İddiaName…

İddiaName…

İddia ve name…
Kavuşamayan iki sevgili; biri Ferhat, biri Şirin…
Sanki,
Bir mucize gerçekleşmiş; bir araya gelmişler,
Ve,
“Siz iki çılgın sevgilisiniz,
Delicesine sevdalısınız…
Kimyanız ayrı olsa bile,
Siz ayrılamazsınız…”
şarkısı eşliğinde; tescil ve tasdik için nikah masasına gönderilmişler…
Sanki,
“Sernâme-i muhabbeti cânâne yazmışam,
Name-i Cürm-ü Ekrem’i mahkemesine göndermişem…”
  der gibi…

4 bin sayfa… 402 sanık…
Bu sayfa ve sanık sayısına taktım arkadaş…
Resmen,
Yani… Ne bileyim?
Böyle, eğreti duran ve göze batan bir şey var…
Hani,
Küçücük bir evin etrafı,
Evden daha yüksek ve kocaman surlarla kaplanır ya;
O misal bir orantısızlık ve tutarsızlık var sanki…
Sanki
“İddialar büyük olsun” talimatı verilmiş de; sayfa sayısı büyütülmüş gibi…

“Find Me Guilty/Beni Suçlu Bulun” filmi aklıma geldi…
Film konusu;
21 ay süren 21 sanıklı bir dava…
Acaba,
4000 sayfa iddianameli,
Ve,
402 sanıklı bu dava da, 402 ay mı sürecek?
Amaç bu mu yoksa?

Düşünsenize;
2040-2045’li yıllar ve şöyle bazı diyaloglar:
—Ne zaman evlendin?
—İmamoğlu davası başladığı yıl… Davanın 3. yılında kızım doğdu, adını adalet koydum.
Şimdi üniversiteye gidiyor ve “annem, mahkemede bulamadığı adaleti, bana adalet ismi koyarak bulmuş” diye benimle dalga geçiyor…

—Kıdemli hâkim, “soyadın tanıdık geldi…” der…
Göreve henüz başlayan taze hâkim:
 “Babam İmamoğlu davasına bakan hâkimlerden biriydi. Oradan aşina geldi galiba…”

—Bir düşünsene…
Ne davaydı be…
Dinime imanıma davanın başında şöyle demiştim:
“Erdoğan ve Bahçeli başta olduğu sürece bu dava asla bitmeyecek…”
Ama hayat işte…
Sürprizlerle dolu… Nereden nereye…
O zamanlar Silivri…
Adeta sadece İmamoğlu Davasına tahsis edilmişti…
Şimdi?
“Kim derdi ki, bir tanem, bunları konuşacağız…”
Nereden Nereye…
Halimize baksana:
Dün,
İmamoğlu Davasında yargılananlar için “hukuk ve adalet hakim olmalı” diyorduk.
Bugün,
İmamoğlu Davasından dolayı yargılananlar için “hukuk ve adalet hakim olmalı” diyoruz.

Neyse,
Yeniden konuya dönersek:

Neticede,
Mahkeme yolunu bile bilmeyenler,
Karakolda doğru söyleyip mahkemede şaşanlar bile İmamoğlu davasının “sonuç değil, süreç davası” olduğunu bilirler…
Hesap çok basit:
En iyimser tahminle,
Dava, non-stop/her gün sürse
Ve,
Ortalama her sanığa üç gün düşse; 1206 gün eder…
Yaklaşık üç buçuk sene…
Üç buçuk-dört seneye; kim öle kim kala, kim aday ola kim seçile…

Bence,
Mizahseverler iş başına…
Bu İddiaName’de çok ekmek var…
İşin trajikomik yanı;
Söz konusu,
İddianame ve dolayısıyla hazırlayanlar da savcı olunca;
“Bu kadarcık kusur Kadı kızında da olur” vecizesi de zevahiri kotarmaz.
Aslında,
Aklıma Karakuşî fıkraları geliyor da; anlatmaya maçam yemiyor…

Yahu arkadaş!
Gündemden hiç düşmüyor ki…
İddianame ile yatıp iddianame ile kalkar olduk…
Sanki,
Lisede, takdirname beklerken tasdikname almışız da, şokundan kurtulamıyormuşuz gibi…
Sadece benim aklıma geliyor değil ya…
Allah aşkına, sizlerin de aklına gelmiyor mu?

