TİC Holding Header
  • USD 32.326
  • EUR 35.092
  • Altın 2281.987
  • BIST 100 8880.09

Tarih sahnesinin perde arkasındakiler Sultan hocaları

Öğretmenlik, şüphesiz ki en kadim ve mukaddes mesleklerden biridir. İlk insanlar olan Hz. Âdem ile Havva’nın mürebbileri / öğretmenleri bizzat yaratıcının kendisiydi.
Tarih sahnesinin perde arkasındakiler Sultan hocaları
Muhtemelen bu sebepledir ki ilk insandan bu yana yazıyla irtibatlı olan kimselere hep bir kutsiyet atfedilmiştir. Hocalar, alimler, sanatkarlar ve eğiticiler çoğu zaman makbul kişiler olagelmiştir, yazıya ve ondan türeyen bilgiye değer verenler tarafından..!

Müslümanlıkta görülen âlimler sınıfı her ne kadar Hıristiyanlıktaki ruhban sınıfı gibi günah işlemezliği kabul edilmediğinden ötürü la yüs’el / sorgulanamaz değilse de yine de Hz Peygamberin “Âlimler benim varislerimdir” düsturu gereği tüm inananlar ilimle meşgul olan kişilere / hocalara belli bir kutsiyet atfetmişlerdir.

Mensubu olmakla iftihar ettiğimiz İslamiyet’in, biz Türklerin tüm hayatına ayrı bir şekil ve renk verdiği su götürmez bir hakikattir. Genelde askeri sahanın bütün alanlarında, özelde harp meydanlarında gösterdiğimiz üstün kabiliyetin medeni alanlara da yayılmasında ve yazıyla irtibatımızın güçlenmesi böylece bilim, fen ve sanatta da söz sahibi olmamızda kitabi bir din olan İslam’ın tesirleri çok büyüktür.

Türkler göçebe Asya kültüründen getirdikleri unsurları İslam’ın ilme ve âlime sonsuz hürmet eden hususiyetleriyle birleştirince devlet yönetiminde çağlar ötesine uzanacak kadar  nev’i şahsına münhasır bir sultan ( talebe ) - âlim ( hoca ) birlikteliği ortaya çıkmıştır. Örneklerine Türklerin İslam’ı devlet bazında ilk kabulleri demek olan Karahanlılardan itibaren rastlayabildiğimiz bu birliktelik; Türk İslam Devletlerinin adil bir yönetim geliştirmelerinde ve bu adalete dayalı yönetim anlayışının çok kısa sürede Asya,
Afrika ve Avrupa’da yayılmasına zemin hazırlamıştır.

Aslında bu birliktelik İslamiyet’in kabulünden önce de Türk devlet yönetiminde Hakan – Vezir ya da usta çırak ilişkisi şeklinde kendini gösteriyordu. Asya’nın ortalarında dünya hâkimiyeti iddiasıyla hüküm süren Göktürk hakanları Bilge ve Kültigin kardeşler bu iddialarını arkalarındaki asıl güç olan ve babaları Bumin Kağana da danışmanlık yapan hocaları ve vezirleri Tonyukuk’a borçluydular.

Müslüman olduktan sonraki ilk büyük imparatorluğumuz diyebileceğimiz ve Türklerin batıya yürüyüşünü başlatan Selçuklu Devleti de bu gücünü Sultan / Vezir ( hoca ) birlikteliğine medyundu. Zira “melik” adı verilen sultan çocukları / şehzadeler daha küçük yaşlardan itibaren umur görmüş, tecrübeli bir “ koca” kişiye emanet edilir ve atabey denilen bu hocalar küçük şehzadelere “büyük” işler öğretirlerdi.

Selçuklunun en güçlü iki sultanı olan Alparslan ve oğlu Melikşah’ın gerilerindeki güç İranlı vezir Nizamülmülk’tü. Bağdat’ta kendi adıyla anılan ve yıllarca Türk – İslam dünyasına numuneyi imtisal olacak Nizamiye Medreselerinin de kurucusu olan bu büyük devlet adamı tarihin en büyük kanlı terör örgütlerinden olan Bâtınilerin suikastıyla öldürülünce Selçuklu ülkesi tamir edilemez bir hengâmeye düşecektir ki zaten bu olaydan kısa bir müddet sonra koca imparatorluk paramparça olacaktır.

Osmanlı tecrübesi bu; devlet, siyaset – ilim, irfan birlikteliğini öyle bir şaha kaldırmıştır ki artık sultanların bizzat kendileri neredeyse alimleşmişlerdir “lala” denilen padişah hocalarının marifetiyle..!

