Tezcan Erdoğan

Tezcan Erdoğan

Lafla peynir gemisi yürümez

Pınar Gültekin cinayeti ile birlikte ülkemizde yeni bir "kadın cinayetleri" veya "kadına şiddet" konuları tartışılmaya başlandı. Yıllardır özellikle de yeni bir cinayet ve her yeni olaydan sonra hararetle tartışılır bu konular. Ancak yine de tartışmaları bitirecek bir sonuç çıkmaz ve çıkmamıştır da.
Lafla peynir gemisi yürümez
Geçen sene yani 18 Ağustos 2019 da küçük kızının gözleri önünde vahşice öldürülen Emine Bulut'u hatırlayan kaç kişi vardır acaba sokaklarda. O günlerde de Emine Bulut cinayeti üzerinden "kadına şiddete hayır" kampanyaları yürütülüyordu ancak hepimiz görüyoruz ki, o günden bugüne ülkemizde değişen hiçbir şey olmamış.

Bana kalırsa tartışmalar yanlış bir eksende yürütülmektedir. Yapılan tartışmalar genelde ortaya çıkan sonuçlar üzerinden yapıldığı için sonuçlara götüren sebepler de bir türlü yakalanamamaktadır. Bir de İstanbul Sözleşmesi meselesi var tabi. Kimileri var ki, çözüm için İstanbul Sözleşmesi'ne sarılıyor, kimileri ise İstanbul Sözleşmesi'ni suçlayarak, sözleşmenin iptal edilmesi için bastırıyor. Oysaki sözleşme 2014'te yürürlüğe girmiştir ve bunun öncesinde de bizler yıllarca bu konuları tartışıp duruyorduk.

600 milletvekili parlamentoda yan gelip yatarken hala bu konuları tartışıp durduğumuza göre demek ki bu milletvekillerinin de bu işi çözecek ne akılları ne de iradelerinin olmadığını var sayabiliriz.

Hatırlarsınız geçmişte yine böyle bir tartışma vardı ve "asker ocağı yan gelip yatma yeri değildir" deniliyordu. Bence de doğru bir sözdü bu ama bu sözü söyleyenlerin, parlamentonun da "yan gelip yatma" yeri olmadığını anlamalarını daha ne kadar bekleyeceğiz.

Ne bu tatsız olayların yaşanması ne de bu konuların tartışılması sadece bugünkü siyasi iktidar ile başlamadı, öncesinde de bu olaylar yaşanıyor ve benzer tartışmalar yapılıyordu. Hatta bugünkünden belki daha hararetliydi ama o zaman daha çok "namus cinayeti" veya "töre cinayeti" adıyla gündeme gelir ve tartışılırdı bu konular. O zamanlar ki; kadının adı bile yoktu. Son yıllarda kadınların eğitim seviyesinin yükselmesi, iş hayatına katılımları, siyasette ve bürokraside kadınlara özellikle koltuk ayırılması ve hukuki konularda pozitif ayrımcılığa tabi tutulmaları ile birlikte namus veya töre cinayetlerinin adı "kadın cinayeti" olarak değişmiş oldu sadece. En azından öldürülenlerin "kadın" olduğu ve "kadın kimliği" artık kabul edilmiş oldu ki bu da bir seviyedir. Ancak sorunun kendisi olduğu yerde durmaktadır hâlâ.

Yıllardır kafama takılan bir meseleden bahsetmek istiyorum şimdi. Bu mesele biraz da konunun çözümü için elzem gördüğüm ve eksikliğini hissettiğim bir konudur. Kadınlara karşı yapılan bu şiddet ve cinayet gibi olaylar daima önce emniyet güçleri tarafından sonra da adlî makamlar tarafından ele alınır. Soruşturmalar yine bu minvalde yürütülür. Olayları aydınlatmak ve faili ya da failleri bulmak için mücadele edilir. Kimi soruşturmalar uzun sürse de nihayetinde zanlılar yakalanır, yargılanır, suçlu bulunur ve hapse atılırlar. Sonra bir süre daha yargının kararı tartışılır, cezalar az bulunur ve idam cezası gündeme gelir. İdam meselesi de birkaç gün tartışıldıktan sonra hem asıl konu hem de idam tartışmaları unutulur gider ta ki yeni bir olay yaşanana kadar. Benim kafama taktığım konu da tam olarak işte burada devreye giriyor.