Mesela:
İddianamenin “name”si;
Harname, Vasiyetname, Siyasetname, Kadıname…
Itri’de nağme, bahçede nane…
Veya,
İddianamenin ilk hecesi
Yüce insan Freud Amca’mızın üçlemesi…
“İd-Ego-Süper-ego”
Üçün biri…

Neyse ya; neyse ne…
En iyisi mi; teşbihi bırakayım telmihe bir bakayım…
“Adam ifadeye çağrılmış…
İBB’de yapılan 2024 yılına ait bazı ihaleler sorulmuş…
Adam:
“Ben Kadir Topbaş zamanında çalıştım,
Ve,
2018 yılında İBB’den ayrıldım…”
Pardon demişler, göndermişler…
Gel zaman git zaman,
Sizlerin de malumu;
Meşhur iddianame açıklanmış…
Adam, bir de ne görsün; iddianamede sanık…
Peki,
Bu adam şuanda nerede, ne iş yapıyor?
Türkiye Varlık Fonu’nda danışman…”

Yok yok… Bunu ben uydurmadım…
Galiba,
“Uysa da koydum uydurulsa da koydum” denerek; iddianameye “koyulmuş” olsa gerek…
Ya, yok be kardeşim; “koyulmuş” derken, ben o anlamda demedim!
Lafı nereye çekiyorsun be ya…
Ben, “dahil edilmiş” anlamında söyledim.
Ben Topboğazı diyorum sen bir yerinin ağzı anlıyorsun!
Sen var ya sen; insanı “yargısız infaz” edersin…
İçin fesat bi’kere…
 
Ah şu hafızam…
Bazen gıcık oluyorum kendi kendime…
Az önce,
Absürt bir örnek anlattım ya; sanki absürtlüğe emsal karar göstermek ister gibi beni geçmişe götürdü hemen…
Doğru veya yanlış; bilemem ama manidar bir anekdot:
“Haziran-1926… Başarısız İzmir Suikastı…
Adeta bir cadı avı başlıyor…
Suikastın baş plancısı Abdulkadir Efendi… Eski İttihatçı…
Nasılsa artık bir suç çuvalı var.
Tıpkı,
Ergenekon/Balyoz davası gibi,
FETÖ çuvalı gibi,
İmamoğlu Davası çuvalı gibi…
Muhalif İttihatçılar başta olmak üzere, devrin muhalefetini bitirme fırsatı…
Yer İzmir…
Solomon Amca karga-tulumba gözaltı…
Yakalanan ittihatçılarla beraber, içeride, Solomon Amca’yı da iyice ezerler tabi…
Feryat eder:
“Ben ne ittihatçıyım ne de Türk…
Ben bir Yahudi tacirim… Suikastla alakam yok…”
Araştırılır; Solomon doğru söyler…
Konu Ankara’ya intikal eder; İnönü ve Ata’ya “salalım gitsin mi yoksa onu da asalım mı?” diye sorulur.
Şöyle bir cevap rivayet edilir:
“İçerde yaşadıklarından ve yaşatılanları gördükten sonra salamayız.
En iyisi, Solomon’u Süleyman yapın ve asın…”
Acaba,
Yukarıda bahsettiğim adamın akıbeti de Solomon’un güncellenmiş akıbeti gibi mi olacak?