Bunlardan birisi olan ve siyasetten daha çok dini ilimlere merakı bulunan II. Murat Han bu merakını herhalde büyük kıymet verdiği hocası Ankaralı Hacı Bayramı Veliye borçluydu. Öyle büyük ve karşı konulmaz bir arzuydu ki sultanın içinde kabaran ilim iştiyakı dünya tarihinde ender rastlanacak bir şekilde kendisinin tahttan bile vazgeçirmesine sebep olmuştur. Uğruna kardeşin kardeşe acımadığı saltanat_ı dünyeviyi; kendisine saltanat_ı ebediyi kazandıracağına inandığı ilimi irfan için terk eden II. Murat’ın bu arzusu düşmanlarının devlete kastetmesi yüzünden tam olarak gerçekleşemese de o her fırsatta taht merkezi Edirne’yi oğlu Mehmet’e bırakacak ve Manisa’daki ilim sohbetlerinde yerini alacaktır.

Çok ilginç bir tevafuktur ki, II. Murat’ın üzerinde derin tesirler bırakan Hacı Bayramı Veli, Padişahın çağ açıp çağ kapatacak oğlu Mehmet’in zaferinde yanında bulunan Akşemsettin’in de hocasıdır. Dedesi Yıldırım Beyazıt’ın üç defa kuşatıp alamadığı
Konstantinopolis’i almak için şehri muhasara eden II. Murat’la hocası Hacı Bayramı Veli arasında şöyle bir konuşmanın geçtiği tarihi kayıtlar arasındadır:

-Sultanım..! der, Hacı Bayram II. Murat’a “ Boş yere kendinizi üzmeyiniz, İstanbul’u alamadık diye..! Zira bu fetih şu sizin kundaktaki sabiyle, bizim Köse oğlana müyesser olacak zannederim.”

Hacı Bayramı Veli’nin sabi dediği geleceğin İstanbul Fatih’i II. Mehmet ve köse dediği de fethin manevi babası sayılan Akşemsettin’den başkası değildir.

Osmanlının tabiri caizse hamurunu ilim ehlinin mayaladığı ve bu himmetin nerdeyse imparatorluğun ömrünün sonuna kadar sultan – hoca birlikteliğiyle devam ettiği bilinen bir hakikattir. Kurucusu Osman Bey’in kayınpederinin meşhur âlim Şeyh Edebali
olduğunu hatırlatmak bu konuda yeterli bir ispattır zannederim.   Adı gibi Yıldırım süratinde fetihler yapıp Osmanlıyı Tuna’dan Fırat’a uzanan koca bir devlet haline getiren Beyazıt’ın fütuhatında; ta Buhara’dan gelip Bursa’yı mesken tutan Emir Buhari’nin
etkisinin olmadığını kim iddia edebilir.

-“Bu zat meşhur âlim Tokatlı Molla Lütfi’dir”, deyince Osmanlıda âlimin baş üstünde tutulduğunu anlayan İbn_i Kemal:

-Ben orduda yükselsem en fazla bir paşa olurum. Öyleyse paşa olacağıma “hoca” olayım daha iyi demiş ve gerçekten de ordudan ayrılıp Edirne’ye Molla Lütfi’nin yanına giderek bu büyük âlimden ilim tahsil etmeye başlamıştır. Sonunda Osmanlı ilim
dünyasının en büyük payesi olan Şeyhülislamlığa kadar da yükselmiştir.

Şimdi insan sormadan edemiyor. Edirnekapı’da ebedi istirahatte bulunan bu büyük âlimden ve kendisi gibi nice büyük sultan hocalarında hangimiz haberdarız?

Diyebiliriz ki Türk tarihinde sahnede başrol alan her fatihin arkasında bazen görünen bazen görünmeyen güçlü suflörler vardı. Bu suflörler kimi zaman Ahmet Yesevi’ydiler ve onun Anadolu’ya gönderdiği fatihler bize bir vatan hediye ettiler. Kimi zaman
Yunus, kimi zaman Mevlana’ydılar, bu vatanın bir İslam beldesi olması için canlarını esirgemeyen fatihlere ruh üflediler adeta yazdıkları ve söyledikleriyle…! Onlar da kıtalar fetheden kahraman orduya “müfettihul kulub” olarak destek oldular, kalpler fethettiler. Kıtaları fethedenlerin fütuhatını baki kıldılar, kalıcı eylediler. Leşkeri dua oldular, leşker_i gazaya güç verdiler.

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın