinden günümüzdeki gençlikle Çanakkaledeki gençliği karşılaştırmasını istiyoruz.
Dilerim aralarında çok uçurum olmaz. diyerek sözlerine başlıyor Alptekin ve devam ediyor: Ben bir öğretmen gözüyle gidişatımızı her ne kadar beğenmiyorsam da diliyorum ve umuyorum ki Çanakkale ruhuna vâkıf gençlerin sayısı artsın. Veliler ve öğretmenler bu ruha sahip gençler yetiştirmek için çaba göstersinler. Çünkü buna çok ihtiyaç var. Onlar o ruha sahip olmasalardı, vatan, millet, bayrak, şeref, din, namus kavramlarını başlarına taç yapmasalardı, bugün burada ne siz ne de ben olamazdık. Onlar bütün hayal ve ideallerini geride bırakmışlardı. Çünkü onlar bir şeyin farkındaydı. Vatan bırakılamazdı.
Bu romanda yalnızca İstanbul Lisesi öğrencilerinin hikâyesi anlatılmıyor. Vatanın yüz otuz iki ayrı köşesinden cepheye koşan; memleketleri; Musul, Adana, Üsküp, Erzurum, Van, Selanik, Diyarbakır, Mekke, Sivas... olan Mehmetçiklerin ölümsüz destanı da romanın sayfaları arasında. Romanın kapağı da İstanbul Lisesi ile aynı renkleri taşıyor. Yitik Hazine Yayınlarından çıkan roman, verdiği mesajlar bakımından günümüz gencine Çanakkalede hayatlarını kaybeden bu elli gencin verdiği bir mesaj olma özelliğini taşıyor.
- 258 Mehmed Salih
- Şehit, Cennet-i Âlâ'da!
- 275 Abdullah
- Şehit, Cennet-i Âlâ'da!
- 299 Ömer
- Şehit, Cennet-i Âlâ'da!
- 300 Kemal Naci
- Şehit, Cennet-i Âlâ'da!
- 314 Resul
- Şehit Cennet-i Âlâ'da!
Saka Hüseyin
Saka eri Hüseyin’in başına gelenler ise Türk askerinin mertliği kadar uyanıklığını gözler önüne seriyor.
TAK! Bir topuk selâmı, cılız.
- Hayrabollu Hüseyin, emret kumandanım!
Hüseyin oğlum, kaç yaşındasın? diye sordu kumandan. Karşısında hazrola geçmiş kibrit çöpünden hallice delikanlıya. Delikanlı dediysek de, asker kaputunun içinde ha var ha yok gibiydi. Henüz bıyıkları bile bitmemiş, parlak yüzlü bir oğlancıktı aslında Hüseyin, Hayrabolu'lu Hüseyin..
- On üçümden ay aldım kumandanım
- Küçüksün!
- Ama kumandanım askere ihtiyaç vardır..
- Çocuksun!
- Ama kuman...
- Sana silah emanet edemem. Seni cepheye süremem. Hüseyin, ağlamaklı oldu, gözleri doldu.
- Lakin mühim bir vazife verebilirim. Seni Saka Eri yaptım Hüseyin. Bu bölüğün su ihtiyacını sen karşılayacaksın. Sana bir de katır verecekler. Eratı susuz koma. Koma ki; koşacak, hendek aşacak, fişenk atacak hâli dermanı kesilmesin.
- Emredersin kumandanım!
Kendisine silah emanet edilmeyen Hüseyin, alacakaranlıkta katırını alır yola çıkardı. En yakın köye varır, tahta damacanalarını su doldurur ve akşam karanlığında bölüğe taşırdı. Görevini hiç aksatmazdı. Aman erat susuzluktan yanıyordur şimdi der, hiçbir yerde oyalanmazdı.
İkinci Anafartalar taarruzundan sonra, ordu Anafarta Ovası'na ve tepelere yerleşmişti. Bu birlikler, kendilerine göre siperler kazıyorlar ve zaman zaman da İngilizler'in kısmî taarruzları karşısında, direnemeyip bu siperleri düşmana kaptırıyorlardı.
İşte böyle bir günün arifesinde Saka Hüseyin, sabahın alacakaranlığında katırı ile yola çıktı. Bigali Köyü'ne gidip, kuyulardan su çekecek, akşam karanlığında da, geri dönecekti.
Bir kaç saat sonra köye vardı. Kuyuyu bulup, damacanalarını silme doldurdu. Kuyunun başında bir miktar oyalanıp, günün batmasını bekledi. Hava alacalandı. Gün batmak üzereydi. Saka Hüseyin yola çıkmadan önce, her zaman yaptığı gibi katırının kulağına eğilerek: Deh! Büyük Anafarta Köyü'nün üstünden, Otuz beşinci Piyade Alayı'nın bulunduğu siperlere! Katır önde, Hüseyin arkada yola çıktılar.
Hüseyin elinde bir değnek taşa çalıya çaktıra çaktıra giderken, bir de türkü tutturmuş:
Çeşmeye varmadın mı
Gül koydum almadın mı
Ben sevdadan ölüyom
Sen sevdalanmadın mı?
Hava iyice karardığında Hüseyin, alayın yakınlarına varmıştı. Varmıştı ama, o gün iş de iyice kızışmıştı. İngiliz topçusu, nefes aldırmadan siperlere bomba yağdırıyordu. Güllenin merminin sayısı belli değil. Saka Hüseyin siperlere yaklaşmanın imkânı olmadığını anlayınca katırıyla birlikte bir çukur bulup sindi. Saatler sonra bataryalar durdu. Makineli tüfekler sustu. Ses, duman, gümbürtü kıyamet kesildi.