Bu arada,
Daldan dala gibi olacak ama…
Yok yok; bence değil…
Gayet de alakalı ve konuya cuk oturuyor…
Bir Bilen’den bir mesaj geldi:
Mesaj bir tweet…
“kul Ahmet” isimli kullanıcı:
“Bürokratlara ( Genel müdürlere, Daire Başkanlarına, Yönetim kurulu Başkanlarına) yolsuzluk operasyonları var…”
Valla sinirim bozuldu; gülmeye başladım…
Yav Arkadaş!
Ben artık bu iktidarın ne yapmak veya neyi yapmamak istediğini falan filan anlayamaz oldum.
Bre Muhteremler!
Yaklaşık iki senedir,
CHP’li belediyelere, eniğinden cücüğüne kadar yolsuz dediniz,
Yolsuzluk iddia ettiniz…
Heybedeki turptan, ahtapotun kollarına kadar metaforun dibine vurdunuz
Ama,
Kimseyi inandıramadınız…
Peki,
İddianamede bahse konu yolsuzluk iddialarının hepsi mi boş?
Bence değil,
Ve,
Bazı sanıklarda o potansiyel gayette var…
O halde,
Neden kimse inanmıyor?
Yahu,
Yolsuzluk artık bu memlekette ahlak sorunu olmaktan çıkmış,
Ata sporu olmuş,
Siyasetin manivelası haline gelmiş…
Böyleyken,
Sen kalkar; adı yolsuzluk ama tek amacı muhalefeti bitirmek olan bir operasyon çekersen,
Ve hatta,
Kenan Evren’in “bir sağdan bir soldan astık” mantığı içinde;
Kendi çocuklarına da sahici olmayan operasyonlar çekerek sahici olabileceğini düşünürsen; sana kim inanır?
“Tepe tepe kullandınız! Yeter artık!” diyen Kadir bile; soyadına olumsuz bir ek aldırır…
Bu arada,
Aklıma geldi de; iktidarın kafasına saksı-maksı düşüp de;  bürokrasiye, gerçekten gerçek bir yolsuzluk operasyon çekecek olsa…
Aboooo….
Tıpkı,
Geçen gün, “yurtdışından, ciddi miktarda işgücüne ihtiyacımız var” diyen Almanya gibi,
Bizim de,
Ciddi miktarda bürokrat ithalatına ihtiyacımız olur maazallah…
Güldüğüme bakmayın,
Gerçekten çok komik, trajikomik ve dramatik…
Sanki,
Yolsuzluğu,
Yol’suzluk sanıp,
Yol yaparak, hatta otoyol/duble yol yaparak sonlanacağını sanacak kadar sanrısallık ve sahicilikten uzak bir paranoya içindeler…
Ulan!
Yoksa bunlar,
Devlete zararlı, yapana ballı, Deli Dumrul tarzı Hazine Garantili yolları bu yüzden mi yaptırıyorlar?
Yok ya… Sanmıyorum; malı götürmek gibi daha yüce ve er/demli bir amaç dururken böyle bir düşüncesizliğe tevessül etmezler bence…
Etmezler etmezler…
Bunlar, manen terakkinin maddeten terakkiden geçtiğini derinden özümsemiş, “biz babadan böyle gördük” demiş ve okumuş çocuklar…
O halde,
Acaba bunlar “paranoya”yı  “sayanora” sanıyor olabilirler mi?
Mesela:
“Sayanora “Elveda” demektir.
Paranoya ile sayanora sesteştir,
O halde,
Yol yapma paranoyası; yolsuzluğun sayanorasıdır…”
gibi bir düz mantık yürütmüş olabilirler mi acaba?
Hani,
Beyt-ül Mal’a düz kontaktan hallice…
Olur mu? Valla olur…
Bu devr-i şaşaada asla asla denemez ve sadece olmaz olmaz…

Bu arada,
Yollu-yolsuz, çulsuzluk-yolsuzluk falan derken
Sakın,
Sadece mevcut iktidarı kastettiğimi düşünmeyin!
Çünkü,
Sadece bu devirde değil; her devirde, yolsuz kalmayan ve yolunu bulan bir milletin torunlarıyız biz…
Dünden bugüne,
Osmanlı’dan Türkiye’ye böyle örnekler olagelmemiş mi?
Bal tutana parmağını yalatmayı,
Çalarak çalışana alkış tutmayı,
Malı götürene işbilir demeyi,
Musluk akarken testisini dolduranı takdir etmeyi maharet sayıp gelmemiş miyiz?

16. Yüzyılda Fuzuli,
“Selam verdim rüşvet değil deyü almadılar” demiş.

Günümüzde Mahsuni,
“Ankara’da dayın yoktur/Mamudo kurban niye doğdun?” diye feryat etmiş…
Birinden diğerine,
500 sene geçmiş…
Peki,
Ne değişmiş?
Değişen sadece isimlermiş…
Yani,
Aslolan neymiş? Neyin kavgasıymış?
Aslolan,
Ne din ne laiklik, ne millet ne milliyet, ne sekülarite ne ümmet…
Aslolan malı götürmek…
Kavga nedeni ise çok basit:
Malı, kimin götüreceği…

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın
  • Troyalı
    “Bu kadar yoğun olayın böylesine incelikli bir dille hem mizaha hem trajediye dönüştüğünü görmek, insanın içine hem sızı hem tebessüm bırakıyor; anlattıklarınız yalnızca bir davanın değil, bu ülkenin hafızasının, alışkanlıklarının ve hiç bitmeyen döngüsünün de özeti gibi… Kaleminize sağlık; bugünün karmaşasında bakışımızı berraklaştıran, hafızamızı dürten ve gerçeğin aynasını yüzümüze tutan böyle metinlere her zamankinden çok ihtiyacımız var. Kelimeleriniz, karmaşanın içinden yolu bulmamıza yardım ediyor.” Biline…
  • Egemen
    Kaleminize sağlık
sohbet islami chat omegle tv türk sohbet islami sohbet cinsel sohbet