Örneğin yeni bir kadın cinayeti yaşandı diyelim ve emniyet güçleri cinayeti aydınlattı. Bunu yaparlarken olay yeri inceleme, kriminal inceleme, siber suçlarla ilgili inceleme ve adli tıp, önlerine gelen konuyu inceleyip raporlarını düzenlerler. Olay nasıl olmuş, nerede olmuş, ne zaman olmuş, kimler karışmış gibi sorular yanıt bulurlar böylece. Ama göz ardı edildiğini düşündüğüm bazı şeyler var ki bunlar yeni benzer olayların yaşanmaması için mutlaka yapılması gereken ve soruşturmaya dahil edilmesi geren konulardır. Bugüne kadar bu konular hakkında bir açıklama yapıldığını görmedim. Peki nedir bunlar, gelin anlatayım.

Cinayet ya da şiddet olayı incelenirken mutlaka şunlar da yapılmalıdır.

1. Katil, maktul ve faillerin devamlı kullandıkları ilaçlar var mıdır, varsa bu ilaçlar hangileridir. İlaçları, hangi teşhis sonucu hangi hekim vermiştir. İlaçların kullanım süresi, sıklığı ve kullanılan doz miktarı mutlaka tespit edilip kayıtlara geçmelidir. Bu hekimin benzer hastalara verdiği ilaçlardan ötürü diğer hastaların da son durumlarının araştırılması ve davranışlarının bir süre kontrol edilmesi gerekmektedir. Bu şekilde ilaçların ve hekimlerin insanlar üzerinde nasıl etkiler bıraktığının araştırılması, eğer ilaçlardan ve uygulanan tedavi yöntemlerinden kaynaklanan bir durum varsa, yeni olayların önlenebilmesi için çok faydası olur diye düşünüyorum.

2. Katil, maktül ve faillerin internette ve televizyonda izleme alışkanlıkları nelerdir? Kullanmış olduğu sosyal medya uygulamaları hangileridir. Paylaşım sitelerindeki yazışmaları, beğendikleri ve paylaştıkları mutlaka analiz edilerek birinci madde olarak yukarıda saydığım konularla bağlantısı araştırılmalıdır.

Bu iki madde şunun için çok önemlidir: Bazı ilaçlar insanların davranışları üzerinde çok fazla olumsuz etkiler yaratır. Bu etkiler de hem kişinin hem de çevresindeki insanların davranışlarına etki eder ve bu davranışların da sosyal sonuçlarını ortaya çıkartır. Özellikle nörolojik ve psikiyatrik ilaçlar insan beyni üzerinde çok fazla yan etkilere sahiptirler. Bu etkiler kişilerin davranışlarını da doğrudan etkiler. İntihar, şiddet, her türden bağımlılık, suça ve ahlaksızlığa karşı cesaret, eşlerin birbirlerini aldatması, boşanma istekleri, sorumsuzluk, aşırı harcama, yalancılık, flört ve seks yapma isteği, agresiflik ve kırıcı olma hali... Bu haller yaşanırken kimse bunların ilaçlardan kaynaklanabileceğini düşünmediği için kendilerini ya da karşısındakileri suçlayabilirler. Bunun üzerine de bugün tartışıp durduğumuz cinayetler, şiddet ya da kaçırma gibi onlarca adlî olay gerçekleşir.