Hüseyin çukurdan çıkıp katırı dehledi. Katır önde, o arkada, yollarına devam ettiler. "Bölük su bekler" diye iç geçirdi. Üstelik yaralılar da vardır şimdi. Onlar iki kere su bekler.
Ansızın bir ses karanlıkta kükredi. Hüseyin bu garip kelâmın ne olduğunu anlamadı ama, hiddetinden ve şiddetinden "dur" anlamına geldiğini anladı. Durdu. Birden iki yanında iki karaltı belirdi. Yine hiç duymadığı bir lisan ile bağırmaktaydılar. Saka Hüseyin vaziyeti farketti. Siperler el değiştirmişti. Burası artık Otuz Beşinci Piyade Alayının değil, bilmem kaçıncı düşman alayınındı. Auckland Taburu'nun Anzak devriyelerine yakalanmıştı.
Saka Hüseyin'i aldılar, katırı da arkasından çeke çeke kumandanlarının karşısına çıkardılar. Hüseyin önceleri çok korktuysa da, hissettirmedi. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, ellerini kollarını sallıyor ve katırın üzerindeki su damacanalarını gösteriyordu.
İngiliz kumandan Hüseyin'in bu tuhaf neşesine bir anlam veremedi. "Tercüman bulunsun" diye emretti
- Kimsin?
Göğsünü kabartarak:
- Otuz Beşinci Piyade Alayı İkinci Bölükten Saka Eri Hayrabolulu Hüseyin, emret gavur kumandanı
- Burada ne işin var?
- Bu su damacanalarını kumandanım gönderdi. Git dedi. Yaralıları vardır. Su bizim tarafta kaldı gelip alamazlar, sevaptır. Eğer suyun zehirli olduğundan şüphe ederlerse de gözlerinin önünde bir tas iç.
Anzak teğmen kıpkırmızı kesildi. Bütün gün başlarına gülle yağdırdığı, taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmasın diye yapmadığını bırakmadığı insanlar, nasıl olurda.. Bu akıl alacak iş miydi? Gözleri doldu. İlk iş Hüseyin'i tutup yanaklarından öpmek oldu. Oturtup biraz dinlendirdiler. Sonra suları katırdan indirip yerine paket paket sarma tütünü, çikolata, et konserve.. artık ellerinde ne varsa erzak, yığma yaptılar.
"Haydi, good bye, good bye, haydi!"
Hayrabollu Saka Hüseyin, gecenin karanlığında siperden sipere atlaya zıplaya alayının mıntıkasına vardı. Başından geçenleri bir bir anlattı. Gerçi Mehmetçik, domuz etidir diye ete konserveye dokunmadı ama diğer kumanya pek makbule geçti. O gece sessiz geçti. Saka Hüseyin, çehresine sabitlenmiş bir tebessümle yıldızları saya saya uyudu. Asker, yaralarını sardı, şehitlere dualar edildi ve Hüseyin'in cinliğini anlatıp anlatıp gülüştü. Bölük Kumandanı, Hayrabollu Hüseyini tebrik etti, alnından buseledi. "Harp sonunda göğsünde nişanını hazır bil" diye de müjdeledi.
NOT!!!
Bir ölür bin diriliriz...
05:43 ABD üniversitelerindeki Filistin’e destek gösterileri ülke geneline yayılıyor
05:38 Trump’a yönelik “sus payı” davasında tanıklar ifade verdi
05:17 Mevsimlik tarım işçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik yeni düzenlemeler Resmi Gazete’de
02:44 Lokanta ve kafelerde KDV oranında değişiklik Resmi Gazete’de
01:43 AFAD:"Erzincan’ın Tercan ilçesinde saat 01.30’da 4.1 büyüklüğünde deprem meydana geldi."
01:40 Pastanede oturan 2 kişiye silahlı saldırı: 1 ölü, 1 yaralı
01:31 Ahlat’ta ‘Tarihe Damga Vuranlar Haluk Dursun’ anma programı düzenlendi
01:15 Lokanta ve kafelerde yüzde 8 olan KDV, yüzde 10’a, yüzde 18 olan KDV, yüzde 20’ye çıkarıldı. Tebliğ Resmi Gazete’de yayımlandı.
01:04 Otomobil su kanalına uçtu: Öldüğü düşünülen sürücünün yüzerek kaçtığı ortaya çıktı
01:02 THY Euroleague: Monaco: 93 - Fenerbahçe: 88
00:59 Konya’da bir apartmanın 9’uncu katı alevlere teslim oldu
00:57 Küçükçekmece’de bir kadın evinde ölü bulundu
00:24 "14. Uluslararası Tarım, Orman ve İnsan Fotoğraf Yarışması"na başvurular başladı
00:13 Bayburt’ta 2. İl Koordinasyon Toplantısı için toplanıldı
00:13 Çoruh Kültür Merkezinde Şiir Gecesi
00:12 Şoförlere trafik eğitimi verildi
Mavi gözlü bir bozkurtun asaleti var kanında
Türk çocuğu olmak Ergenekon'da desten yazmak, Malazgirt'te çarpışmak, İstanbul'da çağ açmak, Çanakkale'de şehit olmaktır.