Mesela boşanmaların artması konusunu ele alalım. Artık o kadar çok çift boşanıyor ki evlenenlerin sayısını da geri bıraktı boşananların sayısı. Bu boşanmaların görünür sebepleri genelde şunlardır: Eşlerin birbirlerini aldatması, şiddet, bağımlılıklar (kumar, alkol, uyuşturucu, internet), sorumsuzluk ve diğer sebepler. Ancak bunlar sadece görünür sebeplerdir. Peki ya bu sebeplere sebep olan öncül başka sebepler varsa ne olacak? Yani kullanılan ilaçlar, geçmişte yaşanmış travmalar, taciz ya da tecavüzler, ortam ya da çevre... Bunların görünür sebeplere yol açan öncül sebepler olduğunu öğrenebilirsek devlet olarak ya da toplum veya fert bazında herkes daha tedbirli olabilir. Böylelikle belki de yüzlerce olay önlenebilir ve evlilikler de insanların canlarıyla birlikte kurtarılabilir.

Devletin özellikle bu konuları araştıracak, psikiyatristler, nörologlar, psikologlar ve sosyologlardan oluşan bir bilim kurulu veya komisyon kurması ve bu olayların öncesine ve yaşandığı zamanlara dair raporlar düzenleyip istatistikler oluşturması gerekmektedir. Olaylar sadece emniyet ve adlî makamlara terk edildiğinde tüm bu bilgiler gözden kaçırılmaktadır. Yaşanan bu acı olayların tekrar etmemesi ya da en aza indirilebilmek için, önce suça giden yolların tespit edilerek bunların engellenmesi daha faydalı olur diye düşünüyorum.

Pandemi için Bilim Kurulu kurabiliyorsak kadın cinayetleri için de Bilim Kurulu kurabiliriz. Bu konuda faydası olabilecek onlarca yetişmiş bilim insanımızın da olduğunu biliyorum. Yeter ki laf üretmek yerine iş üretmek ve toplumun kanayan bir yarasını tedavi etmek için canı gönülden çalışmayı tercih edelim. Millet olarak bunu devleti yönetenlerden ve yetkili organlarından talep edelim.

Bu konuların gündeme gelmesini istemeyen ve medyayı etki altına alarak bu konuları gözden uzak tutan ilaç endüstrisini ve medya şirketlerini sürekli takip altında tutalım ve baskılar uygulayalım. Böylece arkasından üzülüp ağlayacağımız daha az insanımızın canları yanacaktır. Aksi halde daha senelerce bu konuları tartışıp dururuz ve dostlarımızın, sevdiklerimizin ve vatandaşlarımızın arkasından üzülüp gözyaşı dökeriz

Sonraki yazımızda buluşmak dileğiyle hoşça kalın, sağlıklı kalın.

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın
  • Murat
    Tezcan Bey; Kullanılan ilaçların hastalar üzerinde oluşturabileceği muhtemel yan etkilerinin birey ve dolayısıyla toplum üzerindeki olumsuz etkilerinin olabileceği hususuna değinmişsiniz. Bence de gözardı edilmemesi gereken bir gerçek… Bahsettiğiniz ilaçların, kullananlar üzerinde yan etkileri olabilir. Zaten, bunlar, ilaçların prospektüslerinde ifade edilirler. Ancak, her ilacın, her kişiye eşit ya da benzer yan etkisi olmayabildiği de bilinmektedir. Dolayısıyla, ilacı yazan doktor, muhtemel yan etkileri konusunda hastasını/hasta yakınını uyarıyor ve ortaya çıkan yan etkileri de değerlendirerek ilaç dozajı ve/veya ilacı değiştirme şeklinde yönlendirme yapıyorsa bence sorun yok. Hastayla birlikte özellikle hasta yakını da yan etkileri doğru bir şekilde doktoruna aktarmalıdır. Burada sorumluluk tamamen doktora ya da ilaç firmalarına yüklenmemelidir. Ancak, doktor, yan etkiler konusunda gerekli uyarıları yapmıyor ya da ortaya çıkan yan etkiler karşısında tedbir almıyorsa denecek bir şey yok. Aslında çok şey var da ben böyle yazayım siz doğrusunu anlayın… İlaç sanayinin o kadar büyük bagajı var ki hepimizin duyduğu, bildiği, hissettiği ve nefret ettiği…